Egoist okur

Fatma Girik: “Bana ait olan her şey şahanedir”

Fatma Girik’le bırakın söyleşi yapmayı aynı ortamı paylaşmak şahaneydi, heyecan vericiydi. Benim için de öyle oldu; aklımda Fatma Girik’in efsane filmleri, ‘Söz Fato’da programındaki sert çıkışlarıyla gittim röportaja. Yanına vardığımda mavi gözleriyle bakıp gülümseyen bir kadın gördüm, tanıştık. İlk lafı şu oldu: ‘Yıllardır konuşuyorum, bıktım artık. Kendimle ilgili söylenecek ne varsa anlattım. Neyimi merak edecekler? Ne fotoğraf çektirmeyi seviyorum artık ne de röportaj yapmayı.’ Gene de sabırla cevaplamıştı sorularımı. Yaramaz bir çocuk gibiydi, dalgacıydı, komikti… Unutamadığım bir şey de şuydu ona dair. Röportaj yayınlanınca telefon açıp ‘Bunca yıllık sanatçıyım, ilk kez bir gazeteciyi arayıp teşekkür ediyorum,’ demişti. Nasıl da mutlu olmuştum.”

Bu sabah kaybettiğimiz büyük oyuncu Fatma Girik’i, öykücü arkadaşım Sibel Ateş Yengin‘in onunla yaptığı çok tatlı röportajla analım istedim.

Fatma Girik: “Bana ait olan her şey şahanedir”

Yüzlerce filmde oynamış birisiniz, ilk günkü gibi heyecan bitmiyor değil mi?

O duygu kaybedilse işin tadı kalmaz. Aşk gibi bu meslek. Katlanarak büyüyor. Başka başka tatlar alıyorsun. Mesela kendimden anlatayım; bir mağazaya giriyorum, bir elbise beğeniyorum hemen giyinip mağazanın aynasında sağıma soluma bakıp “Acaba Memduh (Ün) beni böyle beğenir mi? Alsam mı?” diye soruyorum kendime. Halbuki Memduh beğense ne olur, beğenmese ne olur? Sonuçta 92 yaşında bir adam, 69 yaşında bir kadın var ortada. Başka bir şey alsan ne olur değil mi? Ama yine de kendini ona beğendirmeye çalışıyorsun. Aslında bu çok da anlatılmıyor ancak yaşanıyor.

Onca yıllık ilişki o tazeliği koruyor mu gerçekten? Gerçi anlattıklarınıza bakılırsa heyecan hâlâ var…

Var ama o heyecanlı duyguların yerini farklı duygular alıyor.

Bu kadar yıl bir erkekle birliktelik sürdürmek zor değil mi?

Ben de sana sorayım; mesela biriyle beraber oluyorsun diyelim iki ay sonra başka bir adamla, üç ay sonra da başka bir adamla birlikte oluyorsun, bu zor değil mi?

Benim açımdan her defasında yeni bir erkek zor. Tanıdığım, bildiğim sular daha güvenlidir.

Tabii ya, tanıdığın biri işte… Kaşını kaldırdığı zaman sinirli mi? Elini beline koyduğu vakit ne oluyor? Ayağını hızlı hızlı salladı mı ne demek istiyor? Her şeyini biliyorsun. Sonra ne demekmiş bir o adam, bir bu adam. Öyle şey olur mu? (Gülüyor.)

Peki, hiç mi beğendiğiniz başka erkekler olmadı?

Beğenmekse yine beğeniyorum. Niye beğenmeyeyim? Mesela Tarkan’ı çok beğeniyorum ve çok takdir ediyorum. Onu beğenmek demek hemen “Ay ne güzel şu Tarkan’la da beraber olayım” demek değil ki. İşte söylediğim gibi bazı duyguların yerini başka duygular alıyor.

“Bir daha dünyaya gelsem yine Memduh’a âşık olurum, yine sinemada olurum, yine belediye başkanı olurum” demişsiniz. (Bu arada Fatma Hanım, “Evet, tabii, yine beğeniyorum, doğru,” diyerek söylediklerime büyük bir keyifle onay veriyor.) Bazen “Hayatım böyle gitti de acaba yan sokağa sapsaydım ne olurdu” diye hiç düşünmediniz mi?

Hiç öyle beni yolumdan saptıracak bir şey olmadı. Yan sokakta ne olduğu beni ilgilendirmedi. Bana ait olan her şey çok güzeldir. Benim evim en güzel evdir. Benim annem en güzel annedir. Benim annem en güzel yemeği yapar. Bana ait olan her şey şahanedir. Hiç kimseye imrenmem. Bakarım, “Ne güzelmiş” derim ya da “Evi de hoşmuş güle güle otursun” derim. Ama hiç (sesini değiştirerek) “Ay, keşke benim de olsa, keşke ben de böyle giyinsem,” demem. Böyle bir derdim yok.

Oyunculuğa ilk başladığınız yıllarda ‘en büyük rol, en güzel rol benim olsun’ gibi dertleriniz de mi olmadı?

Hayır, hayır. Senaryoyu alıyorsun eline, okuyorsun zaten oynarsan oynarsın. Oynayamazsan da oynamazsın ama o rolü aldığım vakit onun hakkını vermek isterim ve hakkımı da yedirmek istemem. “Şu sahneyi atalım, bu sahneyi atalım”, onu da yapmam. Tabii ki senaryo Allah’ın kelamı değil. İnsanlar artık dinde reform yapıyor, senaryo da değişir.

Peki, sizin döneminizde oyuncular arasında ayak oyunları, rol kapma savaşları olur muydu?

Bizim zamanımızda ne bu kadar zamparalık vardı ne de ayak oyunları…

Dönemin bütün ünlü isimleri aynı filmde oynardı…

Tabii, film şirketleriyle anlaşan böyle işletmeciler vardı. İki Fatma, bir Türkan, üç Cüneyt diye bir anlaşma yaparlardı. Bizim bir tek Hülya’yla şöyle bir şey olmuştu; “Kambur” filmi için Hülya kambur, Kadir İnanır da kör bir kemancıyı oynayacaktı. Hülya da “Ben kör olayım, Kadir kambur olsun, kambur rolünü oynamam” deyince ben hemen balıklama atlayıp kapmıştım o rolü.

Komşunuz film setlerine figürasyon götürürmüş, siz de annenizle gidermişsiniz. Çekim yaptığınız ilk günü hatırlıyor musunuz?

Kocamustafapaşa’da dört odalı bir evde otururduk. Verem Savaş Derneği’nin tam karşısında. Her odasında bir aile otururdu. Ön tarafta Yeni Sabah Gazetesi’nde çalışan biri otururdu, yanda biz, bir ihtiyar karı-koca, diğer odada bir hanımla oğlu. Evin tek tuvaleti vardı, herkes oraya girerdi. Sabah Gazetesi’nde çalışan figürasyon olarak setlere giderdi. Bizi de götürmeye başladı annemle. Sonra annem film setlerinden ayağımı kesip “Yeter artık ders çalışamıyorsun, okula gidiyorsun” dedi. Aslında ne yapıyorsun, tek göz odanın içinde oturuyorsun işte. Baktım bir gün Ahmet Tarık Tekçe geldi, yeni kurulmuş bir film şirketine götürdü beni. Sahibi de İranlı mıydı, neydi? Talat Gözbak vardı Clark Gable’a benzerdi. Onunla “Leke” diye bir köy filmi çekmiştik. Yakacık taraflarında.

Memduh Bey’in film setine gittiğiniz günü hatırlıyor musunuz?

Tabii. Marlen Dietrich’in “Mavi Melek” diye bir filmi vardı, onun Türkçe versiyonunu çekiyorlardı. Neriman Köksal’la Talat Artemel oynuyordu. Amerikan barda oturacak birine ihtiyaç vardı. Memduh da “Güzel bir kız seçin de bara oturuversin” dedi. (Gülüyor.) Beni seçtiler. Gittim oturdum bara. Ama Memduh, “Bunun elbisesi de çok beyazmış” deyince Nerimancığım hemen yerinden kalkıp “Memduhcuğum, ben onu şimdi güzelleştiririm” deyip geldi yanıma ve renkli eşarbını boynuma bağladı, ardından çıkarıp rujunu sürdü. Allah’ım ne tatlı kadındı! Ben de küçük şıllıklar gibi. (Kahkahalar…)

Memduh Bey sizi o zamanlardan mı görüp beğenmiş?

O zaman değildi. Çok sonraydı.

Sizin ilginizi çekmiş miydi?

Çekiyordu canım çünkü bütün kadınların ilgisini çekiyordu, ben de “Kim bu?” diye bakıyordum.

O zamanlar kafanıza koymuş muydunuz?

Yok canım! Kocaman, kazık kadar adam yahu.

Bir yönetmen ve bir oyuncu aynı evi paylaşınca hep filmlerden mi konuşulur?

Film bile konuşulmasa da konuşacak çok lafımız vardır. Bitmiş değil. Ben artık yemek istiyorum, hadi ara verelim.

Yaramaz çocuklara benziyorsunuz…

Ben mi? Bu yaşta, yok canım. (Gülüyor.)

Boşuna “Erkek Fatma” dememişler…

(Vücudunu göstererek) Erkeğe benziyor muyum hiç? Erkekler beni kendilerine mâl etmek istiyor. Bakar mısın şu kele? (Balkonda çalışan bir set görevlisini göstererek…) Şu kelle benim nerem benziyor? O kel, bense saçlı, kaşlı bir kadınım. (Kahkahalar arasında saçlarımı fark ediyor…) Senin saçların mor mu? Niye böyle yaptın?

Renkli olmayı seviyorum… En çok sevdiğiniz filminiz hangisiydi?

Sevmediğim hiçbir filmde oynamadım. Vallahi hepsini severek oynadığım için bilemiyorum. Hangi filmimi seyredersem ona âşık oluyorum.

Genç oyunculardan beğendiğiniz, “Bunda ışık var” dediğiniz birileri oluyor mu?

Ben yeni insanları seviyorum. Gençleri seviyorum. “O kötü, bu kötü” diye düşünmüyorum. Olur. Ben de bir sürü yerden kovuldum, bir sürü yerden atıldım ama hiç yılmadım. Memduh’a, “Bu yeteneksiz bir kız, niye bununla uğraşıyorsun” diyorlardı. Memduh “Ben onda bir ışık görüyorum” diyordu. Bazen öyle bir rol gelir ki kendini gösterirsin. (Yerinden kalkmaya hazırlanıyor…) Haydi çocuklar, gitmem lazım, set bekliyor.

İlk kazandığınız maaşınızla ne aldığınızı hatırlıyor musunuz?

İlk kazandığım para mı? Maaş deyince aklın kendi işine gitti herhalde. (Kahkahalar…) Ne yapacağım parayı, anneme, babama vermişimdir herhalde. Şimdi hatırladım bir mavi keten elbise ve bir kilo da muz almıştım.Hep mavi bir elbisem olsun isterdim. Bir hayalim de muz yemekti. İlk kez muz yediğimde 14 yaşındaydım. Bizim zamanımızda muz yemek o kadar kolay değildi, öyle her yerde bulunmazdı. İlk kazancımla muzumu yedim, o çok istediğim mavi elbiseyi giydim. Paranın kalanını da anneme vermiştim.

Çocukluğunuzdan başka nasıl anılar yer etmiş belleğinizde?

Yoksul bir çocukluk geçirdim ama güzel günlerdi aslında. Anneannem medresede kalırdı, biz de Kocamustafapaşa’da, Verem Savaş Derneği’nin tam karşısında otururduk. Çoğunlukla medresede kaldığımız için bütün çocukluğum oralarda geçti. Sayımız öyle az buz değildi; ben, dayım, anneannem, kız kardeşim… Küçücük bir odaya sığıveriyorduk. Düşününce şaşırıyorum. Tuvaletler ortaklaşa kullanılırdı. Tuvalet dediğim de üstü açık barakalar. Kışın kar yağardı üstümüze. Gece oldu mu herkes kapıların önüne yatağını sererdi.

Çocukken bir gün at arabasının altında kalıyormuşsunuz, çok mu haylazdınız?

Her çocuk kadar ben de yaramazdım. Çok meraklı ve hareketliydim. Medresenin her sokağını karış karış bilirdim. O zamanlar bu kadar çok gelen de yoktu. Şimdi hangi ülkeden istersen turist dolu. Tabii o zamanlar at arabaları vardı. Dediğin gibi yolun karşısına geçerken dört atın çektiği bir at arabasının altında kalmıştım. Neyse ki bakkalı, manavı, marangozu vardı da beni çekip aldılar arabanın altından. Şansım varmış ki bir şey olmadı.

Peki, çocukluk aşkınız var mıydı?

Pek çocukluk aşkı denmez ama bir kişi vardı. Okula tramvayla giderdim. Her gün tramvayda bir gençle karşılaşıyordum ama sadece bakışırdık. O zamanlar 25 kuruşa biniyordun tramvaya. O da ben ne zaman binsem yol paramı öderdi. Gel zaman git zaman konuşmaya başladık. Konuştuğumuz şeyler incir çekirdeğini doldurmazdı. Tek konumuz derslerim olurdu. Sonradan anladık ki benden 6 yaş büyük teyzemle de konuşuyormuş çocuk, ikimizi de idare ediyormuş anlayacağın. (Kahkahalar…)

O dönemlerde çalışan kadın olmak zor muydu?

Ne kadını, 14 yaşındaydım. Sonraki yılları soruyorsan kadın olarak çalışmak hiç de zor değildi.

Belediye başkanlığı yaptığınız dönemle şimdiki belediyecilik anlayışını kıyaslasanız şimdiyi nasıl buluyorsunuz?

Hiç ilgim yok. Zaten ilgim yokken belediye başkanı oldum. Sonra ilgim oldu, o zaman da bitti. (Gülüyor…)

Eski filmlerinizden yeniden çekilmesini istediğiniz var mı?

Hiç sevmem öyle şeyleri, istemem. Bir kere yapılmış bir şeyin bir daha yapılmasından yana değilim.

Yüzlerce insan tanımış, sahne deneyimi olmuş, belediye başkanlığı yapmış biri olarak bu hayata dair kadınlara söyleyebileceğiniz ne var?

Mesela bir kadın evi yaptık, benden sonra gelen kadın kapattı orayı. “Niye kapattın kardeşim?” diye sorduk,“Badana, boya, temizlik yapacağız,” dedi. Benim zamanımda açılmış bir kadın evini kapatıyorlarsa, üstelik de bir kadın kapatıyorsa, düşün artık ötesini. Allah rahmet eylesin Duygu Asena, “Bir kadın evi yap,” deyip dururdu. Yaptık. Hiç kimse de “Bu kadın evi niye kapandı?” diye sormadı. Ne diyeyim şimdi? Kendimi bildim bileli Kadınlar Günü için çağırırlar, gidersin, hep aynı şeyleri söylersin, aynı şeyleri dinlersin, döner gelirsin. Öbür sene 8 Mart’ta gene gidersin, gene aynı şeyleri söylersin. Yeter ya! Bir gün Kadından Sorumlu Devlet Bakanı olacağım. Yanlışlıkla Fatma Şahin olmuş, Fatma Girik olacaktı. (Gülüyor, o esnada gözü bir ağaca takılıyor ve bir çocuk edasıyla hayretle dallarında ne kadar çok erik olduğunu gösteriyor.)

Bu hayatın size sunduğu en büyük hediye nedir?

Yeteneğim hayatın bana sunduğu en büyük armağandır. Yeteneğim oldu, gerisini de kıvırıyorum zaten. (Üzerine basa basa söylüyor…) Her şeyi yapıyorum.

Hep böyle olumlu mu düşünürsünüz?

Hep hep böyleyim. Ben hiç daha keşke böyle bir arabam, böyle bir evim olsun demedim. Keşkelerim yok. Keşkelerim günlük olaylardan ibarettir. Mesela bir gün boşumdur, sinemaya mı gitsem, kitap mı okusam, evi mi yerleştirsem, o film daha uzun süre oynar, dur onu yapayım bunu mu yapayım derken, “Ay keşke şunu yapsaydım,” derim en fazla. Budur. Günlük keşkelerim vardır.

Hayatınızdan memnunsunuz o zaman…

Çok mutluyum, çok memnunum. Hayatımda hiçbir şeyin fazlasında gözüm olmadı. Hiçbir zaman da olmadı.

Altın Kızlar dizisi ve oynadığınız rol şahaneydi, keşke devam etseydi…
Ben zaten en başından “O yaşlı kadını oynarsam olurum bu dizide,” demiştim. Güzel bir projeydi, çok seviyordum. O projeyi Türkçeleştirdiler. Tezata bakın. Evde çalışıp para kazanan yok. Nevra’nın (Serezli) oynadığı karakterin ne iş yaptığı belli değil, Türkân (Şoray) bir yerde sekreter… Benim kızımı oynayan,öğretmenlik yapıyor, öğretmenin de aldığı maaş belli. Hatırlarsan dizide onlara “Siz motor musunuz, bu şahane evde nasıl oturuyorsunuz?” diye soruyordum. (Kahkahalar…)

Nevra Serezli’nin oynadığı karakter sürekli erkeklerle birlikte olur bir türlü de mutluluğu yakalayamazdı…
Olsun, onlar çok güzeldi. Kadınlar 40’ından sonra azmışlar, çok hoştu. Onlar olsun. Mesela eskiden filmlerde randevuevleri yapardık. Tüller, morlar, pembeler, kadın gelir, hafif loş ışıkta soyunur, kendini bir atar, bir havalar… Öyle şeyler yapardık. Ama bunların her odası randevuevi odası gibiydi. Ayol hangi parayla yapıyorsunuz bunları! Halbuki küçük bir tahta ev olur, babadan, anneden kalmıştır o ev. Cumbalıdır, yürüdükçe merdivenleri çatır çutur eder. Evin bir tuvaleti vardır, herkes girmek için sıra bekler. Bunlar böyle olursa güzel olur. Yoksa neydi o bizim çekim yaptığımız evin hali! Adama sormazlar mı nereden geliyor bu değirmenin suyu diye…

Sibel Ateş Yengin

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments