Egoist okur

BU ROMANI ÇALIN: Nedir bu fan fiction dedikleri?

Aşk ve Gurur ve Zombiler Seth Grahame-Smith’in yazdığı Domingo Yayınları etiketli kitabıyla ve şimdi de filmiyle hepimizi şaşırttı. Oysa sadece bir fan fiction ürünüydü. Fan fiction için “Geleceğin edebiyatı” diyenler var. Bazılarıysa “kötünün de kötüsü taklitlerden başka bir şey değil” diyor. Bana göre ise, müzikteki “cover” kavramının yazıdaki yansıması… Bir cover şarkı iyi bir şey de olabilir, kötü bir şey de…. Fan fiction da öyle.

Gene de edebiyatın en yeni türlerinden biri olan fan fiction’a biraz daha ayrıntılı bakmaya ne dersiniz…

fan fiction jane austen egoistokur gulenay borekci 2

Fan fiction: Yeni bir edebiyat mı su katılmamış taklit mi?

Milan Kundera erkek değil kadın olsaydı ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ neyi, nasıl anlatırdı?

Oscar Wilde, ‘Dorian Gray’in Portresi’ romanını ‘azıcık’ değiştirse, mesela kahramanı kadın yapsaydı hikaye nasıl gelişirdi?

Thomas Harris’in romanındaki ‘yamyam’ Hannibal Lecter anoreksiya nervoza’dan mustarip olsa, yani kendini şişman zannedip yemek yiyemese, yediğinde de durmadan kussa…

Lemony Snicket’ın ‘Talihsiz Serüvenler Dizisi’nde habis ruhlu Kont Olaf iyi huylu, şeker bir ihtiyar olsa ve mazlum Baudelaire ufaklıkları ona eziyet edip hayatından bezdirseler…

Biri tutup Da Vinci’nin ‘Mona Lisa’sını roman kahramanına dönüştürse ya da Judas Priest’in ‘Victim of Changes’ından bir roman çıkarsa…

Bir bunları düşünüp merak edenler var, bir de oturup kaleme alanlar… Onların yazdıklarına ‘fan fiction’ deniyor. (Bu konuda ne düşündüklerini öğrenmeye çalıştığım arkadaşlardan biri bütün kitaplarını hiç yazılmamış hale getirmeyi arzu ettiği bir yazardan söz etti, ama buna ‘fan fiction’ değil ‘hate fiction’ denirdi ve tamamen kategori dışıydı. Bir başka arkadaşsa ‘Anna Karenina’nın kıskanç kocasının öldüğü ve Anna ile Kont Vronski’nin sonsuza dek mutlu yaşadığı bir versiyonun yazılmasını istedi. Eh, o zaman da romanı yazmaya gerek kalmazdı.)

fan fiction jane austen egoistokur gulenay borekci

Bu durumda ‘Neye fan fiction denir?’ diye sorabilirsiniz.

Kimilerine göre yazı icat edildiğinden beri var olan ama adı son zamanlarda konulmuş bir tür. Kimilerine göreyse 1970’lerde ortaya çıkmış, şimdilerdeyse çılgınlık düzeyine gelmiş bir yazma biçimi.

Amatör yazarların hayran oldukları bir kitabın, filmin, çizgi romanın, şarkının, şiirin hatta resmin anahatlarını kullanarak ve başka karakterler de katarak yepyeni bir kurgu oluşturması. Bunları yayınlamak için kullanılan esas mecra da internet. Bunun dışında fanzinleri de unutmamak gerek elbette. Jane Austen’dan Tolkien’e, Shakespeare’den Kafka’ya, Joyce’tan Flaubert’e, Grimm kardeşler’den J.K. Rowling’e kadar bütün önemli yazarların yapıtları fan fiction’a malzeme olabiliyor. Bu arada televizyon dizileri, sinema filmleri, çizgi romanlar, şarkılar filan da elbette…

“The Democratic Genre”(Demokratik Tür) adlı kitabın yazarı Sheenagh Pugh’a göre, fan fiction en hızlı gelişen yazın türü. Sanılanın aksine sadece ergenlik çağındaki “Yüzüklerin Efendisi” ya da “Harry Potter” hayranlarının eğlenme aracı değil pek. Ünlü yazarlar da bu türde ürünler veriyor ve yazdıklarını internette başkalarıyla paylaşıyor. Birçoğu kendilerine birer mahlas seçiyor ama adlarını kullanmaktan çekinmeyenler de var. Ayrıca son zamanlarda Will Self gibi yazdıkları fan fiction örneklerini kitap olarak yayınlayan önemli isimler de var.

fan fiction jane austen egoistokur gulenay borekci 1

Fan fiction’ın ne zaman başladığına dair görüşler muhtelif. Bazıları onu “geleceğin” edebiyatı sayıyor; bazılarıysa başlangıcının sözlü anlatı dönemlerine uzandığını, başka bir deyişle bu türü ezelden beri bildiğimizi öne sürüyor. Başka teoriler de yok değil. Mesela fan fiction’ın telif hakları kavramının ortaya çıkışıyla oluştuğunu düşünüyor. (İlk telif hakları yasası 1620 yılında İngiltere’de yürürlüğe girmiş.) Bir görüşe göreyse bu tür, Uzay Yolu dizisinin hayranları tarafından yaratılmış. (Dizinin ilk bölümlerinden itibaren oradaki karakterleri kullanarak kendi hikayelerini yazan, hatta bunları fanzinlerde yayınlayanlar varmış.)

