Fırat Demir’den “Öte Geçeler” için 13 şarkı
Çok sevgili Fırat Demir, 160. Kilometre’den çıkan ikinci şiir kitabı “Öte Geçeler”le okur karşısında.
Kitaptaki şiirleri “yolda” yazmaya başlamış. “Otostopla Doğu’yu geziyor ve bindiğim her arabaya bir önceki arabanın şoförünün adını veriyordum. Ve her arabaya kendimi başka türlü tanıtırken aslımı, gerçekte kim olduğumu unutmamak için zihnimde çok sevdiğim albümleri, müzisyenleri, şarkıları tekrarlıyordum” diye anlatıyor.
Anlayacağınız, bu kitap müzik olmazsa yazılmayacaktı belki de. Müzik “Öte Geçeler”i oluşturan karmaşanın, peyzajın vazgeçilmez bir parçası. Fırat Demir, bu peyzajı oluşturan bütün o dağların, taşların, ovaların, çöllerin, savaşların, gecelerin, büyülerin, kervanların, buğday arabalarının, uzak diyarların, kardeşlerin, annelerin, gelinlerin, cadıların, şairlerin, atların, kertenkelelerin arasında duyguların kökenini arayarak dolaşıyor. Ve kulaklığından Suede’i, Kate Bush’u, David Bowie’yi, Nico’yu, Klaus Nomi’yi, Morrissey’i dinlerken “eline verilmiş olan kaderi” anlamak için de malzeme topluyor. Seveceksiniz.
Ve ayrıca Egoist Okur için hazırladığı aşağıdaki şarkı listesini de çok seveceksiniz. Son zamanlarda dinlediğim en iyi seçki… Sanki benim için hazırlanmış gibi. Klaus Nomi’nin unutulmamış olması ise kesinlikle harikulade.
Gülenay Börekçi
Fırat Demir’den “Öte Geçeler” için 13 şarkı
Suede, So Young
Kiralık evler, yoksulluk, varoş delikanlıları, devlet okulları, uzanıp yattığım yatağım, tuhaf bir erkekliğim. Sonra çocukluğumu bitiren bir şarkı. Beni güzelleştiren Suede. Herkes ruhunun yankısına bir şarkı seçse, ben Suede’i seçerim.
Suede olmasaydı kendi yüzümü bulamazdım.
Kate Bush, And Dream of Sheep
Öte Geçeler’i yolda yazmaya başladım. Otostop çekerek Doğu’yu geziyordum. Bindiğim her arabaya bir önceki arabanın şoförünün adını veriyordum. Her arabaya kendimi başka türlü tanıtırken aslımı unutmamak için aklımda çok sevdiğim albümleri, şarkıları tekrarlardım. Yola en çok yanaşan: Kate Bush.
George Michael, Strangest Thing
George Michael’ın müziği anlaşılamadı. Kimselere nasip olmayan bir kişisellikte müziğini kendisine kale yaptı. Ama o kale her seferinde yıkıldı. Yıkıntıdan yükselir: George Michael’ın AIDS yüzünden ölen erkek arkadaşına ağıtı.
Nico, Secret Side
Nico, “Öte Geçeler”in en büyük ilhamlarından biri. Bir an bile ışık sızmayan bir trajedi onunkisi. İlk kitabımda, “Bir Anadolu Göçü” şiirinde Nico’yu ailemin kiralık evine, sobamızın yanına getirmiştim. O, beni terk etmeye çağıran üzüntünün solgun yüzüydü. Sonra yazdığım kaderim olup “göç” başladığında elime haritayı Nico tutuşturdu: Lanetliler, şafak vakti sevgilisini bekleyenler, dağın tepesine tüneyen kartallar, uğursuzlar, büyücüler… zamansızlığın içinde her şeye değip bir aşka değmeyenler.
David Bowie, Word on a Wing
Bowie’nin yüzüne düşen şimşek benim de yüzüme düştü. Ona bakarken hem yere, hem göğe bakarım. Bana her şeyi gösterir. Faustyen albümü “Station to Station”, Suede’in “Dog Man Star”ı ile birlikte üzerine gitmem gereken karanlığın sesleriydiler. Evden günlerce çıkmayıp “Öte Geçeler”e kapandığım günlerde, kaybolma isteğim ile bir ideale olan inancım arasında hep bu şarkı çaldı. Şeytan’a mı, melek’e mi yazıldığı belirsiz bu dua.
Klaus Nomi, Cold Song
Klaus Nomi: uzaydan geldi, insan bedenine indi, o beden Nomi’ye ihanet etti. Bu videoda “new wave operacısı” Nomi, Aids’ten ölmek üzere. Boynundaki yaraları, yaklaşan ölümün izlerini kıyafeti kapamış. Purcell’in bestesini, soğuk şarkıyı, daha önce kimsenin cesaret edemediği bir biçimde, ürkütücü bir gerçekliğin eşiğinde, sanki kendi sonu için okuyor. Keşke orada donsa, bedeni dursa, donsa, ölmeseydi. Daha o zaman ne olduğu bile anlaşılamayan, adı bile olmayan AIDS’in ilk kurbanlarındandı. Yazdığı son şarkı: I haven’t got the answer, I think I die of cancer.
The Smiths, That Joke isn’t Funny Anymore
Özgürleşmek isteyen bireyin mabedi The Smiths. Bu mabedin kutsalı da Morrissey’in şarkı sözleri. Morrissey: cayır cayır bir duygunun sesi. Açılıp kapanan cinselliği. Yalnız odalara dolan yüzü. En çok da hissi.
Zülfü Livaneli, Hış Hışı Hançer
Yankısı dağlarda.
These New Puritans, Organ Eternal
These New Puritans, şimdinin en iyi grubu. Savaş davullarından kartal seslerine, her şey müziklerine sızabiliyor. Aynı anda hem Ortaçağ gibi, hem de gelecek gibi tınlayabiliyorlar. İlk iki albümlerinde borazanların gümbürtüsü vardı, son albümleri “Field of Reeds” ise savaş sonrası güzellik arayan bir Orpheus var. Eşsiz, ilham dolu, yalnız.
David Sylvian, Forbidden Colours
Sylvian, Japan grubu ile sahneye fırladığında müzik dergilerinde hem en seksi erkek, hem de en seksi kadın kategorilerinde birden bir numara gösterilen allı pullu bebekti. Sonra bu bebek Japan’ı glam parodisinden New Romantics müziğinin en sofistike ekibine çevirdi. Makyajlar silinmedi ama parıltının yerini huşu aldı. Japan işinin en iyisini yapıp kısa sürede dağılınca Sylvian’a da müziğini ta en derine kadar götürmek vazife kaldı. Sylvian’in yankılı sesi, Ryuichi Sakamoto’nun bestesi, “Merry Christmas, Mr. Lawrence” filminin biricik melodisi.
Sergei Rachmaninoff, Piano Concerto No. 2
Rachmaninoff’un kanı köpürüyor. Onun romantizminin içerisinde yalnızlığın şiddeti var. Bu şiddeti yanına alırsan yıktığın duvarın arkasında sana bir ağlama odası açılacak.
Meryem Xan, Hêlî Delal
Meryem Xan’ı ilk Mardin’de duydum. Bazen Mardin Kalesi’ne çıktığımı hayal ederdim. Oraya çıkabilseydim, radyomu ayarlardım, Bağdat Radyosu’na ayarlardım, Meryem Xan’ın yaşadığı yıllara ayarlardım ve ovaya bakarak sadece Meryem Xan’ı dinlerdim.
Brett Anderson, Ashes of Us
Hiçbir müzisyeni, şairi, sanatçıyı, yazarı, ressamı… Brett kadar sevmeyeceğim. Brett, Suede’e ara verip bir süre kendi mağarasına yaslandı. Bu sefer yalnızca yaraları vardı. O, mutsuz öleceği anlattı.
Subscribe
0 Comments
oldest