Egoist okur

Adını BEBEK semtinden alan Amerikalı topluluk

“Çocukken bizimle oturan anneannemin dinlediği Türk ve Rum müziklerini seviyordum. Ermeni müzisyenlerin adları vardı plakların üzerinde. Gençliğinde Boğaz kıyısında dolaşmayı çok severmiş anneannem, bir de geceleri udîleri dinlemeyi… Ud aşkını bana da aşıladı.”

Philadelphia’lı Bebek grubu üyeleri yaptıkları müziği “organik elektronik” diye tarif ediyor, bazılarına göre ise düşsel pop yapıyorlar. ABD’li bu beş genç müzisyeni benim için ilgi çekici kılan şeyse, kendilerine Türkçe bir isim seçmeleri. İşte grubun kurucusu Nick Michalopoulos’la müzikten aşka, İstanbul’un Bebek semtinden tavla zarlarına uzanan söyleşimiz…

Bebek grubu sanıyorum dağıldı ama Nick‘in müziklerine buradan ulaşabilirsiniz. 

Al Qaynah: “Ülke diye bir şey yok, evet, ama sesler var…”

Lynn Nick Michalopoulos Gulenay Borekci egoistokur 1

Dub, yani Karayip müziğinden etkilenen grubun vokalisti Lynn Michalopoulos. Klavyede eşi  Nick Michalopoulos, basta Adam Mizelle, gitar ve buzukide Frank Vasile ve davulda Mike Pietrusko var. 

Adını BEBEK semtinden alan Amerikalı topluluk

Talihli bir tesadüf sonucu internette keşfettim Bebek grubunu. Bu söyleşiyi yapmamın amacıysa size sadece Bebek’in değil, aynı zamanda kurucusu Nick Michalopoulos’ın hikayesini anlatmak. Ruhunda iki aşkı birden taşıyan bir adam Nick. Müzik aşkı hiç görmediği İstanbul’da, anneannesi aracılığıyla başlamış. Eşi Lynn’e duyduğu aşkın hikayesiyse bir geceyarısı Chicago’da… İlkinin ayrıntılarını okuyacaksınız. İkincisininse özetini geçeyim: Nick’le Lynn, bir geceyarısı bir barda tanışıp sabaha kadar müzikten konuşuyorlar. Nick o sıralar başka bir grupta çalıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde, “Hayatta en çok istediğim şey şarkı söylemek” diyenve ilk bakışta kendisini büyüleyen Lynn’i sahneye davet ediyor. Birlikte Led Zeppelin’den bir şarkı söylüyorlar. Sonrası? Bebek.

“Open Eyes” ikinci albümünüz. Nasıl tanıştınız ve birlikte çalışmaya nasıl karar verdiniz?

2001’de tanıştık. Ben klavye çalıyordum, Lynn’se şarkı söylemek istiyordu. Böyle tanıştık. Ertesi yıl evlendik. Dinlemek istediğimiz müziği yapmanın tek yolu kendi grubumuzu kurmaktı. Kafa dengi birkaç arkadaş bulunca, Bebek doğdu.

Neden Türkçe bir isim koydunuz gruba?

Annemle anneannem İstanbul’un Bebek semtinde doğup büyümüş. Annem Lynn’le ben evlendikten çok kısa bir süre sonra öldü. Birbirlerini çok az tanıyabildiler. Bir biblo koleksiyonu vardı. Bibloların çoğunu Türkiye’den getirmiş. Yani çocukluğundan, gençliğinden izler taşıyordu hepsi. Lynn’e o biblolara Türkçe ‘bebek’ dendiğini söylemişti. Grup kurulduktan sonra isim ararken benim aklıma bu geldi. Çok uygundu. Her şeyden önce annem müzik çalışmalarımı en çok destekleyen kişiydi. Ayrıca yaptığımız müzikte kulağa kışkırtıcı ve dişi gelen bir bir tınlama olsun istiyorduk.

Bildiğim kadarıyla babanız Rum, annenizse Ermeni kökenli. Grubunuza seçtiğiniz ismin Türkçe olması bu açıdan da ilginç. Bu durum, barışın sağlanması konusunda sanatçıların politikacılardan çok daha başarılı işlere imza attıklarını kanıtlamıyor mu?

Bana kalırsa müzik hiçbir biçimde kategorize edilemez. İnsanların müzik yapma sebepleri de öyle… Şu adam para için müzik yapıyor, bu kadının müzik yapma sebebiyse siyaset diyerek kestirip atanlar vardır ya. Müziğimizi nasıl tarif ettiğimizi öğrenmek isteyenler çıkarsa onlara onlara kişisel bir müzik yaptığımızı söylüyorum. Tabii şarkılarımızda sadece kendimizden söz etmiyoruz; bizi çevreleyen bir dünya var ve o dünyayı şarkılarımızın dışında tutmaya çalışmıyoruz.

Anladığım kadarıyla Bebek etnik açıdan da değişkenlikler gösteren bir grup…

Bu yüzden evrensel bir ruhumuz olduğuna inanıyorum. Şarkılarımızda herkesin her an yüz yüze gelebileceği şeyleri anlatıyoruz aslında. İnsanın sevdikleri tarafından terkedilme endişesini, sevdiği birinin ölümüyle birlikte yaşadığı kayıp ve yalnızlık duygusunu, hayalleriyle elinden gelenler, yani başardıkları arasında denge kurma arzusunu, siyasi endişelerini, hükümetlerin kararlarına ilişkin korkularını vesaire… Sanırım bunlar dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, hepimizin paylaştığı duygular. Annem ve anneannem 40’lı ve 50’li yıllarda Bebek’te büyürken de vardı bunlar. Annem o günlerden söz ederken Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Türkler’in bir arada yaşayıp dost olabildiğini anlatırdı. Siyaset, savaş ve din insani bağları tamamen zayıflatamıyor. Umarım, farklı etkiler taşıyan ve farklı türleri bir araya getirdiğimiz müziğimiz, dinleyicilerimizle aramızda hiçbir siyasi görüşün zayıflatamayacağı bir bağın oluşmasına yardım edebilecek güçtedir.

Siz hangi müziklerden etkilendiniz?

Çocukken bizimle oturan anneannemin dinlediği Türk ve Rum müziklerini seviyordum. Ermeni müzisyenlerin adları vardı plakların üzerinde. Gençliğinde Boğaz kıyısında dolaşmayı çok severmiş anneannem, bir de geceleri udîleri dinlemeyi… Ud aşkını bana da aşıladı. İlk albümümüzde “Grace 6-5” var mesela, onu anneme ve anneanneme ithafen yazmıştım. Ne yazık ki ikisi de ilk albümün çıkışını göremedi.

Şarkının adı nereden geliyor?

Anneannemin Ermenice olan adı İngilizce’ye çevrildiğinde “grace” oluyor. “6-5” ise onunla oynadığımız tavla oyunundaki zar hareketlerinden biri. Anlayacağınız, biraz Türk, biraz Ermeni… Şarkıda “Hilal senin göçüp gittiğini söylüyor bana” diye bir söz var. Orada böyle bir şey yazmıştım, çünkü annemler Ay hilal biçimini aldığında Müslüman olmamalarına rağmen dua ederdi. Sonra ben çocukken de bizim evde Türkçe konuşulurdu. Ayrıca Türk vatandaşı olan annemlerin bir sürü Türk arkadaşı vardı.

Sizi etkileyen müzisyenler kimler?

Radiohead, Björk, Peter Gabriel, Pink Floyd ve Stereolab ilk aklıma gelenler… Çıkardıkları her albümle şahsiyetlerini yeniden oluşturabilen, kendilerini sürekli yenileyen, hep aynı kalmak gibi bir dertleri olmayan, bunda ısrar etmeyen müzisyenlere hayranlık duyuyorum. Bebek’in adının da günün birinde bu büyük müzisyenlerle birlikte anılacağını umut ediyorum. Lynn ayrıca Ani DiFranco, Sarah Vaughn ve Anita O’Day gibi Amerikalı şarkıcıları seviyor.

Müzikal olarak neler yapmayı amaçlıyorsunuz?

Son albümümüz “Open Eyes”da bir çeşit ‘organik elektronik’ yaratmaya çalıştık. Dinleyicinin anında yakalayabileceği ve kendi hayatına ilişkin anları hatırlayabileceği, 3-D niteliğinde yaşayan elektronik sesleri seviyoruz. Davul ve basların katıksız, saf ve doğal olmalarına çalışıyoruz. Ben müzikte ‘büyük’ ritmleri seviyorum. Şarkılarımızın odak noktasında öncelikle Lynn ve bir de işte ritm var. Klavye, gitar ve saksofon bu çekirdeği, özü çerçeveleyen şeyler. Amacımız bizi farklı kılan bu yaklaşımı hep korumak. Bir de aynı anda hem bulaşıcı ve gönül çelici olan, hem de tekrar tuzağına düşmeyen bir müzik yaratabilmek.

Türkiye’den ne dinliyorsunuz?

Daha gençken Udi  Hırant’ı dinlerdim. Onu dinleyerek büyüdüm. Özellikle 40’lı ve 50’li yıllarda yaptığı işlere hayranım.

Türkiye’de konser vermeyi düşünüyor musunuz? Bu tür bir bağlantınız oldu mu hiç?

Böyle bir talep yok ama olsa seve seve gelirdik. İstanbul’u görmek en büyük hayalim. Bu söyleşi bunun için bir vesile olur belki, değil mi?

Son olarak, en sevdiğim şarkınız “Lead”in özel bir hikayesi var mı?

“Lead” hiçbir şey hissetmemeye çalıştığımız ve dışarıdan hiçbir şeyin, hiç kimsenin, hiçbir duygunun içeri sızmasına izin vermediğimiz zifiri karanlık zamanları anlatıyor. Anlatıcı, yani Lynn bir arkadaşıyla konuşuyor. Arkadaşının sahip olduğu güzellikleri başkalarına “armağan ettiğini”, adeta saçıp savurduğunu düşündüğü için de sesi çok üzgün. Lynn’e göre hayatımızı, geleceğimizi, kaderimizi belirleyen şey biraz da birileri bizi incittiğinde oluşan yara izleri. Sevdiğimiz ölçüde sevilmediğimizde oluşan yara izleri kolay kolay iyileşmiyor. Hepimizin hayatında böyle sonsuz bir döngü var. Bu döngüyü kıramayacağını düşünen insan mutsuzluğa mahkum oluyor. Şarkıya adını veren ‘kurşun gibi ağır’ insanlar onlar. Fakat tabii insanın kendisini sürekli olarak dengede tutmaya çalışması da aynı ölçüde ağır ve yorucu bir şey.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments