Çernobil’den Sealand’e gerçek görünmez kentler, ülkeler
“Yıktığımız bu yer köy sayılmaz, sonuçta hiçbir haritada yok” diyen mi istersiniz, “4 kişilik krallık da krallıktır sonuçta” yargısına varan mı? Feng-shui’ye uygun tasarlanmış bir şehircilik felaketi mi, 1000 yıl sonrasına kadar “sanki dün gibi” kalacak şehir mi? Lanetli beldeler, cehenneme benzeyen cennetler ve daha neler neler…
Son zamanlarda okuduğum en güzel kitap “Harita Dışı”. “Sosyo-psikolojik coğrafya” profesörü Alaistair Bonnett‘in kitabında, gezegendeki en gizli, en karanlık ve en tuhaf yerler anlatılıyor. Ortak noktaları, dünya haritalarında, atlaslarda yer almamaları ve adreslerinin Google Maps aracılığıyla bulunamayacak olması. Başka bir deyişle Bonnett, yeryüzünün gerçek görünmez kentlerini, yersiz yurtsuz halklarını anlatıyor.
Bitki kökleri, yıldız haritaları ve banyo yapan tuhaf kadınlar
Kendi ıssız adamızı hiç mi keşfedemeyeceğiz?
Annem coğrafya öğretmeni olduğu için bizim evde hep haritalar, atlaslar, pusulalar, küreler falan olurdu. Bense bu tür objeleri güzel bulurdum ama kullanmayı beceremezdim. Yol bulabilen insanlardan da değildim, bilmediğim şehirlerde hep sezgilerime uyup canım nereye isterse oraya gitmeyi tercih ettim. Hele Google Maps, itiraf edeyim hiç bana göre olmadı.
Yön duygusundan yoksun yazarınızın bütün bunlar yetmiyormuş gibi, lisede coğrafya dersinden kalmış olması sizi şaşırtır mı bilmiyorum ama durumum tam olarak bu.
Yine de sosyo-psikolojik coğrafya profesörü Alaistair Bonnett’in “Harita Dışı” adlı kitabını çok sevdim. Benzersiz bir gezi rehberi diye tarif edebileceğim “Harita Dışı”nda lüks tatil beldelerinin ya da kalabalık şehirlerin bilgileri yok, Bonnett gözümüzün önünde bile olsalar dikkatimizden kaçacak sıra dışı yerleri yazmış. Bir ortaya çıkıp bir kaybolan yüzen adaları, ölü şehirleri, gizli krallıkları, sahipsiz toprakları, metropollerin aşağı kısımlarında uyuklayan labirentleri okumak insanı hem şaşırtıyor hem de bir an önce çantayı sırtlayıp yola çıkma isteği uyandırıyor. Türkiye’den de Kapadokya’nın muhteşem yeraltı şehirleri var. Keşke İstanbul’un Ayasofya’yı Balat’a ve daha kim bilir nereleri nerelere bağlayan yeraltı dehlizleri veya Kars’taki Ani Harabeleri de olsaydı.
“Yıktığımız bu yer bir köy bile sayılmaz, sonuçta haritada yok”
Alaistair Bonnett bütün bu yerleri sırf ilginç oldukları için seçmemiş. Ona göre, hiçbirimiz sürdüğümüz hayatlardan çok memnun değiliz; bazen kaçıp uzaklaşmak, yeni yerlerde yeni hayatlar kurmak istiyoruz. İşe bakın ki kaçacak yer yok. Teknoloji sağolsun; dünya küçüldü, herkesin her dakikası biliniyor, her yer sürekli gözetleniyor. Peki, bu durumda biz kendi ıssız adamızı hiç mi keşfedemeyeceğiz? Bonnett’a göre, hâlâ seçeneklerimiz mevcut. Kaçabilir, keşfedebilir, istemezsek bulunamayabiliriz.
“Harita Dışı” okura epeyce çarpık hatta karanlık kaçış yerleri sunuyor aslında. Hayalet şehirler, antik harabeler, yasak bölgeler, çerden çöpten yapılmış insansız adalar da var içinde, İngiltere’deki Hog’s Dinlenme Parkı gibi seks bağımlısı müdavimler dışında kimsenin hatırlamadığı ıssız mekânlar da. (Bir zamanların huzur veren tatil beldesi Hog’s bugün yeraltı dünyasının buluşma noktası, ayrıca “dünyanın en büyük özgür seks alanı”. Hoş değil ama gerçek bu! Şimdiki döküntü ve sefil haline bakınca, Jane Austen’ın buraya ilk bakışta âşık olduğuna veya Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”yı buradan ilhamla yazdığına insanın inanası gelmiyor.)
Kitapta gözlerim dolu dolu okuduğum bir yer var, o kısımla başlamak istiyorum: Necef Çölü’nde İsrail dozerlerinin düzenli aralıklarla yerle bir ettiği köyler varmış ve dozerler uzaklaşır uzaklaşmaz halk yıkılan köyleri kararlılıkla yeniden inşa ediyorlarmış. Ta ki bir sonraki müdahaleye kadar… Bu köylerden biri olan Twayil Abu Jarwal bugüne dek en az 25 kez yıkılmış ve 25 kez yeniden inşa edilmiş. Sonuncuda İsrailli yetkili Ilan Yeshurun, “Yıktığımız bu yer bir köy bile sayılmaz, nihayetinde hiçbir haritada yok” demiş.
Oysa belki de bu kadar emin olmamalı. “Mekân hayatımızın dokusudur, hafıza ve kimlik ona işlenmiştir ve kişinin kendine ait bir yeri, bir evi olmadığında özgürlük sadece içi boş bir kelimedir” diyen Alaistair Bonnett şöyle anlatıyor: “Twayil Abu Jarwal sadece varlığının tanınmasını ümit eden yıkılmış bir köy olsa bile bir yere ait olmanın gerekliliğini ve mekanları tanımak isteyenlerle onları inkar edenler arasında yaşanan çatışmaları hatırlattığı için çok önemli. Bedeviler üzgün, çünkü kendi köyleri haritaya bile alınmazken yasa dışı Yahudi çiftlikleri kabul görüyor. Binası hukuken henüz onaylanmamış ama devletin büyümesine, yayılmasına izin verdiği en az 50 çiftlik türedi. Öyle görünüyor ki Twail Abu Jarwal, orada yaşayan halk ya da İsrail hükümeti pes edinceye kadar birçok defa yeniden yıkılacak.”
Haritanın dışında dolaşmaya yersiz yurtsuzluktan başlayalım mı?
Kimse istemiyorsa benimdir!
Uluslararası hukukta “terra nullius” diye bir terim var. Kimseye ait olmayan, dolayısıyla keşfedenin işgal edip yerleşebileceği toprak parçaları için kullanılıyor. Mesela Şili, Arjantin, Norveç, Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere ve Fransa’nın hak iddia ettiği ama hiçbirine kısmet olmayan Antartika bir terra nullius. İkinci örnek ise Bir Tawil. Sudan ile Mısır arasında kalan bu bölgeyi isteyen çıkmamış bugüne dek. Sadece geçen yıl Amerikalı Jeremiah Heaton, küçük kızının prenses olma hayali gerçekleşsin diye Bir Tawil’e gidip bayrağını dikmiş ve böylece bir devlet kurmuş, adına da -neden olmasın?- Kuzey Sudan demiş. Kuzey Sudan’ı tanıyan ülke henüz yok ama Heaton sonuçta kendini kral ilan edip kızına taç giydirmeyi başardı. Gelecekte burayı tarım alanına çevirmeyi planlıyor.
(Fotoğrafta, girişimci kral ile küçük prensesini yemyeşil sebzeden taçlarıyla görüyorsunuz.)
4 kişilik krallığa krallık denir mi?
1967’de İngiliz ordusunun eski binbaşılarından Roy Bates ve ailesi tarafından kurulan Sealand’in hukuki statüsü hâlâ tartışmalı. Kendine prens, eşine de prenses unvanı veren Bates, 1974’te bir anayasa düzenledi, ardından ülkesine bir bayrak, milli marş, para birimi, gazete ve futbol takımı yarattı. Hatta Sealand Milli Takımı, KKTC takımıyla maç bile yaptı, üstelik 6-1 kazandı.
9 Ekim 2012’de 91 yaşında ölen Bates’in yerini bugün torunu Michael almış durumda. Roy Bates’in fotoğraftaki eşi Prenses Joan, Sealand News gazetesine verdiği röportajda sonradan şunları anlattı: “Bir masal gibiydi. Bir erkeğin bir kadına prenseslik teklif etmesinden daha büyük bir iltifat olabilir mi? Sealand pasaportlarımızla yurtdışına seyahat ederken, her zaman heyecanla karşılandık ve hep kraliyet ailesi muamelesi gördük.”
Halihazırda nüfusu 4 olan Sealand vatandaşlık başvuruları da kabul ediyor. Gerçi en son 23 kişinin başvurusu, Wikileaks ajanı oldukları gerekçesiyle reddedildi.
Feng-shui’ye uygun tasarlanmış bir şehircilik felaketi
Var ama yok şehir… Alaistair Bonnett, Çin’in Ordos bölgesi yakınlarındaki Kangbashi’yi, “emperyalist toprak falının günümüzdeki taşra versiyonu” olarak tarif ediyor.
Kangbashi, kısa sürede zengin olmuş ve parasıyla ne yapacağını bilmeyen görgüsüz ve akılsız bir belediye başkanı tarafından yeni çağın ütopyası olarak “feng-shui ilkelerine uygun şekilde” tasarlanmış bir şehir. Yaratım sürecinde dünyaca ünlü mimarlarla mühendislerin görev aldığı biliniyor. Nüfusunun en az 1 milyon olması planlanıyormuş fakat yerleşmeye 100 bin kişi bile gelmemiş. Gelenler de çok geçmeden şehri terk etmiş. Evler, binalar, iş yerleri, stadyumlar, müzeler, konser salonları, marketler, merkezdeki devasa saray, bugün yepyeni ama bomboş halde duruyor.
Anlatılanlara bakılırsa belediye başkanının kibirli ısrarı öyle akıl almaz düzeydeymiş ki şehrin boş kalacağı anlaşıldıktan çok sonra bile yeni binalar inşa ettirmeyi sürdürmüş.
Yüzen Mesel, Okyanus Çiçeği ve çöp adaları
Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkan Yardımcısı ve Dubai Hükümdarı Muhammed bin Raşid el Maktum aynı zamanda şairmiş, “Bilge kişilerden nasihat al çünkü suyun üzerine yazmak öngörü gerektirir” dizelerinin geçtiği “Yüzen Mesel” adlı bir şiiri varmış. Hollandalı mimar Koen Olthuis de bu şiirden ilhamla Dubai’de, 89 yüzen adadan oluşan bir adalar topluluğu inşa edip adını “Yüzen Mesel” koymuş. Olthius, “Su çalışılabilir bir inşaat katmanıdır ve eğer onu kullanılabilir alanlara dönüştürürseniz, ki bu çok büyük bir zihniyet değişimi gerektirir, işte o zaman tamamen yeni bir ihtimaller dünyası oluşturabilirsiniz” diyor. Ünlü mimarın bir diğer başarısıysa, Maldiv Cumhuriyeti için yarattığı “Okyanus Çiçeği”. Bu adalar topluluğu, havadan görüntülendiğinde, çiçeğe benziyor.
Harita dışı adalar bunlarla sınırlı değil kuşkusuz. Yüzen adalar da var, bunlardan birini Rusya seyahatimde ben de görmüştüm. haritalarda yoklar çünkü sürekli yer değiştiriyorlar.
Bir diğer ada türün ise okyanustaki girdapların etkisiyle oluşan çöp adaları. Dünyanın bütün çöplerinin toplandığı sürreel ve fazlasıyla distopik yerler.
400 nüfuslu Kuzey Sentinel Adası ise apayrı bir vaka. Adanın avcılıkla geçinen halkı tarihin hiçbir döneminde dış dünyayla temas kurmamış, tesadüfen yolu buraya düşenleri de daima öldürücü ok yağmurlarına tutmuş. Adanın resmen bağlı olduğu Hindistan hükümeti bile bu durumu değiştirmek adına artık bir şey yapamayacağını, denemekten çoktan usandığını açıkladığına göre durumu siz tahmin edin.
1000 yıl sonrasına kadar “sanki dün gibi” kalacak şehir
Ukrayna’nın kuzeyinde, Kiev oblastında terk edilmiş Pripyat şehri, 1970’de Çernobil Nükleer Santralı çalışanları için kurulmuş, 1986’daki reaktör kazasının ardından da boşaltılmış. Artık sadece özel koruyucu kıyafetlerle girilebiliyor.
Bugün kimsenin yaşamadığı ve adeta zamanın donduğu hissi veren bir yer. Açık bir pencerenin önündeki masanın üzerindeki not defteri, bir oyun parkındaki paslı dönme dolap ya da bir çocuk odasındaki oyuncak bebekler ilk gün bırakıldıkları halde öylece duruyor. Bu görüntüler de akla Tarkovski’nin “Stalker” filminin mekanı Zone’u getiriyor. Tarkovski’nin “kâhin” olarak anılmasının sebeplerinden biri de, “Stalker”da anlatılan nükleer felaketin yıllar sonra çok benzer şekilde gerçekleşmesiydi, hayat sanatı bire bir taklit etmişti.
Haritadan silinen Pripyat’la ilgili bir kitap yazan Mary Mycio, “Görünüşe göre radyasyon vahşi yaşam için son derece gerekli ve faydalı” diyor. Eh, bu acı ironi pek de yersiz sayılmaz, çünkü modern bir şehir olarak inşa edilen Pripyat bugün hızla vahşileşmiş durumda ve en az 1000 yıl daha vahşileşmeye devam edecek.
Korsan kent
Somali’nin doğu kıyısındaki antik liman kenti Hobyo’da karaya vurmuş sayısız gemi enkazı duruyor. 12 bin nüfuslu bu kentin suyu sınırlı, hastanesi ve okulu hiç olmamış, tarımdan ya da hayvancılıktan eser yok.
Hobyo, Hint Okyanusu’nu haraca kesen ve körfezdeki gemilerin korkulu rüyası haline gelen Somalili korsanların barınağı. Sokak aralarında ganimet değiş tokuşu yapılıyor, rehineler derme çatma kulübelerde tutuluyor, sokaklarda Kalaşnikoflu çocuklar dolaşıyor. Adada bol miktarda para dönse de halk akıl almaz derecede yoksul. Bu da doğal çünkü burada suç baronları değil, onların ayak işlerini yapan elemanları yaşıyor.
“Define Adası” romanının modern ve fazlasıyla karanlık bir versiyonu gibi. Finalde sağ kalan yok!
Lanetli şehirler, cehenneme benzeyen cennetler
Zheleznogorsk de haritada yok. Zaten nükleer deneyler yapılsın diye bir “gizli şehir” olarak kurulmuş. Varlığı resmi olarak ancak 1992’de, Boris Yeltsin tarafından onaylanmış, yine de Atom Bakanlığı’nın yazılı iznini alamayanlar içeri giremiyormuş. Halen ciddiyeti, ağırbaşlılığı ve sıkıcılığıyla sanki Sovyetler Birliği yıkılmamış hissi veren şehrin internet sitesinde “Zheleznogorsk: Dünyadaki Son Cennet” yazıyor. O cenneti istemeyeceğim kesin.
Kuzey Kore’nin güney sınırındaki Barış Şehri ise bir çeşit “Truman Show” mekânı. Burada kimse yaşamıyor. Binalar, üzerlerine kapılar, balkonlar, pencereler boyanmış dev bloklardan ibaret. Caddeler de aynı şekilde sıra sıra dükkânla dolu. Geceleri müzik sesleri geliyor, sabaha kadar ışıklar yanıyor ama hepsi bu kadar. Koca şehir sırf propaganda amacıyla inşa edilmiş. Turistler sınırda bolca fotoğraf çeksin, Güney Koreliler de kuzeydekileri zengin ve mutlu zannetsin diye. Düpedüz delilik!
Bir başka lanetli şehir de Avustralya’da. 2007’de Wittenoom’un tek gelir kaynağı olan ölümcül mavi asbest üretiminin insanları kanser yaptığı ortaya çıkmış ve madenler kapatılmış, şehir boşaltılmış. Geride 30 aile kalmış. Ağır deli olmalılar ki şehrin en büyük meydanına kocaman bir “Wittenoom’dayım, hayattayım” tabelası dikmişler. Birkaç yıl içinde nüfus 5’e düşmüş, hükümet zor kullanmak suretiyle kalanları çıkarmış. Şimdi insan denen mahlukun açgözlülüğü ve cahilliğinin somut kanıtı olarak orada öylece duruyor.
Gemi şehir
Bahamalar bayrağı taşıyan gemi şehrin adı The World. 44 ton ağırlığında, 196 metre uzunluğunda. İçindeki 165 kamarada yüzlerce kişi yaşıyor. Hem de tatail amaçlı değil. 7/24 ve senenin her günü.
Ne tavuk girebilir ne kadın
Yunanistan’da Rus Ortodoks rahiplerinin bin yıldır yaşadıkları Aynoroz Yarımadası, dünyada kadınlara yasaklı en geniş alan. Ortodoks gençler, adanın 20 manastırından birinde 3 gün geçirerek hacı oluyor. Bu manastırlara hatta aslında yarımadanın tamamına 1000 yıldır dişi hayvan bile giremiyor çünkü yasak! (Tek istisna kediler. Adada zararlı böcekler ve farelerle baş edebilen kedilere büyük ihtiyaç olduğu için rahipler dişi kedileri görmezden geliyor.) Şu da var: Dişi hayvan yasağından dolayı süt ve süt ürünleri hatta Paskalya’da kırmızıya boyanan yumurtalar bile adaya hep dışarıdan getirtiliyor. Malum, tavuk da bir dişi kuş.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest