Pera Palas’ın 121 yıllık nefes kesen hikayesi
İstanbul’un hemen her yıl tarihi yok edilen Beyoğlu semtinin nadide tarihi mücevheri Pera Palas Oteli, 121 yaşını kutluyormuş. Kutlasın tabii. Turistler İstanbul’un Pera’sını orada algılıyor, en azından mutlaka gidip bir çay içiyor, pasta bina Demirören dibindeki otelde değil. Eh, onlar da biz de haklıyız, eskiyle yeninin randevusu ancak duygusu, yaşanmışlığı olan yerde verilir. Öyle böyle, acı tatlı içiçe geçmiş bir sürü öykü, yaşanmışlık… İyi ki korunmuş!
Beyoğlu’ndan sahici bir masal: Pera Palas
Mata Hari, ikinci katın koridorundan kalbi küt küt atarak odasına doğru ilerledi, kapıyı açıp içeri girebildiğinde ancak rahat bir nefes alabildi. Önemli bir iş başarmıştı ama önce gevşeyip kendine gelmeliydi! Pencereye yaslanıp camın arkasındaki Haliç’in uykulu sularına, batmakta olan güneşin kızıl sarı rengine, teknelere ve bunlarla tezat insan kalabalıklarına baktı. Bu kentte bütün renklerle bütün karanlıklar, bütün zenginliklerle bütün sefalet elele, kolkolaydı sanki ve bu otel, insana her an herşeyi yaşayabileceğinin, huzurla kaosun birarada olabileceğinin tanığıydı… Ünlü İngiliz casusu Cicero da başlıca görev bölgesi olan İstanbul’da, kendini en çok Pera Palas’ta güvende hissederdi… Bir zamanlar o koridorlardan, o balo salonundan, o restorandan o da geçmiş, pek çok “gizli” bilgiyi belki de bu oteldeki ilişkileri sayesinde toplamıştı.
İşgal yıllarında Boğaz’da nasıl yabancı gemiler halka kendini sevimli göstermeye çalışıp eğlence üstüne eğlence düzenliyorsa, Beyoğlu’nda da o sırada en keyifli ve Avrupaî akşamlar burada yaşandı. En hararetli tartışmalarla en şık resepsiyonlar da… Bu otel, kentin sembollerinden, kilit noktalarındandı.
Hangisini anlatmalı?.. Taa başlangıcında otel kurulurken başına gelenleri, bugün düşsel bir roman gibi yaşanmış gerçek hikâyelerini mi? I. Dünya Savaşı sırasında koridorlarında koşuşturan casusları mı? Saray tercümanlarının başına gelenleri mi? Diplomatları, dünya çapında şarkıcıları, baronları, düşesleri, cumhurbaşkanlarını, sanatçıları, yazarları ağırlayan Balo Salonu’nu mu? Yoksa işletmecisi Bay Georges Nagelmackers’in oteli bitirmek için ne zorluklar çektiğini mi? Belki Orient Express düşleriyle coşku içinde Wagons-Lits ile ilk olarak Pera Palas’a gelenlerden, görkemli açılışından söz etmek, hayal perdesindeki sisleri aralar.
Tarih, 19. yüzyılın ortalarını gösterir, imparatorluk en zorlu ve radikal dönüşümlerle çalkalanırken Osmanlı’nın Pera’sı da en şaşaalı günlerini yaşamaktadır… Avrupa kulüpleri, operetler, kafeler, pastaneler, dükkânlar, tiyatrolarıyla Osmanlı’nın kültürel algısını ortaya koyan yıllar… Fransızca ve Fransa’ya sempati doruk noktasında. Kozmopolit yaşamın kalbinin attığı bu yer, Pera, herşeyiyle Avrupa’dan farksız. Yine de ekabir müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamak kolay değil; otellerin çoğu o dönemin imkanlarıyla sınırlı. Pera Palas yokken, ekabir müşteriler Grand Hotel de Luxembourg’da kalırlarmış.
Ermeni asıllı üç Türk vatandaşı olan sermayedar, lüks otel ihtiyacını farkedip 19. yüzyılın sonunda büyük çabalarla Bayezid-i Sanayi Vakfı’na ait araziyi üstlerine geçirmeyi başarır. Ancak hisse alıp satmakla uğraştıklarından otelin inşaatına girişemezler. Bu arada La Compagnie International des Wagons-Lits, yani Uluslararası Yataklı Vagonlar Şirketi, o meşhur Orient Express seferlerine başlar. Bir tür hayal satmakta ve Avrupa’dan yolcular lüks, yataklı trenlere binerek Doğu’nun egzotik diyarlarını keşfe çıkmaktadırlar… İstikametlerden biri olan ve hem gelişmişliği hem de sanatsal, mistik, estetik güzelliğiyle en özeli İstanbul’da onların beklentilerini karşılayacak konforlu bir otel yoktur. Böylece 1894’de tren kumpanyası kendi otel işletmesini kurar.
Otelin işletmecisi İstanbullu Georges Nagelmackers, hemen inşaata başlar. Avrupa’daki benzerleriyle yarışacak kertede lüks bir otel inşa edecektir ve bu hiç te kolay değildir. Osmanlı Bankası’nın arşivinde Nagelmackers’in şirketinin otelinin 1894’de durma noktasına geldiği ve bankadan 30 bin lira kredi alarak tamamlayabildiğinin belgesi duruyor. Nagelmackers, kredi teminatı olarak şirketin Tarabya’daki Summer Palace ve Kahire’deki otellerinin bütün hesaplarının banka denetimine verilmesini kabul eder. Otel inşaatı böylece tamamlanır.
Otelin tasarımını İstanbul Arkeoloji Müzeleri de dahil İstanbul’a pekçok güzellik kazandırmış mimar Alexandre Vallaury yapar; dış cephesinde klasik bir anlayış, balo salonunda oryantalist üslup, asansör ve çevresindeki ikincil mekânların düzenlenişinde art nouveau çizgiler… Avrupalı asillerin ihtiyaçlarını karşılamak için yapıldığından döneminin en lüks ithal malzemeleriyle inşa edilir. Bugün hâlâ o dönemde yapılmış sıhhi tesisat, mekanik ve elektrik donanımları kullanılıyor.
Pera Palas, 1895’in Ocak ve Şubat aylarında büyük ziyafetlerle açılır… Ve Avrupa’dan soylular otele akmaya başlar. Yataklı vagonlarla “Berlin-Budapest-Constantinople” güzergahını seçenler Sirkeci Garı’na vardıklarında tahtrevanlarla otele taşınırlar. Özellikle de kadınları otele getiren bu zarif tahtrevanlar o günlerin anısı olarak hâlâ Pera Palas’ta.
Bu arada Pera Palas yapıldığında İstanbul’da yalnızca Amerikan Hastanesi, Yıldız Sarayı ve otelde elektrik olduğunu hatırlayalım. Beyoğlu’nun tek elektrikli binasıdır burası ve Tepebaşı’ndakiler onun ışığından faydalanırlar. Ayrıca asansörü elektrikle çalışan tek asansör buradadır. Sonraları odalarından sıcak su akan ilk otel vb. bir çok ilk burada yaşanır.
Altın yılları, I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönem. Tarihiyse, ilginç olaylar dizini gibi. Öncelikle otelin el değiştirmesine yol açan yaşanmış masal gibi tuhaf olaydan başlayalım… Mersin’de değirmencilik yapan Bay Bodossaki, savaştan önceki dönemde otelde kalmak ister ama kıyafetinden ötürü reddedilir, hıncını ise oteli satın alarak çıkarır. Bay Bodossaki, Anadolu kökenli Rum vatandaşlardandır ve çok zengindir. Tepesi atan Bay Bodossaki, önerilen çok yüksek fiyata rağmen oteli satın alır.
Anne babalarımızın idolü, bir dönem filmlerin unutulmaz oyuncusu Greta Garbo, Pera Palas’ta kalır. Acaba, tanınmadan Beyoğlu’nda nasıl dolaştı, nereleri gezdi, neler onu heyecanlandırdı? Kamelyalı Kadın yorumuyla ünlü Fransız oyuncu Sarah Bernhardt da, olaylı İstanbul turnesinde Pera Palas’ı tercih eder. İstanbullular, onu izlemek için yarışırken o kendini otelin huzurlu kollarına atar ve onunla görüşmek isteyenlerle burada buluşur.
Pera Palas, I. Dünya Savaşı sırasında işgal kuvvetlerinin karargahı gibidir. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Amerikalılar cirit atar otelde. Savaş demek yokluk demek ama Pera Palas’a yokluk pek uğramaz. Ünlü casuslar, işgal kuvvetleri komutanları hep burada kalır. Bodossaki de onlarla iyi ilişkiler içindedir. Kurtuluş Savaşı’na muhtemelen anlam veremez, çılgın bir macera olarak bakarlar. Atatürk, Bay Bodossaki ile ilk olarak 1917 yılının Aralık ayında bir Osmanlı paşasıyken tanışmış; 1919’un Nisan ayında Yunan Generali Paraschevopulo’yu bütün Beyoğlu gibi Pera Palas da mavi beyaz bayraklarla selamlamış..
İşgal kuvvetleri hüsrana uğrayınca Bay Bodassaki, korkusundan oteli terkeder. Bu arada maliyeye ciddi bir borcu olduğu ortaya çıkar ve otel 1923’te hazineye devredilir. Üç yıl sonra, Atatürk’ün Suriye’de iken tanıdığı eşraftan Misbah Muhayyeş otele talip olunca önce işletmeciliğini sonra mülkiyetini alır. Çocuğu olmayan Misbah Muhayyeş 1949’da bir vakıf kurup gelirini Darüşşafaka, Darülaceze ve Verem Savaş Derneği’ne bırakacak, ardından 1982 ve 2006’da otel el değiştirecektir.
Cumhuriyetin ilanından sonra meşhur Cumhuriyet Baloları’nın vazgeçilmez mekanlarındandır artık. Şık giyimli bayanlarla baylar dans becerilerini göstermek için balo salonunda yarışır, geride hatıra fotoğraflarını bırakırlar. Pera Palas’ı çok seven Atatürk otele geldiğinde nedense hep 101 numaralı odayı tercih etmiş. Bugün müze olarak korunan odası, koruma polisi Rıdvan Gürarı’dan alınan eşyalarla zenginleşmiş durumda. İçindeki 137 parça eşyadan bir, bir Hint mihracesinin 1929’da ona hediye ettiği ve ne ilginçtir ki üzerinde saat olarak 09.07’yi gösteren seccade…
Dönemin ünlü aktrisi Fransız Marie Bell’in İstanbul’a her gelişinde olay olur, sonraki yıllarında Jean Genet’nin avangard oyunlarında da rol alacak olan Marie Bell, o yıllarda klasik oyunculuğuyla meşhurdu. Her gelişinde o da Pera Palas’ta kalır. 1930’ların hemen başında İstanbul’da çekilen La Chance (Talih), La nuit est à nous (Aşk Geceleri) filmlerini keşke bulup izlesek de dönemi hayal edebilsek… O yıllarda Kandilli’deki Abud Yalısı’ndan çekilen bir fotoğrafında kendisini Boğaz sularında bir kayıkla gezinirken görüyoruz. Bugünden bakılınca masal İstanbul’unda kendini nasıl hissetti acaba?
Polisiye romanların unutulmaz yazarı Agatha Christie,’nin soluk soluğa okunan ünlü “Orient Express’te Cinayet” romanını Pera Palas’ta yazar. Sonradan filme çekilen, hayatının 11 günlük bilinmeyen dönemi eleştirmenlerce hayalî diye nitelendirilince olan olur. Filmi çeken Warner Brothers şirketi ünlü Amerikalı medyum Tamara Rand’e başvurur. Rand, Christie’nin ruhunu çağırır ve ünlü yazar, hayatının bu dönemine ışık tutacak anahtarın Pera Palas’ta 411 numaralı odada olduğunu söyler! 1979 yılında, yani Christie’nin ölümünden üç yıl sonra yerli ve yabancı gazeteciler eşliğinde otelde inceleme yapılır ve gerçekten de odanın yer döşemelerinin altında paslı bir anahtar bulunur. Otelin sahibi Hasan Süzer, anahtarı 2 milyon dolar karşılığında vereceğini söyleyince -bunu otelin yenilenmesi için harcayacağını belirterek- Warner Brothers reddeder. Dünya basını olayı tüm açıklığıyla yansıtır. Yeniden Tamara Rand’e başvurulur… Christie’nin ruhu, meşhur hatıra defterinin yerini anahtar ellerinde olmadan söyleyemeyeceğini dile getirir… Anahtar Amerika’ya gönderilmez, yeni anlaşma yolları aranır, ne var ki otel çalışanlarının bu dönemde greve gitmesiyle olan biten geride kalır. Anahtar, şimdilik bir bankanın kasasında, güvenli ellerde…
[…] Asıl Kaynaktan Alıntı yapılmıştır […]
[…] ilânından sonra kabil olmuştu. Böyle olmakla beraber, Wagons Lits İdaresine ait olan Perapalas Otelindeki elektrik tesislerine göz yumuluyordu. Zamanın devlet adamları yeni araçlara karşı bir kuşku […]