Fırat Demir yazdı: Sezer Duru’dan HOŞ HİKAYELER
Açgözlüler, varyemezler, hüsnü kuruntular, çabuk heyecanlanıp zor gözyaşı dökenler. Sezer Duru sanki büyük bir müzikale karakter seçiyor. Sahne, sürekli yeni insanlarla doluyor. Bir karakteri, hemen, öteki takip ediyor. Herkes nefes nefese kalırken, Duru konumundan zerre sarsılmıyor. Duru edebiyatının özeti bu, daralan anlara sığdırılan öz ve herkesin gelip geçiciliğinde kendi kalabilmek. “Hoş Hikayeler”, bu bağlamda yazarın “Beyaz Gecelere Doğru” kitabıyla benzeşiyor. “Beyaz Gecelere Doğru”da peşi sıra fotoğraflar gibi ülkeler geçerdi Duru’nun elinden; “Hoş Hikayeler”deyse insanlar, haller.
Sezer Duru’nun Edebi Şeyler’den çıkan kitabı Hoş Hikayeler’i şair Fırat Demir yazdı. New York’ta yaşayan Demir halen çeşitli gazete ve dergilere köşe yazıları, sanat eleştirileri kaleme alıyor, röportajlar yayımlıyor. “Yeni Cüret Çağı” adlı bir şiir kitabı var.
Turkuaz renkler, Türk-i haller
Sezer Duru ile bir türlü tanışamadım fakat onun peşini de bırakmadım. Birkaç yıl önce bir sanat dergisinin edebiyat ekini hazırlıyordum. Ek, Leyla Erbil’in ölümünün ardından, Leyla Erbil’in anısı için yayınlanacaktı. Hemen Sezer Duru’dan bir yazı istedim. Ek yayınlandıktan sonra beni kovdular. Editörlük denen şeyi sevmediğimden mi, kovulmayı yediremediğimden mi kendi hazırladığım işe yabancılaştım. Sonrasının peşine düşmedim. Eki Sezer Duru’ya göndermeyi unutmuşlar. Haftalar geçtikten sonra öğrendim. Sezer Duru da haklı olarak bana kızmış.
Sonra Duru’dan bir de 13. İstanbul Bienali’ne paralel yayınlanan, benim seçtiğim yazarların ve şairlerin yazdıklarıyla oluşan ‘Hala Barbar Mıyız?’ kitabı için yazı istedim. Bir gün sonra iki sayfalık, tertemiz, keskin bir yazı karşımdaydı. O kitaptaki en sevdiğim yazılardan biri olduğu için, biraz daha uzatabilir misiniz, diye sordum. Maksadım daha çok okuyabilmekti. Cevabımı aldım: “Fırat Bey, uzun yazılar yazma niyetim hiç olmadı.” Aklımdaki Sezer Duru imgesi bana bir kere daha kaşlarını çatmıştı.
İki durumda da mahcup olmuştum. Ama bir yandan Sezer Duru’nun çatık kaşlı hali hoşuma gidiyordu. Yazıları gibiydi, netti. Biri bana net bir karşılık verdi miydi, durum ne olursa olsun, heyecanlanıyordum. Zamanımızın laçkalığından, sinsiliğinden sıyrılmış gibi hissediyordum. Hem bu netliği kadın dünyasının gücü olarak görüyordum, bu güce erkek egemen bir yazı dünyasında ihtiyaç duyuyordum.
Tuhaftan hoşa
Sezer Duru, yeni kitabı “Hoş Hikayeler”de hem kaşlarını çatıyor, hem de yanağına ince bir gülüş konduruyor. Duru’nun uzun yazılar yazmayaysa hiç mi hiç niyeti yok. Keza “Hoş Hikayeler”, 56 sayfalık bir eser. Her hikaye, en fazla üç sayfaya taşıyor, bazen bir paragrafta kapandığı bile oluyor. Bu bir ekonomi değil. Bu dilin matematiğinde “ağır” bir yeniden düzenleyiş. Duru, bir sözcük orkestrasyonu ile gereksiz her şeyi sınır dışı ediyor. Dil, yazarın sesinin berrak bir taşıyıcısı olmak zorunda kalıyor. Duru’nun kaleminde Türkçe kendi gölgesinden önce silah çekebilecek kadar hızlı bir nişancı!
Hız bir kere kesilmiş, o da ta en başta, kitabın yayınlanmasından önce. Kitabın ismi “Tuhaf Öyküler” olacakmış, öyle anlatıyor Duru önsözde. Sonra bu isim Duru’nun arkadaşı Aras tarafından aşırılmış ya da Leyla Erbil’in “Tuhaf Bir Kadın”ını çok fazla anımsatmış. Yani Duru’ya yanaşmamış. Duru’nun bir isim bulamayıp yayınlanışını geciktirdiği kitabı “Hoş Hikayeler” diye çağıransa, Metin Celal’miş. Ne farkeder, demeyin. Tuhaf’ın “hoş”a evrilmesi, “Hoş Hikayeler”in başlangıç noktası. Keza “tuhaf”lık halinin kabulü, bu hikayeleri “hoş” görmek için dayanmamız gereken bir eşik. Duru bu eşikten nasıl atladığını anlatarak aslında kitabının koordinatlarını belirtiyor. Duru, “tuhaf”ı kendine saklıyor, “hoş”u yazma oyununun işaret fişeği yapıyor, “öykü”nün yerine de daha bulutsu, “hikaye” geliyor.
“Hoş Hikayeler”, bir “gözlem” kitabı. Fakat gözlemin o kalabalık masasına da oturmuyor. Duru, dimdik ayakta ve kimseye gerektiğinden fazla vakit ayırmıyor. Uçucu ve görünmez bir varlık gibi alanlara doluyor ya da birinden ötekine ışınlanıveriyor. Kaş sahillerinden Baudrillard’lı yemek masalarına, anlar/kişiler Duru’nun bakışıyla başlayıp bitiyor. Metinlerin saçılmasını önleyense, yine yazarın kendisi oluyor. Bu metinlere belki de anlatı demek adaletli bir isim vermek olur. Anlatı çünkü metinlerin merkezinde bizzat Duru beliriyor. İşbu “benlik” hali yoğun “Hoş Hikayeler”de anlatıcının sesi, giderek bir karaktere dönüşüyor. Son dönem edebiyatımızdaki karakter eksikliği üzerine düşünenler, Duru’nun kendi sesini nasıl cisimleştirdiğini, merkezileştirdiğini görmeli. Merkez, çekirdek bu kadar iyi tanımlandığındaysa görüş alanı genişliyor ve gözlemci en tepeye kadar çekilebiliyor.
Belli ki o tepeden Türkiye gayet net gözüküyor. “Hoş Hikayeler”in rengi, turkuaz. Derdi de, Türk-i Haller. Bu turkuaza bazen “Kuzeyli Çılgın Ziyaretçi” bulanıyor, bazen de, uzaktakini buralara taşımaya gerek yok, emekli memur Engin, en hakikisinden Türk-i Haller neymiş bize özetliyor. Türk-i Haller takip edildikçe, bir sınıfsallık sorgusunun da kapısına dayanıyoruz. Duru, yakın çevresinde ‘kaydettiği’ anları kendine has bir mesafeden anlatırken, aslında hem bir ülkenin duygusal topografya haritasını çıkarıyor, hem de bu haritadaki yükseklikler ve alçaklıklar altındaki yegane sebepleri deşiyor.
Açgözlüler, varyemezler, hüsnü kuruntular, çabuk heyecanlanıp zor gözyaşı dökenler. Duru sanki büyük bir müzikale karakter seçiyor. Sahne, sürekli yeni insanlarla doluyor. Bir karakteri, hemen, öteki takip ediyor. Herkes nefes nefese kalırken, Duru konumundan zerre sarsılmıyor. Duru edebiyatının özeti bu, daralan anlara sığdırılan öz ve herkesin gelip geçiciliğinde kendi kalabilmek. “Hoş Hikayeler”, bu bağlamda yazarın “Beyaz Gecelere Doğru” kitabıyla benzeşiyor. “Beyaz Gecelere Doğru”da peşi sıra fotoğraflar gibi ülkeler geçerdi Duru’nun elinden; “Hoş Hikayeler”deyse insanlar, haller.
Bu kısacık kitap bir solukta bittiğindeyse okur bir bilinçle karşı karşıya kalıyor. Duru’nun çağdaş bilinciyle. “Çağdaşlık”, hem adalet kadar herkese ait, hem de bir tekillik, biriciklik, kendilik. Hoş ile hikayeler arasına kocaman bir boşluk koyalım, o boşluğa Duru’nun anlattıklarıyla birlikte yeniden bakalım. Hoş olan, kendini ilan etme gereği duyuyor, hoşluğuyla kendini sakınıyor. Hikaye olansa, aramıza katılıp anlatmak, yorumlamak, anlam aramak istiyor. Sezer Duru tam ortada, bizim için iki uca da dokunuyor.
Fırat Demir
Subscribe
0 Comments
oldest