Uyarlama yapılan yazarların olaya tepkileriyse değişiyor. Kimileri bunu olumlu bir şey olarak kabul ediyorlar, yazdıklarının başka insanların ufuklarını açtığına, onları hayal kurmaya ve yaratmaya teşvik ettiğine inanıyorlar. Ayrıca hayranlarının yazdıklarını okuyarak çok eğleniyorlar. Sonuç olarak kimse hiç ilgilenmediği, umursamadığı, beğenmediği bir kitabı uyarlamaz. Hem zaten fan fiction’cılar yaptıkları bu işten para kazanmıyorlar ki… Bu, tamamen amatörce yapılan bir etkinlik. Karakterlerin de telif haklarına tâbi olduğunu düşünen ve dolayısıyla fan fiction yazarlarının kendi yapıtlarına el atmalarını yasaklayan yazarlar da var. Bunların başında vampir romanlarının kraliçesi Ann Rice geliyor. Ann Rice kendi sitesinde hayranlarını sürekli olarak tatlı ama tehditkâr bir dille uyarıyor. “Adımlarınızı denk alın” uyarısını dikkate almayanların vay haline. Onlar için yazmak çok ama çok pahalıya patlayabilir.

Karakterlerini başka yazarlara ödünç vermekte cimri davranmayan yazarlar için fan fiction müthiş bir deneyim. Sanırım Oscar Wilde, Will Self’in yazdığı ‘Dorian’ı okusa çok eğlenirdi.

Ayrıca William Shakespeare’in oyunlarının birçoğu hatta ‘Hamlet’ bile daha önce başkaları tarafından kaleme alınmıştı. Shakespeare o hikâyelere dehasını katarak birer başyapıt haline getirdi. Dolayısıyla Efraim Kishon’un ‘Romeo ve Juliet’ten yola çıkarak ‘Tarlakuşuydu Juliet’ oyununu yazarak Romeo ile Juliet’in ölmeyi seçmek yerine evlendiklerini varsaymasına itiraz etmezdi.Oyuna göre, ölmeyip evlenselerdi de pek mutlu olmayacaklardı, çünkü Romeo karısını aldatıp duracak, Juliet’se dırdırlarıyla adamı hayatından bezdirecekti. Eh, zaten mutlu aşk gerçekleşmesi olanaksız bir ihtimal, ölüm ya da ayrılık muhakkak gelir bulur âşıkları; mutsuz aşktaysa yüzükler çoktan takılmış olur…

Bütün bu tartışmalar Ray Bradbury’nin yazdığı enfes bir öyküyü hatırlatıyor bana. Bradbury, Fahrenheit 451’de kitapların tehlikeli olduğuna inanan ve onları yakan totaliter bir toplumu anlatmıştı. (Kitaplar tehlikeliydi çünkü insanların düşünmelerine sebep oluyorlardı.) Görevli timler bütün gün şehri dolaşıp yakacak kitap arıyorlardı; tek bir kitap bile kalmayana kadar sürecekti bu arayış. Öte yandan kitapların yakılmasına karşı çıkanlar da vardı. Buldukları çözümse kendilerini birer kitap haline getirmekti. Yani her biri bir kitap seçerek onu ezberliyordu, başka bir deyişle aktarım sözel olarak gerçekleşiyordu.

Sanırım Bradbury’nin öyküsündeki karakterlerden hiçbiri seçtiği kitabı bire bir aynı biçimde aktarmıyordu. Tonlamalardaki nüansların bile söylenenlerin anlamını değiştirdiğini düşünüyorum ben, ayrıca hiç kimsenin aynı hikâyeyi üç kere aynı biçimde anlatamayacağına inanıyorum. Bir kelime, bir cümle, bir olumsuzlama eki her şeyi değiştirebilir. Sheenagh Pugh her okurun, dinleyicinin, seyircinin; okurken, dinlerken, seyrederken zaten zihninde kendi versiyonunu oluşturduğunu, dolayısıyla bunu kâğıda dökmesinde bir sakınca olmadığını söylüyor. Hem hiçbir fan fiction yazarı hangi yapıttan esinlendiğini gizlemiyor. Bu yüzden yapılan iş çalıntı değil.

Bradbury’nin bu konuda da bir yorumu var. Yazarın tanrı olduğunu, kahramanlarının iplerini (tıpkı güçsüz kuklalar gibi) elinde tuttuğunu iddia eden bir meslektaşına şöyle karşı çıkmıştı: “Böyle şey olmaz. Bunu yapanlar ancak kötü yazarlardır. Siz karakterlerinizi yaratmazsınız, onlar sizi yaratır. Denetim onlardadır. Size oyun oynayanlar, tuzağa düşürenler onlardır. Bu yüzden ben hepsini özgür bırakıyorum Canlarının istediğini yapıyor, canlarının istediğini söylüyorlar; her biri kendi hayatını yaşıyor.” Bu konuda akla gelen bir diğer örnekse 1960’lı yıllarda William Makepeace Thackeray’in “Vanity Fair” adlı romanında karakterlerinden birine “yamuk yaptığını”, onun hakkında bir sürü yalan söylediğini öne süren V.S. Pritchett’ın analizi.

Bu noktada, şu Anadolu meyhanelerinde oynanan “Arabın İntikamı” gibi şaheserlerin sözünü bile etmeyeceğim. Kemal Tahir’in yazdığı Mike Hammer’ların da.

İnternette dolanan fan fiction örneklerinin her zaman böylesine dahiyâne olduğu kuşkusuz söylenemez, ama işte her biri dille farklı seviyelerde oynanan oyunlar. Kimi çok acemice, kimi biraz daha ustaca, kimileriyse özgün yapıtı bilmeseniz bile zevk alabileceğiniz kadar şahane.

Hırsızlık mı, yorum mu meselesindeyse, sessiz kalmayı tercih ediyorum. Nihayetinde ben de yazının başlığını çok sevdiğim bir yazardan, Murat Gülsoy’dan aparttım, öyle değil mi?

Gülenay Börekçi

 

Comments are closed.