Füsun Çetinel’den yazmak için muhteşem garip nedenler
Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan “Ayasofya Konuştu” için röportaj yaptığımda, çocuklar ve gençler için yazı atölyeleri düzenlediğini anlatmıştı Füsun Çetinel. Etrafta yaratıcı yazma dersi veren çok kişi var ama içimde derslerde ne yaptıklarını izleme isteği uyandıran pek az. Bu bir furya ve geçecek gibi geliyor bana daha çok.
Füsun Çetinel içinse böyle düşünmedim, röportajımızda derslerde yapmaya çalıştığı şeyi çok güzel anlattı çünkü. “Çocuklara ve gençlere yazma, yaratma, ‘uydurma’ cesareti veriyorum. Edebiyatın korkutucu bir şey değil, bir özgürlük kapısı olduğunu ve bu kapının arkasında onları harika bir dünyanın beklediğini gösteriyorum” dedi.
Egoist Okur’da bir süredir okuduğunuz “yaratıcı yazarlık dersi” bölümünde, elimden geldiğince cesaret aşılayacak makalelere yer verdiğim için, Füsun’u da aramak istedim. Ve tam beklediğim gibi harika bir yazı gönderdi.
“Her yazarın bir ‘kalem tutuşu’ vardır. Yazarken tek doğru, tek yol yoktur. Benimkiler de belki cılız da olsa yazmanın o karanlık tünelinde birilerine bir ışık olur” diyen Füsun Çetinel karşınızda…
AYASOFYA KONUŞTU: İstanbul’un sırları
“Kalemimle en derinlerimi dürtüp en gizli hazinelerimi bulmaya cesaret ediyorsam ne ala, yoksa yazmak boşuna!”
Başkalarını incitmeme derdinde olduğum sürece hep bir şeyleri eksik yazıyor, yazdıklarımda maalesef eksik kalıyorum. Çocukluğum, gençliğim, ailemle ilişkilerim, mutlu, mutsuz fotoğraflarım hep anlardan ibaret. Bunların hepsi apaydınlık anlar değil elbette, karanlıkta kalan belli belirsiz alacakaranlık dönemlerim de var. Çocukluğumun masum suçları, gençliğimin gizli kalmış dönemleri, karanlık düşüncelerim, çetrefilli ilişkilerim.
Kimi duygular, kimi olaylarla ilgili olarak yapmış olabileceğim, farkına varmakla kendimi ve başkalarını suçlayabileceğim, daha doğrusu suçlama yanılgısına düşebileceğim çok kıymetli anlarım. Bilinçaltımın kuytularında saklanan sırlar, yani benim kıymetli gömütlerim, gömmelerim. Kutsal yazı hazinem!
Ailemle, arkadaşlarımla, çevremle ilgili gibi görünse de, bu hafif aydınlatılmış dönemler sadece bana ait şeyler. Başkalarını ilgilendirmeyen, onları hedef almayan süzmelerim. Beni ben yapan şeyler.
Yapmaya çalıştığım tek şey yazmak, gürültü çıkarmadan haykırmak. Yazdıklarım, kendi çıplaklığım, kendi dünyam. Kimsenin üstüne alınmasını istemediğim kendi gerçeklerim.
Kalemimle en derinlerimi dürtüp en gizli hazinelerimi bulmaya cesaret edebiliyorsam ne ala, yoksa yazmak bana göre boşuna!
“İnsanın içindeki hikâyeleri yakalamayı deniyorum”
İnsanların içindeki hikâyeyi merak ediyor, o hikâyeyi ortaya çıkaracak öze, anılara ulaşabilecek soruları soruyorum. Bu sorular beni detaylara, çocukluğun kokularına, geçmişin seslerine, tatlarına, en özel dokunuşlara götürüyor. Yıllar içinde kendi soru arşivimi, kendi alıştırmalarımı oluşturdum.
Bunlardan bir tanesini siz de yazmayı deneyebilirsiniz…
Hayatındaki ilkleri düşün! Aklına gelenleri listele. Ne kadar çok ilkin olduğuna şaşıp kalacaksın. İlk öpücük, ilk ev, ilk iş, ilk okuduğun kitap, ilk defa ”seni seviyorum” dediğin zaman. Kim bilir sen neler hatırlayacaksın? Listeden bir tanesini seç ve düşünmeden yazmaya başla.
Bu yazı alıştırmasını yaptırdığım bir yazar hissettiklerini geçmişte şöyle özetlemişti…
“Anılar ve anıları yazmak. Daha önce denediğim ama içine dalmaktan haz etmediğim bir çalışma idi. Bu sefer ne oldu tam olarak çözemiyorum. Daha önce de başkalarıyla birlikte yazıyordum ama bu sefer hiç zorlanmadan kendi akışında çıkıyor yazılar. Üzerinde çalışılmamış şeyler; hiç biri rahatsızlık vermiyor üstelik. Her hatıra bir şeyleri çekiştirip getiriyor. Bambaşka bir hayatı kendi hayatım olarak anlatır gibi oluyorum. Ama her şey çok doğal gerçekleşiyor. Bu kısmı özellikle çok ilginç geldi. Ve çocuk yanım yanımda hazır duruyor. ‘Bana başka soracakların var mı?’ der gibi. İçimden, kendi hayatımdan temel alarak kurgusal ne çok hikâye çıkabileceğini görüyorum. Sevdim bu çalışmayı.”
Kendi içimdeki ve diğer insanların içindeki hikâyeleri oltayla balık yakalar gibi çekip çıkarmayı deniyorum. Ancak böyle yazabilirim ben.
“Yazmak için muhteşem garip nedenler buluyor, bunları çalışma masamın üzerine iliştiriyorum”
Kötü şey insanda durmaz.
Yazmayacağım da ne yapacağım?
Sosyal medyaya yorum yazana kadar roman yazarım.
Hayatım roman.
‘’… …’’ bile kitap yazdı!
Yer gök hikâye.
Duramıyorum.
Annem benimle gurur duysun istiyorum.
Her gün metrobüse binsen sen de yazardın.
Okul kitaplarının içinde bir sürü boş yer var.
İnsanlardan nefret ediyorum.
Kalemim mutfak bıçağından daha keskin.
Kiminin kalemi, kiminin çenesi.
Yaşamak için.
Alzheimer kapıda!
Cinnet geçirmemek için.
Yazmasaydım yazardım.
Yazar kelimesi kulağa hoş geliyor.
Her yer işyerim.
Belki meşhur olurum.
Evde TV yok.
Yeni çıkan kitaplara şöyle bir baktım da…
Yayınla ya da yaylan bu âlemden.
Mal mülk bırakamadık sabilere, bari bir kitap bırakalım.
Hayatımı değiştirmek istiyorum.
Şimdiye kadar yaptıklarımdan sıkıldım.
Kendime ait bir odam olsun diye.
İyi bir parmak egzersizi.
Düşünmek için.
Kocam aldattı, sevgilim terk etti.
Kendi karakterlerimi yaratmak için.
Ben Tanrı’yım.
De, da takısını ayrı yazabilmek için.
Kelime cambazıyım.
Belki birisi beni anlar.
Takıntım var.
Yazıyorum öyleyse varım.
Hayal gücüm çok vahşi, dizginlemek gerek.
Yazarken kimse gözlerime bakmıyor.
Âlim unutmuş, kalem unutmamış.
Çocukluğum kötü geçti.
Konuş konuş nereye kadar?
Ailemden intikam almak için.
J. K. Rowling’den daha iyi bir anne olduğumu kanıtlamak için.
Evcilik oynamak baydığı için.
Empati yapabilmek için.
Yanlış kapıyı çalmışım. Jinekolog yerine Yazı Evi’ne girdim.
Bu yazı hem okuma hem yazma iştahını açıyor insanın:))
Aynı fikirdeyim :)