Egoist okur

İki şiir arası, yıldızlara bakmak

“Suzan Bilgen Özgün’ün öykülerinin süzülmüş, damıtılmış, akıcı ve tempolu bir dili var. Kısa cümleler kurarken işlevsel ayrıntıları da ustalıkla seçiyor. Bu da sözcüklerle resimler çizmesini sağlıyor” diyor Cemil Kavukçu. İşte sözcüklerle resimler çizen Özgün’ün Orhan Kemal ödüllü ilk kitabı “Gölgede Kalanlar”dan sonra ikinci kitabı “Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız” da çıktı.

Kitabı Arzu Eylem’in yazısıyla tanıtıyoruz. Bu arada “Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız”, yeni bir yayınevi olan ve harika işlerini heyecanla ve merakla takip ettiğimiz Dedalus Kitap’tan çok güzel bir kapakla çıktı.

yildizlara bakiyor bazilarimiz egoistokur dedaluskitap

İki Şiir Arası Yıldızlara Bakmak!

Turgut Uyar, “Göğe Bakalım!” dediğinde, yeryüzünde arayıp da bulamadığı umuda seslenir bir bakıma. “Göğe bakalım!” çağrısında gündüz ve gece önemsiz, bakanın ne göreceğiyse belirsizdir. Hoş, bir şey görmek zorunda da değildir bakan. Aslolan bakmanın kendisidir. Aynı durmak gibi. Durmanın çoğu zaman tüm eylemlerden daha güçlü bir eylem olması gibi.

Oscar Wilde’sa şöyle der: “Akıp giden bir bataklığın içindeyiz hepimiz ama yıldızlara bakıyor bazılarımız.”

Wilde, bunu söylerken bir defa geceyi saklar sözün içinde. Gecedir çünkü yaşam. Karanlık, yeryüzünde görmek istediğimiz çoğu şeyin üstünü örtmüştür, batağa bakmaktansa bazı insanlar yıldızlara bakmayı tercih etmiştir. Tabii, Güneş’i yıldızların arasında saymışsa durum değişir. Burada görmezden gelme yani kaçış mı gizlidir, yoksa tüm anlamsızlığıyla sürüp giden hayata anlam katma çabası mı? Tek cevabı olsaydı bu sorunun, zaten şiir olmazdı Wilde’ın söylemi. Fakat emin olduğum bir şey varsa, o da Oscar Wilde ile Turgut Uyar’ı birbirine yaklaştıran, bakmakla görmek arasındaki ilişki. Çünkü bir insanın yeryüzünden vazgeçip başını göğe çevirmesi için önce görmesi gerekir. Neyi? Bataklığı! Farkında değilse yeryüzünde olanların göğe de böylesi bir istekle bakmaz. Yerde bulamadığını gökyüzünde aramaz. Umuda sarılmaz.

Suzan Bilgen Özgün, Oscar Wilde’ın yıldızlarına bakan bazılarından olmamız için bizi ikna etmeye karar vermiş görünüyor. Çünkü yazar, Gölgede Kalanlar‘dan sonra yayımlanan yeni kitabı Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız‘da ısrarla yeryüzünü göz göz ediyor. Bakış teması öykülerin sorunsalı. Bu açıdan öyküler, öykü yazma biçimleri üzerine kafa yoran bir kitap olarak da karşımızda duruyor. Yer yer öykülerin yazılma anlarına da şahit oluyoruz bu sebeple.  Özgün, her ne kadar okuru “bakış”a odaklamak istiyor gibi görünse de, kimi öykülerde koku ve ses de temaya eşlik ediyor. Sanırım Özgün bizi, tüm duyularımızı birleştirip görmeye davet ediyor. Tabii, böyle bir şey mümkünse. Çünkü göreceli bir dünyada yaşadığımızın ayırdında olan yazar, mutlak gerçekliğin -yaşıyorsa- çok uzaklardan bize baktığını, bizim baktığımız yerlerdeyse gölgelerinin dolaştığını biliyor. Bu sebeple bakış, görüşten çok daha samimi ve mütevazı bir üslupla bizi selamlıyor. Yazarın baktığı yerden bakıp, yine kendi gördüğümüze inanmakta özgürüz. Niyeti, okurun anlamıyla buluştuğunda, yazar geri çekiliyor haliyle.

Kitap, Ayna Bakış, Renkli Bakış, Çocuk Bakış, Kuş Bakış, Dost Bakış ve Son Bakış ana başlıklarının altında tam on iki öyküden oluşuyor. Bu başlıklar yukarıda da bahsettiğim gibi, niyeti açık eden ve okurun bu niyetle buluşma çabasını sağlayan bir okuma için kapı açıyor. Okuyan kişi, yazarın başlığın altını nasıl doldurmuş olduğunu merak edebilir. Kendi bakışıyla yazarınkini kıyaslama isteği duyabilir. Yanı sıra, yazarın baktığını çoğaltabilir ya da orada aynı şeyi görmeyebilir.

Bu açıdan bakarsak öyküler imgesel dilde kaleme alınmamış, yalın bir dille yazılmış olmasına rağmen, metni katmanlandıranın teknik olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla öykünün gördüğünü görme çabası metnin anlamını çoğaltıyor.

Suzan Bilgen Özgün, canlı cansız farklı anlatıcılar eşliğinde yer yer deneyselliğe varan öykülerinde, 12 Eylül, Gezi, kadın erkek ilişkisi, dostluk, çocuk ebeveyn ilişkisi yani kısaca hayat hakkında bize belli fotoğraflar sunuyor.

Okuduklarım arasında beni en çok etkileyen öykülere değinmem gerekirse:

“Unutma Zamanı” çocuğunu kaybetmiş bir annenin hastanedeki anlarını anlatıyor. Aslında Özgün, anne simgesini seçerek toplumsal yaşamı hastaneye kaldırıyor. Yaşanmışlıklarla başa çıkamadığı için unutmak dışında seçeneği olmayanları… Ve de aynı anda acılar üzerinden ticari hesaplar gören düzeni.

“Kırıklar” anlatıcısı ayna olan bir öykü. Aldatılma sonrasında kendisine başkalarının gözünden ve geçmişten bakan bir kadının öyküsü. Yazarın olan biten hakkında çok az bilgi vermesi, kadının iç dünyasında yaşadıklarının dilsizliğine vurgu yaparken, acı çekme anını daha çok davranışlara yüklemesi başarılı bir anlatımı getiriyor.

“Beklerken” çocukça bir öykü. Anne ve çocuk ilişkisini, kimsesizliği, çaresizliği ve muhtaç oluşu anlatıyor. Belki de bir çocuğun yokluktan sebep yaşadığı utancı.

“Seçim” öyküsüyse bir aile dramı. İrade saydığımız pek çok şeyin irade olmadığı, seçimlerimizin aslında seçemediklerimizden kaynaklandığını sezdiriyor. Yazarı, öykü kişisini, anlatıcıyı bir arada konuşturması, anlatıcı tekniklerinin bir çoğunu kullanması bakımından da “postmodern öykü” diye tanımlanan, yazma anının yazıya dahil etme biçimi tercih edilmiş.

Görmek istediğini görenlere, gördüğüne inanlara, bakmakla görmek arasında kalanlara başka bir pencere açıyor Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız. Bir akşam siz de bakın olmaz mı, bulutlara inat!

Arzu Eylem

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments