Egoist okur

Mona Lisa’nın kaçırılışını hatırlarken

Geçenlerde adamın biri Mona Lisa’ya pasta fırlattı ve dünya bir kez daha ayağa kalktı. O halde çok eski bir soygunu neden hatırlamayalım? Hani şu Mona Lisa’nın çalınış hikayesini…

“Yitirdiğimiz zamanlar ve insanlar niçin peşimizi bırakmaz? Niçin hayatımız zenginleştikçe geçmiş bize garip bir şekilde daha çekici gelmeye başlar? Hayal gücünü sahip olduklarımız mı ateşler, hiçlik mi? Yeni bir defter aldığımızda neden ona yazmaya kıyamayıp boş sayfaları çeviririz? Yüzümüzdeki yaşanmışlık izlerinden niçin kurtulmaya çalışırız? Orson Welles’in her şeye sahip kahramanı Kane’in son sözü niçin ‘rosebud’dı?”

Bunları Darian Leader soruyor. Biz de soralım ve kendi cevaplarımızı arayalım… 

Darian Leader: “Tıbben çok ilerlediğimiz algısı bir illüzyon”

Mona Lisa’nın kaçırılışını hatırlarken

Balzac’ın Bilinmeyen Şaheser diye bir öyküsü var. Güzel Yaramazlık lakaplı bir salon fahişesinin portresini yapan ressam Frenhofer’i anlatıyor. Frenhofer başyapıtı üzerinde, onu en yakın dostlarına bile göstermeyi reddederek aylarca çalışıyor. Baskılara dayanamayıp örtüyü kaldırdığındaysa ortaya çıplak bir ayak figürünün zar zor seçilebildiği belirsiz bir tablo çıkıyor.

Tabloyu defalarca hayallerinde yaratmış olan arkadaşlar için ne büyük hayal kırıklığı!

“Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler”, “İş İşten Geçtikten Sonra Verilen Sözler”, “İnsan Neden Hasta Olur?”  gibi kitapların yazarı ‘kültürel detektif’ Darian Leader, “Mona Lisa Kaçırıldı” adlı kitabında bir soygunun etkilerini araştırıyor.

Leonardo Da Vinci’nin tüm dünyanın en küçük ayrıntısına kadar ezbere bildiği tablosu Mona Lisa, 1911 Ağustos’unda çalınmış ama yokluğunda bile sansasyon yaratmaya devam etmiş. O tarihte Paris’te bulunan Franz Kafka, bütün şehri Mona Lisa kopyalarının kapladığını yazıyor. Louvre Müzesi de artık orada olmayan Mona Lisa’nın ziyaretçileriyle tıklım tıkış doluyormuş. Herkes gibi Kafka da Mona Lisa’nın sergilendiği salona gidip uzun uzun boş duvarı seyrediyormuş.

Darian Leader, “Mona Lisa her yerdeydi” diye anlatıyor. “Sinemada bile ondan kurtulamıyordunuz, bir sessiz filmin ardından soygunu ti’ye alan başka bir yapım geliyordu mesela…” Kafka’nın “görünmez manzara” adını verdiği ve sonu anlamsızlığa giden bu imge bolluğu nasıl açıklanabilirdi? İnsanlar neden boş duvarı seyrediyordu? Orada neyi görmeyi umuyorlardı?

Boş çerçevelerin sergilendiği modern sanat galerilerini örnek veriyor Leader. Sonra müzisyen ve performans sanatçısı John Cage’in “Aklımıza gelen ya da gelmeyen her şey aslında hiç’in bir yankısıdır” sözünü hatırlatıyor.

Anlaşılan Mona Lisa’nın yokluğunda müzeyi ziyaret edenlerin sanki tek bir amacı var gibiymiş: Boşluğu kolektif bir eylemle doldurarak, kayboluşu hiç olmamış hale getirmek… Ne kadar çok kişi duvarı seyrederse boşluk o kadar kusursuzca kapatılacak gibi geliyormuş.

Leader bir sanat eserine bakmanın psikolojisini araştırırken tablolardan neyi görmeyi umduğumuzu ve onların bizden neleri sakladığını anlamaya çalışıyor. Mona Lisa ya da Prenses Diana fark etmiyor; hiçbir simgenin yok oluşu sıradan değil… Geride kalan boşluğu mutlaka devlet, gizli servis, mafya veya popüler kültürün seçtiği herhangi bir başka bir simge dolduruyor. Bu yüzden büyük eylemler, büyük organizasyonlara yakıştırılıyor. Sanatçılardan büyük aşklar bekleniyor. Büyük suçlarsa hep sıradan olmayan insanlara atfediliyor.

Bana sorsalar şöyle derdim: Her birimiz kendi hayatımızın suçlusuyuz. Her birimiz o hayattan büyük aşklar bekliyoruz. Bizden büyük bir güç tarafından daima ya engelleniyor ya da destekleniyoruz. Kimimiz sefil bir ‘opera comique’ partisyonuyla yetinirken kimimiz büyük tragedyaların kahramanı oluyoruz. Tekdüze hayatlarımızda doldurulması gereken bir boşluk yine de hep kalıyor. ‘Rosebud’ımızı unutmuyoruz, çünkü dile gelmemiş sorulara cevap bulmakta usta olan büyük yazar Borges’in dediği gibi; “Yitirilmiş cennetlerden başka cennet yok!

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments