İnci Aral: “Kadın yazar cesur, vahşi ve yırtıcı olmalı”
Yazma Büyüsü adlı bir kitabı da bulunan İnci Aral, Seferihisar Edebiyat Günleri’nde bütün bir sabahı ve öğleden sonrayı kapsayan bir atölye çalışması gerçekleştirdi. Yola çıkış noktası ilk romanı Ölü Erkek Kuşlar’dı. Aral önce yoğun bir öykü yazarlığı tecrübesinin ardından romana geçmiş ve doğal olarak bunun zorluklarını yaşamıştı. Yazarın “Şimdi olsa yayınlamadan önce 100 sayfasını çıkarırdım” dediği bu romanıyla ilgili anlattıkları, katılımcılara zamanı iyi kullanma, karakterleri yaşar hale getirme ve kusursuz bir olay örgüsü yaratma konusunda değerli ipuçları verdi.
Söyledikleri arasında en çarpıcı olansa cesarete dairdi. Yazmak yeteneğin, ustalığın dışında cesaret gerektiriyordu esas. Hele toplumun baskısını üzerinde en ağır şekilde hisseden kadınlar için. (Bu arada üzerinden çok zaman geçti ama ilk yayınlandığı dönemde Ölü Erkek Kuşlar’ın epeyce tartışıldığını hatta kimileri tarafından romanın yazarın aslında kendi yaşadıklarını anlattığı varsayımıyla yerden yere vurulduğunu hatırlatmakta yarar var.)
Bu arada İnci Aral çok gençken Attila İlhan’dan duyduğu bir şeyi de aktardı. “İlk hikayeler, ilk romanlar kılçıklı balık gibidir” dermiş Attila İlhan. “Yani çok lezizdir. Ama kılçıklarını ayıklamaya başladığınızda o lezzetini de biraz kaybeder.”
Yani şu aslında herhalde: İlk eserlerin kendine has bir lezzeti vardır, üzerinde çalışırken bunu yitirmemeye de uğraşmak gerek belki.
İşte İnci Aral’ın ders notlarından bir bölüm…
Gülenay Börekçi
İnci Aral: “Kadın yazar cesur, vahşi ve yırtıcı olmalı”
“Yazmak bir bağımsızlık eylemidir. Sonuna kadar özgür olmayan kişi, yazamaz da. Çocuğum, kocam, sevgilim, eşim dostum ne der, yazdıklarımla ilgili nasıl bir hüküm verir diye düşünmek sizin bağımlı olduğunuzu gösterir, bu yüzden de yazmaya gerçek anlamda engeldir.”
“Nedir bu baskılar? Çevrenizdekiler hayatınızın belli dönemlerinde niye onlar gibi yaşamadığınızı, niye kurallara uymadığınızı sorgular ve sizi adeta denetlemeye başlarlar. Yazmak bunları geri püskürtmek adına atılmış bir ‘Beni rahat bırakın!’ çığlığıdır. ‘Tamam kardeşim, siz öyle düşünüyorsunuz ama ben başka biriyim. Sizin istediğiniz gibi değil başka türlü yaşamak istiyorum’ demektir. Başkalarının karşısına çırılçıplak çıkmak ve dünyaya meydan okumaktır.”
“Özellikle kadınlar bu baskıları daha fazla hisseder. Teslim olmamak için daha vahşi, daha yırtıcı olmaları gerekir bu yüzden. Evcillik, uysallık, anaçlık bir yazar için dezavantajdır. Ehlileşmiş, ehlileştirilmeyi kabul etmiş yazarın kitapları yayınlanır, listelere bile girer belki ama uzun vadede ‘iyi yazar’ olarak da hatırlanmaz doğrusu. Geleneksel kadınlık rolünü kabullenmeniz, sıradanın, vasatın üzerine çıkmanızı engeller. Annelik güdüsü de bu anlamda tehlikelidir, baş etmeyi öğrenmek gerekir. Çocuğunu sevmemesini, ilgilenmemesini söylemiyorum elbette ama tamamen annelik içgüdülerine teslim olarak yaşayan ve hayatının diğer her alanını buna göre planlayan bir kadın bırakın yazarlığı ve edebiyatı, iyi bir anne bile olmayı bile beceremeyecektir. Özetle yazar olmak isteyen bir kadının bir şekilde onu çevreleyen uzlaşma çemberinin dışına çıkması şart. Leyla Erbil, Tomris Uyar, özellikle ilk çıktığı dönemlerdeki Nezihe Meriç bunu yapabilmiş kadınlar arasında ilk aklıma gelenler.”
Subscribe
0 Comments
oldest