Egoist okur

Daniel Höra: “İyi kalpli, zeki insanlar nasıl oluyor da kötülüğe, faşizme yenik düşüyor?”

Faşizmin günümüzde nasıl durmadan “yeni kan” ve “yeni ruh” aradığını, insanları, bilhassa gençleri nasıl baştan çıkarıp zehirlediğini anlatan “Vahşi Sürü”, Alman yazar Daniel Höra’nın kaleme aldığı muazzam bir roman.

Höra’nın kitapta dile getirdiği sorular sadece Almanya için değil burası için de geçerli: Kağıt üstünde tamamen karşı olacağımız fikirleri nazik görünümlü ve düzgün giyimli bir yabancıdan duyunca niçin söyledikleri bize ikna edici geliyor? Şiddet yüklü sağcı fikirleri nasıl olur da gülümseyen ve düzgün konuşan birinden işitince daha kolay inanıyoruz? İyi kalpli, zeki insanlar ne oluyor da kötülüğe tav oluyorlar? Popüler müzik ve edebiyat niçin zaman zaman faşizmin hizmetine bu kadar kolayca girebiliyor?

“Vahşi Sürü”yü okumanızı hararetle tavsiye ediyorum. Ama öncesinde Höra’yla yapılmış bu röportaja göz atabilirsiniz.

Soldaki fotoğraf bu adresten alındı.

İyi kalpli, zeki insanlar nasıl oluyor da kötülüğe, faşizme tav oluyorlar?

Daniel Höra’nın “Vahşi Sürü” adlı romanının kahramanı 15 yaşındaki Benjamin. Annesiyle babası yıllar önce ölmüş. Küçük bir köyde teyzesi ve eniştesiyle yaşıyor. Ve galiba biraz sıkılıyor. Kendini hiç kimseye ve hiçbir yere ait hissetmediği için de çok yalnız.

Günün birinde köye organik tarım yapma amacıyla yeni bir aile geliyor, güzel, nazik ve farklı insanlar. İkiz oğulları Konrad ve Günter Benjamin’den birkaç yaş büyük, kızları Freya ise onunla aynı yaşta. Ben, onun müzikal zevklerini biraz korkunç bulsa da güzelliğine hayran kalıyor.

Freja’nın annesi Uta bir el sanatları grubu kuruyor ve köylü kadınlara dersler vermeye başlıyor. Zaman zaman “Bize yeni bir führer lazım” tarzında sevimsiz espriler yapan baba Reinhold ise erkeklere Doğu Avrupa’dan gelen suç çetelerine karşı korunmak için bazı askeri teknikler öğretiyor. Benjamin yalnızlığına ilaç saydığı aileyle kısa sürede arkadaş oluyor. Aile üyeleri devrim hayalleri dışında politikadan o kadar da sık söz etmiyor ama Alman ruhundan, Alman değerlerinden bahis açıldığında heyecanlanıyor. Bu ailenin ve ara sıra onları ziyaret eden “arkadaşlarının” insanları nasıl zehirlediğini fark eden yok, herkes halinden hoşnut gibi. Sadece Georg adında bir heykeltıraş onların fikirlerini tehlikeli buluyor ama köy halkını inandıramıyor.

Ateşin etrafında şarap içip eğlendikleri bir gece Conrad Ben’e bir eylem planladıklarını anlatır ve “Sen de bize katılır mısın?” diye sorar. Ve kitapları kutsal sayan Ben’in şaşkın bakışları arasında “Anne Frank’in yalanlar kitabı”nı ateşe atar. Ardından “arındıran” ateşe atılma sırası Günter Grass’ın makalelerine gelecektir. Köy halkının edilgin duruşuna dayanamayan Georg bu korkunç sahnenin ardından harekete geçmeye, ailenin soruşturulması için yetkilileri durumdan haberdar etmeye karar verir…

Devamını anlatmayayım, faşizmin günümüzde nasıl durmadan “yeni kan” ve “yeni ruh” aradığını, insanları, bilhassa gençleri nasıl baştan çıkarıp zehirlediğini anlatan “bu muazzam kitabı kendiniz okuyun. Ama belki öncesinde yeteneğine hayran kaldığım yazar Daniel Höra’yla yapılmış bu küçük röportaja göz atabilirsiniz.

“Bazı rock grupları şiddet içeren acayip fikirlerini gençlere müzik aracılığıyla kolayca iletebildiler”

Esas karakteriniz Benjamin ve o küçük nasyonal sosyalist grup hakkında yazmaya nasıl karar verdiniz?

Aramıza makul söylemlerle karışan, daha doğrusu kendilerini ustalıkla gizleyebilen faşistlerin varlığı beni hep endişelendiriyordu. Bazı insanlar görünüşlerine aldanarak onların felsefesine, ideolojisine kolayca teslim olabiliyorlardı. Derken bir Neo-Nazi grubun işlediği cinayetlerle ilgili haberleri okudum ve işte oturup bu kitabı yazdım. Temel fikrim şuydu: Bir Nazi grubu nasıl olur da yıllarca cinayet işler ve kimsenin ruhu duymaz? Bir de şu: Kağıt üstünde tamamen karşı olacağımız fikirleri nazik görünümlü ve düzgün giyimli bir yabancıdan duyunca niçin söyledikleri bize ikna edici gelir? Şiddet yüklü sağcı fikirleri nasıl olur da gülümseyen ve düzgün konuşan birinden işitince ikna edici bulabiliriz? Daha geriye gidersem, Naziler nasıl olmuş da iyi insanlardan oluşan çok kalabalık grupların gözünü kamaştırmış, onları kötülüğün gerekliliğine inandırmıştı? Açıkçası ben bir bakıma insanları uyarmak istedim.

Nasıl bir araştırma yaptınız?

Günümüz Nazileriyle ilgili çok şey okudum, hem gazete haberlerini taradım hem de bu konuda yazılmış kitaplara baktım. Hatta internet üzerindeki kişisel blogları ve forumları bile taradım. Ne kadar iç bulandırıcı görüşlerin ortalıkta serbestçe dolaştığını tahmin bile edemezsiniz. Bazılarını okurken içerdikleri nefret dili yüzünden epeyce zorlandığım oldu. Çoğu zaman, “Bu kadarı da yazılamaz” diye düşünmekten kendimi alamadım. Bu açıdan internet, Pandora’nın Kutusu gibi, her türlü kötülüğü barındırıyor.

Kitabınızda faşizmin müziği kullanmasına özel bir yer ayrılmış…

Sağı, Nazizmi yücelten ve Nazilerin birçok fikrini günümüz pop kültüründe yaşatan müzisyenler var. Ben onları bu kitap vesilesiyle tanıdım. Mesela Frank Rennick’in şarkılarını YouTube’da dinledim, ayrıca onunla yapılmış röportajlar da vardı. Sonra başka müzisyenler ve topluluklar keşfettim, birçoğu temiz yüzlü, gülümseyen, nazik görünümlü insanlar. Bu görüntülerinin fikirleriyle olan karşıtlığını korkutucu buldum. Bilmiyor olabilirsiniz ama Nazi rock’ı diye bir janr var. Screwdriver adlı 70’lerde ortaya çıkmış bir İngiliz punk grubunu hatırlayalım. Başlangıçta siyasi değillerdi ama 80’lerde kendilerini Neo-Naziliğin sözcüsü ilan ettiler. Hatta sonradan solistleri “Kan ve Onur” adlı bir network kurup siyasi faaliyetlerini buradan yürüttü. Landser ve Böhse Onkelz gibi şaşırtıcı Alman müzik grupları da şiddet içeren çok acayip fikirlerini gençlere müzik aracılığıyla kolayca iletebilmişlerdi.

Pop kültür açısından günümüzde durum nedir?

Günümüzdeki örnekler de ilhamlarını elbette yine geleneksel nasyonal sosyalistlerden alıyorlar. Onlar da görünüşte sıradan insanlar. Mesela benim romanımdaki aile gibi organik tarımla uğraşıyorlar ama kıyafetlerinin şurasına burasına minik militarist aksesuarlar takıyorlar. Onlara baktığınızda “Bu adam faşist ve çok tehlikeli” demiyorsunuz. Faşizme aykırı olduğu için din değiştirerek paganlığı seçen bir Alman yazar var, duymamışsınızdır, adı Gustav Frenssen. Bugün unutulmuş diğer yazarlarla birlikte onun kahramanlığa, militarizme övgüler düzen romanlarını da okudum. Zor bir süreçti.

Ne kadar sürdü araştırma dönemi?

Araştırma sürecinde karşıma çıkan bazı şeyler benim için hakikaten tahammül edilmezdi. Dediğim gibi en çok da ırkçı bloglar… Bazı insanların o çılgın ve kötücül ideolojilere niçin inandığını, desteklediğini hâlâ aklım almıyor. Ama araştırma sürecini tamamladıktan sonra normale döndüm ve her zaman yaptığım gibi, masaya oturup yazmaya başladım. Eğlenceli bir konu değildi ama yazılması gerekiyordu.

Gençlerin bu tarz fikirlerin büyüsüne kapılmalarını nasıl önleriz?

Ah, bana sormayın; ben eğitimci değil, yazarım. Ama sanırım yapılması gereken ilk iş, hakikatle yüzleşmek olmalı. Başımızı kuma gömerek “Benim çocuğum bunu yapmaz, öyle insanlara kanmaz” dememek ve problemi olanca gerçekliğiyle kabul etmek gerek. Bir de gençlere kulak vermeli, onları dinlemeliyiz. Tamam, yargılamayalım ama gerektiğinde yardım etmeye hazır olalım. Bu konuyu hafife almamaktan yanayım. Naziliğin hortlamasına ve zehrini yaymasına izin veremeyiz, bu yüzden faşizm karşıtı çalışmalar yapan gruplar mutlaka desteklenmeli. Neonaziler öncelikle gençleri etkilemeye çalışıyor, o yüzden gençleri bilinçlendirmek, bilgilendirmek de şart.

Derleyen: Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments