Egoist okur

İslamiyet öncesi putlar günışığına çıktı

Geçen hafta gazeteci Murat Bardakçı’nın Nurhan Atasoy ve Erhan Afyoncu’yla birlikte sunduğu ve cumartesi geceleri ayakta durmamızın yegane sebebi olan Tarihin Arka Odası programını seyrediyordum. Bir ara Washington DC’de açılan bir sergiden bahsedildi. Smithsonian Müzesi bünyesindeki Arthur M. Sackler Gallery’de açılan Arabistan Yolları sergisinde o toprakların binlerce yıllık kültürel zenginlikleri sergileniyormuş. Hem de antik dönemlerden bugüne…

İslamiyet öncesi putlar günışığına çıktı

“Bu bizi niçin bu kadar ilgilendirsin ki” diye merak edenler olabilir. O gece Tarihin Arka Odası’nı seyretmesem ben de öğrenemeyecektim ama Arabistan Yolları’nın en önemli özelliği Arap yarımadasında İslamiyet öncesi üretilmiş sanat eserlerinin de sergilenmesi. Üstelik aralarında putlar da bulunuyor. Yani çoktan parçalanıp yok edildiklerini sandığımız putlar Araplar tarafından itinayla muhafaza edilmiş, dahası Paris’te başlayıp Barselona, Berlin ve St. Petersburg gibi diğer büyük Avrupa şehirlerinde devam eden ve son olarak Kuzey Amerika’ya konuk olan bir sergiyle tüm dünyanın ilgisine sunuluyor.

Her şeyi yanlış anlamaya eğilimli bir milletiz herhalde, Murat Bardakçı programa gelen “Ne yani, şimdi de putları gösterip reklamını mı yapmaya başladınız” mesajlarını okurken ister istemez hiddetleniyordu. İnsanların İslamiyet öncesi çoktanrılı dönemde tapındıkları putları görmenin dini inançlarımıza zarar falan vermeyeceği ortada. Sadece zaman içinde nereden nereye geldiğimizi daha iyi idrak etmemizi sağlıyor, o kadar. Bir yararı daha var: Arabistan’ın İslamiyet öncesinde de ne kadar zengin ve karmaşık bir tarihi olduğunu ilk kez bu kadar açık ve net bir şekilde anlıyoruz. İşte Arabistan Yolları sergisinden biraz daha ayrıntı…

BBC “devrimci bir sergi” olarak adlandırıyor

1970’lerden itibaren yani son 40 yıldır Suudi Arabistan düzenli olarak arkeolojik kazılar yaptırıyor, bugüne kadar varlığından bile haberdar olunmayan bazı buluntuları da dünyanın çeşitli yerlerinde parça parça sergiliyordu. Sonunda devasa bir kültürel hazineye ulaşıldı. En şaşırtıcı olansa, Arap yarımadasının derinliklerinde İslamiyet öncesi dönemin izlerinin duruyor olmasıydı. İşte bugün Arthur Sackler Gallery’de İslam sanatının en önemli ve görkemli örnekleriyle beraber bu izler de sergileniyor.

Yolu Arthur M. Sackler Gallery’e düşecek olanların karşılaşacağı objeler arasında neler yok ki. Mesela olağanüstü bir el işçiliğinin ürünü olan ve 1623-1640 arasında Sultan IV. Murat’ın emriyle yaptırılan Kabe Kapısı göz alıyor. Hat sanatının başka incelikli örnekleri ve bol miktarda mezar taşı da mevcut. Ama elbette hepsi bu değil. Gizemli steleler, devasa insan heykelleri, ürpertici altın masklar ve Roma tanrılarının bronz heykelleri yani çok tanrılı dinlerin tapındığı ve bazıları 7000 yaşındaki putlar serginin en dikkat çekici parçaları. Bunların sergilenmesi yanlış bulup itiraz edenlere söylenecek şey belli: İslam dininin kendinden önceki kültürleri yıkıp yok etmediğinin hatta muhafaza ettiğinin bir kanıtı olarak bu sergi aslında İslam’ı özellikle yüceltiyor.

Arthur M. Sackler Gallery’nin yöneticisi Julian Raby, BBC televizyonunun “devrimci bir sergi” diye adlandırdığı Arabistan Yolları’nı şöyle takdim ediyor: “Arap yarımadası, özellikle de Hicaz bölgesi çağlar boyunca baharat ticaretinin merkezlerinden oldu, Mısır, Suriye, Mezopotamia, İran, Yunanistan ve Roma tapınaklarına baharat ve tütsü temin etti. Ortada çok büyük bir ticaret ağı olduğu için bütün bu ülkeler arasında kültürel bir alışveriş gerçekleşmesi de kaçınılmazdı. İslam’ın doğuşundan sonra Mekke İslam dünyasının merkezi haline geldi. Arabistan Yolları sergisinin önemi bu yüzden çok büyük. Bir kere teker teker bütün katmanları aralıyor ve Arap yarımadasının 7’inci yüzyıldaki büyük dönüşümden önce yani antik çağlarda da çok zengin ve köklü bir kültürü olduğunu ortaya koyuyor.”

Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün: “Batı, Arapları kültürsüz deve çobanları olarak gösterdi”

Fakat yine de insan bazılarının bu sergiye niçin bu kadar büyük tepki gösterdiğini merak etmeden yapamıyor. O halde en iyisi konuyu bir ilahiyatçıyla konuşmak… İşte Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün anlattıkları…

Arthur Sackville Gallery’de sergilenen antik eserler bize neyi gösteriyor?

En başta şunu gösteriyor: İslam’ın geldiği toplumun cahil olarak adlandırılması, o insanların hiçbir şey bilmedikleri yahut bu tür sanatsal faaliyetleri üretecek bilgi ve deneyimden yoksun oldukları anlamına gelmez. ‘Cahil’ terimi Türkçe’de ‘doğru bilgiden yoksun’ anlamında kullanılır. Arapça’da ise ‘ hem doğru bilgiden yoksun hem de ahlakî dejenerasyona uğramış’ anlamına gelir. Arapların putlar, kâhinler ve cinler etrafında geliştirdikleri dünya görüşü, aslında gelişmiş bir mitolojinin varlığına işaret ediyor. Antik çağlarda Arapların Yunan, Mısır, Roma ve Bâbil’e paralel bir mitolojilerinin var olduğunu biliyoruz. Bu mitolojik zihnin kendisini heykeltıraşlıkta veya başka sanatsal dallarda da göstermesinde şaşılacak hiçbir şey yok.

Peki İslam gerçekten heykeli yasaklamış mıdır?

İslam’ın dünya görüşü, heykel yapımını yasaklamaz. Heykeli her türlü bağlılığın odağına koyan zihniyeti yasaklar. Hz. Süleyman’ın bir peygamber olarak heykeller yaptırdığını Kur’an-ı Kerim de anıyor. Bizatihi kötü olan bir işi bir peygamberin yaptırması söz konusu olabilir mi? Tekrar ediyorum, Kur’an heykeli değil, heykeli algılayan zihni kınar. ‘Müşrik’ denilen de aslında heykeller değil, heykellere olağanüstü güçler yükleyen insanlardır. Allah’la doğrudan iletişim kuramayacağını düşünerek araya aracı olarak heykeller koyan zihniyetten söz ediyorum.

‘Put’ dediğimiz de bu zaten, öyle değil mi?

Allah’la iletişimde bağımlı hale geldiğimiz heykeller, evet. Kur’anın karşı çıktığı budur. Araplar bütün oluşları tek sebebe bağlayan tevhid inancını kavramakta zorlanıyorlardı. Yoksa onların da Allah fikri vardı. Kur’an, “Müşriklere alemi kim yarattı diye sorsan Allah yarattı diyeceklerdir” der. Kur’an’ın gayesi, Allah’ın yanında başka varlıklara da bağlanarak kendilerini köleleştiren ve böylece insanlık onuruna yakışmayan bir bağımlılık sergileyen insanları kurtarmaktı.

Eski Arapların bu heykelleri yapmalarının tek sebebi bu muydu?

Hayır, putlar Araplar için sadece zihinsel varlıklar değildi, bunların ticaretini yaptıklarını biliyoruz, sır değil.

Peki bazıları niçin tepki gösteriyor binlerce yıllık bu putların sergilenmesine?

Uzak bir coğrafyada deve çobanları olarak gördükleri insanların bu tür sanat eserleri üretmiş olması Batılıları şaşırtıyor. Oysa Arap şiiri ve edebiyatı bu kadar yüceltilirken, bu sanatların kardeşi durumundaki heykeltıraşlığın veya kaligrafinin geri kalması zaten düşünülemez. Bu heykellerin sergilenmesinin dini bakımdan da hiçbir sakıncası yok. İslam, bir toplumun çok tanrılı mitoloji dünyasını dönüştürmüştü. Ama zaten bütün dinlerin görevi bu olmuştur. Her dinin ortaya çıkışından önce bir mitoloji dönemi vardı. Yahudi geleneğinde de böyle olmuştu. Yahudiler önceleri henoteisttiler. Yani Tek bir Tanrı’nın yanında kabile tanrılarına da tapıyorlardı. Araplar da aynı şekilde hem Yüce Allah’ı kabul ediyorlardı hem de putları… Onlara bunun için ‘müşrik’ yani ‘henoteist’ dendi. Eski Yunan’ın politeist yani çoktanrıcı görüşünden biraz daha gelişmiş bir görüştür bu.

Arabistan Yolları’nda neler var?

Arabistan Yolları sergisi üç bölüm halinde gezilebiliyor. İlk bölümde, İslamiyet öncesi döneme ait yani Mezopotamya, Yunanistan ve Roma etkisiyle üretilmiş eserler yer alıyor. İkinci bölümde, İslamiyet sonrası eserler var. Burada Şam, Kahire ve Bağdat gibi büyük şehirlerden geçen hac yolu üzerindeki eserler görülüyor. Fotoğrafların, seyahat kitaplarının, haritaların ve gündelik hayat nesnelerinin de bulunduğu son bölümse 1932’den yani Suudi Arabistan Krallığı’nın kuruluşundan sonrasına ayrılmış.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments