Egoist okur

Hem tanıdık hem de alabildiğine yabancı: Doppelganger

Alt başlığı “Ayna Dünyaya Yolculuk” olan Doppelganger, Hayır Demek Yetmez, Yanıyoruz, Bu Her Şeyi Değiştirir, No Logo ve Şok Doktrini gibi kitapların yazarı Naomi Klein’ın son kitabı. Klein, “ayna dünya” kavramıyla gerçek dünyanın çarpıtılmış ve kurgusal bir versiyonunun dijital ortamda egemen hale geldiğini ve bu durumun bireylerin gerçekle bağlantısının kopardığını anlatıyor.

Doppelganger, Naomi Klein
“Gölgesiyle karşılaşıp onu kabul edemeyen kişi, kayıp bir ruhtur”
“Ben yapmadım o yaptı!” romanları

Kutuplaşmayı aşmanın empati ve diyalogdan başka anahtarı yok

“Savunmamı vereyim, bu kitabı yazmak gibi bir niyetim olmadı asla. Vaktim yoktu. Benden böyle bir şey isteyen de olmadı. Hatta birkaç kişi yazmayayım diye ısrarla uyardı. Şimdi vakti değildi, gerçek ve mecazi yangınlar gezegenimizi kavururken olmazdı. Hele bu konuda hiç olmazdı,” diye başlıyor Naomi Klein’ın son kitabı Doppelganger.

Naomi Klein, Hayır Demek Yetmez, Yanıyoruz, Bu Her Şeyi Değiştirir, No Logo ve Şok Doktrini gibi gibi kitapların, kendi deyişiyle, “ciddi konular hakkında büyük fikirleri olan” yazarı, kurumsal kapitalizm ve iklim krizine karşı mücadelesiyle tanınan bir düşünce insanı. Gene de son kitabından bahsederken çok ama çok temkinli. Eh, nedenini merak etmek elbette en doğal hakkımız. Bu yüzden sayfaları hızlı hızlı çevirmeye başlıyoruz. Çok geçmeden de kendisinin son zamanlarda sürekli olarak “Öteki Naomi” dediği doppalgengerıyla, meşum ikiziyle karıştırıldığını öğreniyoruz.

Bu kötü ikiz Naomi Klein’la aynı -ilk- adı taşıyan ve herkesin manasız bir biçimde hep o sandığı biri: Üçüncü dalga feminizmin en parlak temsilcisiyken zaman içinde acayip bir komplo teorisyenine dönüşen Naomi Wolf. Aralarındaki benzerliklere rağmen fikirleri açısından taban tabana zıtlar. Alice’in aynaya tuttuğu kitap ve o kitabın camdaki yansıması kadar bambaşka oldukları bile söylenebilir. (Lewis Carroll’un Alice kitaplarını okuyanlar ne demek istediğimi bileceklerdir.)

Zaten Naomi de (Klein olan) “ayna dünya” kavramını, öteki Naomi’yle (Wolf olan) karıştırılma deneyiminden yola çıkarak geliştirmiş. (Kitapta “ayna dünya” kavramıyla gerçek dünyanın çarpıtılmış ve kurgusal bir versiyonunun dijital ortamda egemen hale geldiği, bu durumun da bireylerin gerçekle bağlantısının kopardığı anlatılıyor.)

Doppelganger, internetin ayna dünyadaki abartılı yansımalarının ve kaybolan gerçeklik hissinin yol açtığı baş dönmesinin kitabı. Dahası, siyasetin günbegün kirlenmesini dert edinen ama ne yapacağını bilemediği için zamanını sosyal medyanın çıkışsız labirentlerinde dolaşarak harcayan insanları bir an önce silkinmeye, birlik olmaya ve olumlu şeyler adına mücadeleye davet ediyor. Komplo teorileri havada uçuşurken sadece Klein’ın şahsi kimlik arayışını değil, post-truth çağında bireylerin, toplumsal hareketlerin ve küresel siyasetin sürüklendiği o muazzam kafa karışıklığını da okuyoruz. (“Hakikat ötesi” diye çevirebileceğimiz post-truth kavramı, dijital çağda gerçek ve yalan arasındaki sınırın giderek bulanıklaşmasına vurgu yapıyor. Böylece sahte haberler, manipülatif içerikler ve komplo teorileri, algı çarpıtması yaparak hakikatin yerini alıyor.)

Aynalar aleminden bahsedince benim aklıma bir Lewis Carroll’un Alice’i geliyor, bir de Orson Welles’in Şangaylı Kadın’ı.

Sosyal medyanın yarattığı Frankenstein’lar

Bu hacimli kitabın ele aldığı meseleleri kısaca özetlemeye çalışayım: Naomi Klein öncelikle sosyal medyanın bireylerin kimliklerini nasıl çarpıttığını ve nasıl yeniden -adeta birer Frankenstein gibi alakasız parçaların birleşmesiyle- inşa ettiğini inceliyor. Bireyler internetteki sosyal medya platformlarında hem kendi imajlarını yaratıyorlar hem de başkalarının yarattığı yanıltıcı kimliklerle karşı karşıya kalıyorlar. (Kitabın adı da zaten dijital ortamda üretilen ve gerçek olmayanın gerçekmiş gibi pazarlanmasına sebep olan sahte imajlara bir gönderme.)

Klein’a göre, sosyal medya algoritmaları, bireylerin korkularını, önyargılarını ve zaaflarını hedef alarak içerik sunuyor. (“Arkadaşıma bir sağlık sorunumdan bahsettim ve aradan beş dakika ya geçti ya geçmedi, hoop, Instagram’da o sorunla ilgili bir post çıktı karşıma” türünden şaşkınlıkları, kuşkuları, kaygıları hangimiz yaşamadık!) Demek ki, bireylerin gerçeklik algıları, algoritmanın -yani algoritmanın ardındaki gücün- arzusuna göre şekillendirilip manipüle ediliyor. Dahası, bu manipülasyon, bireylerin kendi düşüncelerini sorgulamalarının önüne bir set çekiyor, böylece insanlar bir onaylama, pekiştirme döngüsüne kapılarak yalnızca kendi inançlarını doğrulayan içerikleri tüketmeye yöneliyor, farklı görüşlere kapalı hale geliyorlar.

Naomi Klein’ın kafasını meşgul eden şeylerden biri de komplo teorileri. (Eh, sonuçta aşı karşıtlığı ve Müslüman nefretiyle bilinen “kötü ikizi” Naomi Wolf, bu gayet erkek egemen alanın, yani komplo teorilerinin günümüzdeki kraliçesi. Klein’a göre dijital çağda ışık hızıyla yayılan komplo teorileri, bir yandan kutuplaşmayı beslerken bir yandan da toplumsal bağları zayıflatıyor. Bireyler “ayna dünya”nın büyüsüne kapılıyor ve kolektif hareketler şaşırtıcı bir hızla güç kaybediyor, dayanışma kültürü zayıflıyor, bireyler arasındaki güven sıfırlanıyor.

Sosyal medya, komplo teorileri ve yanlış bilgi, sadece toplumları bölmekle kalmıyor, bireyleri de kendi “ayna dünyalarına” hapsederek yalnızlaştırıyor. İklim değişikliği, pandemi, ekonomik eşitsizlik gibi küresel krizler, Klein’a göre, yanlış bilgi ve manipülasyon için son derece kullanışlı birer araç. Klein, korkuya sürüklenen bireylerin eleştirel düşünme becerilerini kaybettiğini savunuyor. En önemlisi, dijital platformların bireylerin karşı tarafın bakış açısını anlamasını zorlaştırması. Bu da toplumsal bağların ve diyalogun erozyona uğramasına yol açıyor.

“Kaos, çözülmeyi bekleyen bir düzendir”

Çözüm önerisi var mı peki? Belki. Klein’ın denemeye değer çözüm önerileri şunlar: Medyayı ve dijital platformları eleştirel gözle değerlendirmek, gerçeğin peşinde olmak, dayanışmadan vazgeçmemek ve bilinçli tüketici olmak. Klein’a göre kutuplaşmayı aşmanın da empati ve diyalogdan başka anahtarı yok.

Kitabın başlarında bir yerde Jose Saramago’nun Kopyalanmış Adam romanından bir epigraf var: “Kaos, çözülmeyi bekleyen bir düzendir.”

Naomi Klein da diyor ki: “İşte Doppelganger, benim simüle benlikler ve dijital avatarlarıyla, kitlesel izleme, ırksal ve etnik yansıtma ve faşist ikizleriyle, hepsi de aynı anda yüzeye çıkan canla başla reddedilmiş gölgeleriyle doppelganger kültürü kaosunun şifrelerini çözme girişimim. Bazı sert virajlar almak gerekiyor ama içiniz rahat olsun, bu harita çıkarma işinin amacı, bu aynalı salonda kısılıp kalmak değil, birçoğumuzun uzun zamandır özlemini çektiğini hissettiğim şeyi yapmak: Aynalı salonun zihni buran sınırlarının dışına çıkmak ve bir tür kolektif güce ve amaca doğru yol almak, bu toplu vertigodan çıkmak ve hep birlikte belirgin biçimde daha iyi bir yere ulaşmak.”

Geçmişin doppelgangerları

“Doppelganger” kelimesi ilk kez 18. yüzyılın sonlarında Alman yazar Jean Paul tarafından, Siebenkäs adlı romanda kullanılmış. Ama tabii aslında doppelganger kavramı neredeyse insanlık tarihi kadar eski. İskandinav mitolojisinde “vardøger” terimi, insan ruhunun aynı anda başka bir yerde de görünebildiğini anlatıyor. Mısır mitolojisi’nde ise insanın ruhsal ikizini simgeleyen “ka” kavramı çıkıyor karşımıza.

19. yüzyıla gelindiğinde Sigmund Freud, doppelganger kavramını, “tekinsizlik”le (unheimlich) ilişkilendiriyor. Freud’a göre hem tanıdık hem de alabildiğine yabancı olan doppelganger, insanın bastırdığı yönlerin dışa yansıması. Bireyin hem korktuğu hem de merak ettiği özü, bastırılmış arzularının bir tezahürü.

Öte yandan Hegel, kavrama çok başka bir yerden yaklaşıyor ve bireyin kendini tanımasını, “öteki” ile ilişki kurmasına dayandırıyor. Nietzsche’ye göreyse hem yaratıcılığı hem de yıkıcılığı temsil eden doppelganger, insanın kendiyle hesaplaşmasını, kendi iradesiyle yüzleşmesini simgeliyor. Jean-Paul Sartre’la varoluşçuları atlamayalım. Sartre, bireyin “öteki” tarafından nasıl görüldüğüne dair farkındalığını, varoluşçuluk felsefesinin merkezine yerleştiriyor. Bu bağlamda doppelganger, bireyin kendini dışarıdan bir gözle değerlendirmesine olanak sağlayan bir metafor.

Edebiyata gelince… hepimiz biliyoruz, bugüne dek Shakespeare’den Edgar Allan Poe’ya, Andersen’den Hoffmann’a, Mary Shelley’den Robert Louis Stevenson’a, Dostoyevski’den Borges’e, Saramago’ya birçok yazar karakterlerinin kendi karanlık ikizleriyle yüzleşmelerini ele aldılar.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments