Serhan Ergin’le içinden Romain Gary geçen söyleşi
Serhan Ergin, Yürek Tutsağı adlı romanıyla Everest Yayınları İlk Roman Ödülü kazandı. Ergin edebiyatı şöyle anlatıyor: “Yazmak, ölüme meydan okumaktır. Çaresizliğimizi yırtmaya çalışmak. İkinci husus ise şudur: Edebiyat, belki genel anlamda sanat demek daha doğru, insanlığın evrensel vicdanını kurar, oluşturur.”
Gelin sizinle anlaşalım, siz Serhan Ergin’in kitabı Yürek Tutsağı’nı okuyun, ben de ilk fırsatta Egoist Okur’a onun en sevdiği yazarların başında gelen Romain Gary ile ilgili bir yazı koyacağıma söz vereyim.
Everest Yayınları İlk Roman ödüllü Serhan Ergin’le içinden Romain Gary geçen söyleşi
Size bu romanı yazdıran şey neydi?
Sık sık şunu düşünürüm: Yaşadığımız şu dünyayı severiz, güzelliklerinden bahsederiz belki ama dikkatli bakınca aslında çok fazla acı var bu gezegende. Gülebilmemiz, mutlu olmamız neredeyse mucize. Hal böyleyken, insanlığın iyiye evrilebilmesi için ‘acı’ya eğilmemiz, onunla daha yakın bağ kurmamız, onu tanımamız gerektiğini düşünüyorum. Burada acı kelimesini, haksızlık, adaletsizlik, keder, ümitsizlik vs. hepsinin toplamı anlamında kullanıyorum. Bu roman da arka plandaki bu düşünceler içinden doğru. İnsanın bir yanlışının, bir tercihinin demek daha doğru belki, o insanı nerelere götürebileceğini anlatmak istedim. Tercihlerimizle kuruyoruz hayatı ama yaptığımız tercihler, vicdanımızla çatıştığında esas çetrefil mesele başlıyor. Bu romanda da vicdanının pençesine düşmüş birini anlattım. Sayısız insanlık durumlarından birini incelemek, kurcalamak istedim kısaca. Tabi direnmeyi de unutmamalı. Her ne koşul altında olursa olsun, insan olmaya ya da kalmaya direnmek…
İlk romanlarda yazar en çok kendini anlatır denir. Romanınızın ne kadarı sizsiniz, ne kadarı sizin dışınızdaki ihtimaller?
Bu benim yayınlanan ilk romanım, doğru, fakat yazdığım ilk roman değil. İlk romanımı bundan beş-altı sene evvel yazmıştım. O romanda otobiyografik öğeler vardı, doğrudur. Yürek Tutsağı’nda ise yok. Tabi, şüphesiz ki yazar ister istemez, her yazdığına kendinden bir şeyler katar ama bu kitabın çok çok azı benim. Karakterler olsun, olaylar olsun tamamen düşüncemin ürünü. Öyle ki, çevremden aldıklarım, tanıklıklarım da pek yok bu romanda. Kısacası, evet, hayal ürünü bir roman bu. Yanılmıyorsam Mehmet Eroğlu’ydu… İlk romanının başında, yazar, kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla ilgisi olmadığını söylüyor ve ekliyordu: “…Ancak anlatılanların yalnızca hayal ürünü olduğunu kim söyleyebilir?”
Romanınızla kurduğunuz ilişkiden bahseder misiniz, fırtınalı bir didişme miydi, yoksa sükûnetle yazıp tamamlayabildiniz mi?
Romanları iki evrede yazıyorum diyebilirim. Önce zihnimdeki süreç. Bu evrede kişileri oluşturuyor ve hikâyeyi, nereden gelip nereye gideceğini tasarlıyorum. Bu süreç gerçekten sancılıydı. Düğümleri atmak, uç uca eklemek gibi şeylerden bahsediyorum. Oldukça zorlandığım, ilerleyemediğim anlar oldu. Bu ilk evre bittikten sonra ise her şey duruldu bir anda. Artık ne yazacağımı biliyordum ve bunun rahatlığıyla yazmaya başladım. Tıkanmalar olmadı mı, oldu elbet ama sükûnetle ilerledim.
O süreçte kendinize dair neyi keşfettiniz?
Kendime dair keşfettiğim şeyler çoktur elbet ama insan bunları kısa sürede idrak edemiyor. Yani bilinçli şekilde şunları keşfettim demem zor. Ama başlıca iki tanesini şöyle anlatabilirim: Her şeyden önce oldukça sabırlı biri olduğumu gördüm. Kolay kolay pes etmiyorum ve umudumu yitirmiyorum. Bir de, zor durumda kalmış insanlara ya da acı çeken insanlara içten gelen bir tür sempati duyduğumu fark ettim. İster istemez onlara yakınlaşmaya çalıştığımı, acılarını görmeye, anlamaya çalıştığımı…
Roman yazmak sizin için ne ifade ediyor?
Roman yazmak, daha doğrusu sadece yazmak, öncelikle ölüme meydan okumaktır. Çaresizliğimizi yırtmaya çalışmak. İkinci husus ise şudur: Edebiyat, belki genel anlamda sanat demek daha doğru, insanlığın evrensel vicdanını kurar, oluşturur. Tüm insanlığın ortak ahlakı da denebilir belki buna. Günümüzde özellikle teknolojinin insanları ‘kâğıt’tan alıp ‘ekran’lara çekmesiyle edebiyatın etki alanının daraldığı bir gerçek. Ve dünyanın her geçen gün daha kötü, daha acı ve adaletsizlik dolu bir yer olmasında, edebiyatın mevzi kaybetmesinin payı olduğunu düşünüyorum. Hal böyle iken, edebiyat ölse bile küllerinden yeniden doğacaktır.
Peki ya gelen ödül? Size ne hissettirdi?
Ödül tabi ki tarifsiz mutlu etti beni, su götürmez. Hayatımdaki önemli virajlardan birini döndüğümü düşünüyorum. Ama henüz yolun daha başındayım tabii. Edebiyat dünyasına açılan kapının eşiğinden şöyle kafamı uzatmışım gibi hissediyorum. Fakat mutluluğun ötesinde, ondan daha önemli olan bir şey var: o da sorumluluk. Gelen ödül, insana, bundan sonrası için bir sorumluluk yüklüyor, beklentiler açısından. Bunun da farkındayım ve bunu göz önüne alıyorum artık yazarken.
Nasıl yazıyorsunuz?
Yazmak için çok katı kurallarım yok aslında. Bilhassa ne yazacağımı biliyorsam, gerekli koşullar az. Ne gerekli? Ya sessizlik olacak ya da sesleri ayırt edemeyeceğim bir gürültü. Söz gelimi bir kafede de yazıyorum, iş yerinde de yazıyorum, evde sessizlik içinde de. Çay ya da kahve olmalı, bir de sigara. Denedim, onlar olmadan olmuyor. Yine de en verimli çalıştığım ortam, gece yarısından sonra odamda, sessizlik içinde. Çoğunlukla bilgisayarda yazıyorum. Ama notlarımı hep deftere alırım. Bazen aylarca tek harf yazmadığım oluyor, bazen de yazmaktan başka bir şey yapmadığım günler. Dalgalı bir süreç yani.
Hangi yazarları ya da kitapları tutkuyla seviyorsunuz?
Yazarlardan bahsetmek heyecanlandırıyor beni. Hepsini saymaya kalkmayayım ama tutkuyla bağlı olduklarımdan bazıları… Romain Gary ve onun o büyük romanı Cennetin Kökleri. Lawrence Durrell her okuyuşumda ürpertir beni. Öte yandan Malraux, Remarque ve Semprun gibi 20. yüzyılın canlı figürleri. Graham Greene’in Yıkılış’ı sonra, sarsıla sarsıla okumuştum. Dino Buzzati’nin Tatar Çöl’ü. Conrad’ın romanları… Liste daha uzar ama bir de Attilâ İlhan’ı ekleyerek sonlandırayım. Attilâ İlhan hep peşinde olduğum biridir.
Şimdi ne üzerinde çalışıyorsunuz?
Birikmiş, yeniden ele alınmayı bekleyen öykülerim var. Onlara yönelmiştim. Ancak, yakın zamanda bir roman fikri doğuverdi. Şimdi hevesle onu düşünüyorum. Umarım zaman ve fırsat olur da arayı fazla uzatmadan yeni ürünler verebilirim.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments