Anılarıyla, şarkılarıyla ve son röportajıyla FİKRET ŞENEŞ
Bir süredir pop gecelerinde şunu fark ediyordum: Şarkıları uslu uslu dinleyenler sıra onun şarkılarına gelince canlanıyor, adeta şarkıyı yaşar hale geliyordu. “Anlamazsın”, “Bambaşka Biri”, “Uykusuz Her Gece”, “Kimler Geldi Kimler Geçti”; herkesin bir Fikret Şeneş şarkısı vardı. Ve istisnasız hepsi kadının özgürleşmesine, bağımlılıklarından, mecburiyetlerinden kurtulup kendi ayakları üzerinde dimdik durabilmesine dairdi… Pop müziğimizin ilk kadın şarkı sözü yazarı Fikret Şeneş, “Kapı açık, arkanı dön ve çık” diyen bir dişi ses yaratarak kadınlara bağımsız olabileceklerini göstermişti. “Feministler bir ara beni benimsedi ama ben feminist değilim; kadının da erkeğin de haksızlığa uğraması aynı derecede yaralar beni” demişti röportajımızda.
Daha önce yazmıştım; hayatıyla ilgili bilgi toplarken beni en heyecanlandıran şey, bu işe 40’ından sonra başlaması olmuştu. Demek ki hiçbir şey için geç değildi. Bunun bana ne kadar umut verdiğini, yapmak istediklerim konusunda yüreklendirdiğini kendisine de söyleyebilmiştim. Fikret Şeneş’i o röportajla anmak istiyorum…
“Gece evdekilerin yatmasını bekleyip radyoyu kısar, kulağımı dayarak cızır cızır caz dinlerdim”
Uykusuz Her Gece gibi şarkı sözleriniz pop dinleyicisini ilk kez bağımlılıklarından, mecburiyetlerinden kurtulup kendi ayakları üzerinde durabilen kadınlarla tanıştırdı. “Kapı açık, arkanı dön ve çık” diyen bir kadın yaratarak kadınlara bağımsız olabileceklerini gösterdiniz…
Çocukken bile müthiş bir adalet duygusu vardı bende. Leylî okuduğum Arnavutköy Kız Koleji’nde yoktan kavga ederdim birileriyle. Sadece bana değil, başka birine haksızlık edildiğinde de… Mesela ortaokulda yemekleri beğenmediğim için isyan çıkarmış, koca koca ablaları bu isyana katılmaya ikna etmiştim. Bomboş yemekhaneyi gören müdiremizin yüzünü unutamam. Odasına çağırtıp “Sakın gizleme, bu işin altında sen varsın” dedi. Anlattım ben de yemekleri beğenmediğimizi. “O zaman ineceksin aşağıya, ne istiyorsan tarif edeceksin, ona göre pişirecekler” dedi. Şafak attı tabii. Yemek tarifi bilir miyim ki ben? İki gün sonra süklüm püklüm gittim, “Düzeldi efendim, öğrettim aşçılara, yemekler artık güzel çıkıyor” dedim.
Gururunuza da leke sürdürmemişsiniz ama. Hakkını arayan biri mi oldunuz hep?
Haksızlığa hiçbir zaman tahammül edemedim. Birine haksızlık edildi mi, bir yolsuzluğa tanık oldum mu, tutamam kendimi, söyleyeceğimi söylerim. Feministler bir ara beni benimsedi, ama ben feminist değilim. Çünkü kadının da erkeğin de haksızlığa uğraması aynı derecede yaralar beni.
Öğrendiniz mi daha sonra yemek yapmayı?
Mutfakta elim çok iyidir. Ajda sufleme bayılır. Değişik bir tarifim vardır, bana özel… Acayip lezzetli olur.
Müzikle alakanız var mıydı o yıllarda?
Annem de babam da müzik severdi. Ud çalınırdı evde, klasik Türk müziği dinlenirdi. Bense gece yatmalarını bekleyip radyoyu kısar, kulağımı dayarak cızır cızır caz dinlerdim. Konservatuarda da okudum bir yıl. Hiç unutmam, seçme sınavında Schubert’in “Serenad”ını söylemiştim, hiç kesmeden sonuna kadar dinlemişlerdi. Şişman bir kadınla Ferdi Statzer vardı. Şişman kadın heyecanla ayağa kalkıp kimlerden ders aldığımı sormuştu. Oysa hiç ders almamıştım ben, bildiğim her şeyi radyodan öğrenmiştim.
“18 sene sürünmek demekti evlilik. Halbuki kolejin en havalı en sükseli kızıydım, paylaşılamazdım”
Niçin bitirmediniz konservatuarı?
Âşık oldum çünkü. Okulu bitirir bitirmez bizimkilere gidip “Biz sevişiyoruz” dedik. Annem ağladı sızladı, babam hiddetlendi, sonra ister istemez ortalık sakinleşti. Evde kalırım diye korkuyordum herhalde. (Gülüyor.) Arkadaşlarım arasında ilk evlenen ben, ilk doğuran ben… 18 sene sürünmek demekti evlilik. Halbuki kolejin en havalı en sükseli kızıydım, paylaşılamazdım. Meğer parasız pulsuz bir hayat bekliyormuş beni. Gerçi genciz ya, parasızlık filan da umurumuzda değildi, sevişip duruyorduk.
Çalışmıyor muydunuz?
Hayatımda hiç çalışmadım ben. Evlendikten, çoluk çocuk yaptıktan çok sonra gece hayatını keşfettim. O zamanlar gece hayatı muazzamdı. Ne istersen dinleyebilirdin. Beyoğlu’nda Lale Sineması’nın karşısındaki sokakta bir yer vardı, gece 12’den sonra jam session yapılırdı. Başka yerde sahnesi biten sanatçılar oraya caz yapmaya gelirdi. Mikrofon elden ele dolaşırdı, piyanonun başına biri oturur biri kalkardı. Nişantaşı’nda Kulis vardı. Aman ne güzel eğlenirdik. Kavga gürültü olmazdı. Ömrümüzde ne küfür duyduk, ne bir kötü laf. Şimdiki gibi ticaret için değil, müzik için gidilirdi oralara.
Evliliğiniz ne zaman bitti?
Parasız, pulsuz sürünüyorduk dedim ya, 18 senelik evliliğimin son birkaç senesinde talih yüzümüze güldü, para kazanmaya başladı çocukcağız. Eh, para kazanan erkeğin gözü dışarıda gezinmeye başlar. Bedri Bey de bir sevgili buldu kendine. Kimdi biliyor musunuz? Seneler, seneler sonra benim batı müziği sanatçısı yaptığım Gönül Yazar. Biz boşanınca, evlendiler. İkinci aya kalmadan Gönül bunun kafasında bir şişe patlattı, duyunca içimden “Eline sağlık kızım” dedim.
“İhtilal patlamıştı o sene ve ben ihtilalin içine aşkla girmişim. İhtilal kurbanıyım, diyelim…”
Ama ben hâlâ sizin efsanevi aşkınızı merak ediyorum…
İhtilal patlamıştı ve ben ihtilalin içine aşkla girmişim. İhtilal kurbanıyım, diyelim.
Nasıl oldu?
Aslında şarkı sözü yazmaya başlamıştım. Erol Büyükburç’a ve İhsan Kayral, Haldun Özdemir gibi şarkıcılara… Askerlik dairesinde gibiydi bizim caz dünyamız, erkek şarkıcılar ağırlıktaydı. Askere gittiklerinde bile mektuplar yazarlardı, ödleri kopardı benden. Böyle 13 tane İngilizce şarkı sözüm vardır. Bugün biraz sevimsiz bir mahluğa dönüştü ama ama o zamanlar adeta prensti Erol Büyükburç.
Anlatsanıza…
Oğlum Ahmet Tarabya Oteli’nin bahçesinde çalışıyor, Celal daha küçücük… Ben de Kulüp Reşat’ın altındaki mekana gidip geliyorum. Atatürk’ün kızı Ülkü ve kocası, Kerim Beyazıt, Rus şarkıcılara benzettiğim şahane sesli Işıl Yücesoy; böyle bir arkadaş grubumuz vardı. Salıları batı müziği gecesi yapıyoruz. Beş parasız olduğumuz için, gündüzden rezervasyon yaptırıp yemeği evde yiyoruz, içkimizi de içiyoruz. Kulübe üzerimizde bir tek bahşiş parasıyla gidiyoruz. Erol Büyükburç yeni yeni parlıyor… Bir oğlan ki aman yarabbi, tablo gibi ağzı burnu, şarkı söylerken güzelleşiyor. Ajda’nın öyle bir sorunu vardı başlangıçta, dudakları inceydi, sonra onu halletti. Artık şarkı söylerken çok güzel oluyor. Neyse, İstanbul’un bütün kızları Erol Büyükburç’a âşık. Bir tek benim ona âşık olmayan. Çok hoşlanıyorum, o ayrı. Peşimi bırakmıyor Erol. Yanı sıra biri daha dolaşıyor arkamda. Bıyıklı bir adam, üniformalı. İlk defa bir askeri bu kadar yakından görüyorum, başka da bir özelliği de yok benim için. Çarpıyor, özür diliyor, konuşmaya çalışıyor, ilgilenmeyip sırtımı dönüyorum hep. Müzik peşindeyim sadece, o mekandan bu mekana geziyorum.
“Sevişirken anlaşan iki vücut arasındaki yoğun tensel çekim vardı bizde, başka da bir şey yoktu”
Yoksa o mu?
Evet işte o, az önce sorduğun kişi, bütün şarkılarımı yazdığım adam. Benim o adamla karşılaşmam gerekiyormuş ki o şarkılar yazılabilsin. Gene böyle peşimde dolaştığı bir gece elimdeki içki bardağını üzerine boca ettim yanlışlıkla. Özür dilemeye çalışıyorum ama baktım aldırmıyor hatta beni dansa kaldırmak istiyor. Erkekler bir şeye inandıklarında, onu doğru sanırlar. Aradan bu kadar yıl geçti, o hâlâ içkiyi üzerine bilhassa döktüğüme inanıyor. Ayol seni fark etmedim bile.
Fark etmişsiniz gibi geldi bana da…
Bilemem, ama böyle tanıştık. Farkında değildim, ama yepyeni bir devir açıldı hayatımda o gece.
Fırtınalı bir ilişkiymiş…
Tutkulu bir ilişkiydi. Aslında su ile yağ gibi katiyen bir araya gelemeyecek, müşterek hiçbir yönü olmayan iki kişiydik. İnançlar ayrı, prensipler ayrı, yaradılış ayrı, yetiştiriliş ayrı. Sevişirken anlaşan iki vücut arasındaki yoğun tensel çekim vardı, başka da bir şey yoktu. Haliyle anlaşamadık.
İlk Türkçe şarkınızı onun için yazmışsınız…
Yok, Tanju Okan’ın ısrarıyla Strangers in the Night’a söz yazmıştım. Çok acayip gelmişti bana, hiç olur mu Türkçe şarkı diyordum. Ama asıl patlama 1868’de Semiramis Pekkan için yazdığım şarkıyla gerçekleşti. “Olmaz, olmaz, bu iş olamaz…” Büyük hadiseydi. Bıyıklıya kızmıştım. Kızgınlığımı göstermek için de başkasıyla evlenmişim, bu sefer o bana kızmış evlenmiş.
“Sildim onu, ama unutmadım da…”
Sevgiliye kızıp başkasıyla evlenmek… Hiç çekinmiyormuşsunuz.
Yapmak zorundaydım. Kumaş yırtılmış bir kere, orayı başka bir kumaşla yamaman lazım, böyle yapmazsan o yırtık büyür ve tüm hayatını kaplar, içini zehirler. Ya ölürsün, ya öldürürsün. Acıya ne kadar dayanıklı olduğuna göre…
Pop müziğimizin ilk kadın şarkı sözü yazarı olduğunuzu düşünürsek, mutsuz aşkınız size bir devrim yaptırmış aslında.
O da bilsin istedim. Buluştuk, koydum plağı cebine, dinlesin diye. Evinde karısı var tabii. Ama bak, o evlendikten sonra beraber olmadık biz. Bana ait bir insan, sevdiğim erkek kalkıp bir başkasına gidecek, ben de onu hiçbir şey olmamış gibi kabul edeceğim. Olmaz öyle şey! Elini tutmadım bir daha. Bana ait değildi artık. Sildim onu, ama unutmadım da.
Ne sevmekten vazgeçmişsiniz, ne boyun eğmişsiniz…
Boyun eğmemek kuru kuruya yapılacak şey değildir. Önce kendindeki defoları düzeltmen gerek. Yanlış yapmamalısın, kendini sevmeli, yükseltmelisin ki, karşındaki sana değersiz muamelesi etmesin. Verici olacaksın, duygularında cimrilik etmeyeceksin, o zaman karşılığını mutlaka alırsın. Sevilmeyi istemeyen kimse yoktur. Tabii zamanla, bir şeyleri tecrübe ettikçe öğreniyor insan bunu. Ben de galiba aslında birkaç yıl önce olgunlaştım. Birkaç yıldır onunla arkadaş olarak da görüşmeyi reddediyorum.
“Erkeğe yalan yakışır”
Bu ilişkiden ne öğrendiniz?
Valla, ben sana bir şey söyleyeyim mi, insanlar öğrenmez, hepsi bıraktığı yerden devam eder. Yaşadıklarının kenarından köşesinden biraz tecrübe koparabilirsen, o senin en büyük kazancın. Ama elini ateşe tutmadıkça öğrenmiyorsun, illâ yanacak o el, yanmadıkça akıllanmıyorsun. Hem hata bilmeyerek yapılmaz. Her insan hata yaptığını bilir, gene de yapar… İki tezim var… Birincisi şu: Yalan erkeğe yakışır. İnsanlar hata yapabilir, erkekler haydi haydi yapar. Yalan söylemek böyle durumlarda son derece asil bir harekettir. Seni dürüstlüğüne ikna edene kadar uğraşıyorsa bir erkek ve inandırabiliyorsa söylediklerine, o erkek hakiki erkektir. “Yaptımsa yaptım, sana ne?” diyen erkek çok fena.
Fikret Şeneş ve Ülkü Aker bir dönemim unutulmaz kadın söz yazarları. İkisinin de şarkılarını çok severim.
Enfes bir röportaj