“Aşık olduğun kadınla her gece tek gecelik ilişki gibi geçmeli”
Posted by gülenay börekçi on February 14, 2012 · 2 Comments
Polisiye ve gerilim türündeki kitaplarıyla tanıdığımız Hakan Karahan son kitabında kendini; hayatının en mahrem anılarını okura adeta günah çıkarırcasına açık sözlü bir biçimde anlatıyor. İlk itirafı çok acayip: “Yaşlılık çok tuhaf. Ne zaman yaşlandığımı hatırlamıyorum. Bir sabah yaşlı kalktım sanki. Yepyeni bir mesleğe başlar gibi. Seçmediğim, emrivaki olarak yapmak zorunda kaldığım bir meslek” diyor ilk satırlarda.
Gülenay Börekçi
“Yeni mesleğim, yaşlılık”
Yaşlılık mesleğinden bahseder misiniz?
Her şeyde hissediyorum bu yeni mesleği. Eski fotoğraflarıma bakarken aradaki fiziksel farkı görüyorum. Sabah yataktan kalkarken belimin dizimin ağrımadığı gün yok. Birilerine tahammül etmekte zorlanırken de bir fark çıkıyor ortaya. Eskiden aptalın tekine saatlerce tahammül edebilirken, şimdi bir dakikamı bile ayıramıyorum. Tersi de geçerli; eskiden tahammül edemediğim, yanlarında feci sıkıldığım bazı insanların kıymetini yeni anladım.
Başta bir itiraf kitabı olduğunu düşünmüştüm. Okudukça romanın sağlam bir kurgusu olduğunu fark ettim. Yani sadece kendinizden bahsettiğinizi söylemek haksızlık olur. Ama kahraman gene de sizsiniz, öyle değil mi?
Elbette benim. 50 yaşıma bastığım gün, bir kış vakti, karlar altındaki Lüleburgaz’da tek başımaydım. Kendime bir 51 yaş hediyesi vermek istedim. Yarım yüzyılın muhasebesini yapacak, tüm hayat maceramı gözden geçirecek, nereden gelip nereye gittiğimi, ne kadar değiştiğimi görecektim… Kahramanı ben olacaktım ama işin içine hayal gücü de karışacaktı. Benim düşündüklerimi düşünecek, benim söylemek istediklerimi söyleyecek birini yazacaktım.
Neleri söylemeye ihtiyaç duyuyordunuz?
İş hayatına, paraya pula, Türkiye’ye, ilişkilere, aileye, hayatın hazırlıksız anlarında insana sunduğu sürprizlere dair skonuşmak istiyordum. Başına buyruk, otoriteye biat etmeyi becerememiş biriyim, dolayısıyla hayatımda çok çatışma, çok mücadele, kavga oldu. 50 yılda yazacak bir sürü şey birikmişti, hepsini anlattım.
Sizin hayatta, aşkta, aile ilişkilerinde yaşadığınız bütün başarısızlıklar, acılar kitapta olduğu gibi, hem de çok ayrıntılı olarak yer alıyor. Ama kahramanınızı finalde mucizevi bir şekilde ödüllendirmişsiniz.
Düşünsenize; adam, çok istediği halde hiçbir zaman gerçek bir yakınlık kuramadığı babasını pat diye kanserden kaybediyor. Yöneticiliği bıraktıktan sonra hevesle girdiği her işi bir şekilde batırıyor. Kadınlarla başaramıyor. Loser’ın teki… Kahramanımın finalde başka bir hayatı olmasını, huzurlu ve evrenle, hayatına girmiş çıkmış insanlarla bütünleşebilmiş biri haline gelmesini istedim. Savaşı bitirdim bir bakıma. “Bütün bu yaşadıklarım meğer boşuna değilmiş” dedirttim ona.
Kendiniz için de başka türlü, daha mutlu bir gelecek hayal ettiğiniz için olabilir mi?
Çok temenni ettiğim ama gerçek hayatta başaramadığım bir şeyi yazdım ben. Olmuş gibi, başarmışım gibi… Yani kahramanımı kendiyle ve dünyayla barıştırdım. Hapisten çıkmış gibi hissettim bittiğinde. Gerçek hayatta işler başka türlü yaşanmıştı çünkü. Babamla aramızdaki dayanılmaz gerilim, hatta kavga, onun paraya her şeyden çok önem vermesi, önyargıları, aramızda hiç geçmeyen “Seni seviyorum” cümlesi, kasvet, ölüm… Babamı hayatımı verecek kadar severdim ama ondan hoşlanmazdım. Beş dakika tahammül edemezdim varlığına ve kapıyı çekip çıkardım. Çıkmamam gerektiğini o öldüğünde kavradım. Kahramanım beni kıskıvrak bağlayan pişmanlıklardan arınsın istedim. Bir de onu benden daha hasarlı ama daha bilge bir karakter olarak kurguladım ki yukarı çıkmanın iyice dibe vurmaktan geçtiğini okur da idrak etsin diye.
Başta “Amma ağır hikaye” diye düşündüm, bittiğindeyse gülümseyerek “Vay be, böyle de yaşanabilirmiş hayat aslında” dedim.
Kendimle dalga geçtim galiba. Hayatı gereğinden çok ciddiye alıyoruz, almasak hatta bize acı veren bazı şeylere, hatalarımıza gülüp geçsek. Ölürken gülecek değiliz, yaşarken gülmenin bir yolunu bulalım. Son belli, çünkü. O gün geldiğinde kendimizi artık yorgun, tükenmiş hissetmeliyiz, hayatta isteyip de yapmadığımız hiçbir şey kalmamalı.
Romanda geçmişinizde, özellikle gençlik yıllarınızda hayatınıza giren kadınlara çok acımasız davrandığınız görülüyor.
50 yaşına gelmişsen, aşk hayatında mutlaka birilerine acımasız davranman gerekmiştir. Ben öyle yapmadım diyen yalan söylüyordur. Gençken, o kadar hayatı, insanları tanımıyor ve kendini dünyanın merkezinde sanıyorsundur ki başka türlüsü gelmez elinden.
Halbuki onlardan biri, birlikteyken en sinir olup başbelası gibi gördüğünüz kadın, yıllar sonra bir mucizeye sebep oluyor.
Kimin niçin hayatına girdiğini peşinen bilemezsin. Hayatına giren herkesin de senin için bir önemi vardır. Bilmiyorsundur, şanslıysan öğrenirsin.
Kahramanınız “Aşkın bedelini peşin ödeyemezsin” diyor. Siz aşkta onun kadar sıkıntı çekmediniz, bedel ödemeye devam ediyor musunuz?
Aşık olduğun insanı tek ve en büyük hakikat saymak, onu en yüce mertebeye koymak, kendine ihanettir. Bunun farkında olmak ve gene de o aşkı seçmek bir bedel ödetiyor elbette insana. Seninmiş sandığın aşkını her an kaybedebilirsin. Kendine duyduğun aşktan da vazgeçmeyi bilmelisin. Kudretine, parana, fiziki güzelliğine, aklına ömür boyu güvenemezsin. Hepsi gidebilir elinden. Ben, yaşadığım aşkın bedelini her gün aynı şekilde ödemeye devam ediyorum. Daha fazlasını söylemeyeyim, ucu tehlikeli yerlere gidebilir çünkü.
Aşık olduğu kadınla her geceyi bir gecelik ilişki gibi geçirebileceği bir hayat diliyorsunuz oğlunuza.
Ama bu gençken elde edilebilecek bir şey değil. 40’tan, 50’dan, 60’tan sonra belki… Gençlikte aşıklar kuyruğu dik tutma derdinde, kavga kıyamet ayrılmakla mükellef. Sevdiği kadınla yoldaş olabilmek için insan yaşlanmayı beklemeli.
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Başlığa kızıp da okumaya başlamıştım. Bakalım 50 yaşa gelince nasıl benmerkezci erkek cümleleri göreceğim derken, sonunda düşündüğüm gibi değilmiş,harika bir yazı olmuş. Bu kadarcıkla bile kendi yaşamımla hesaplaşmış oldum.
Yes, I like your movies, books and expectations from life. Simple and very clear. Love, live and laugh.