Egoist okur

Elis Şimşon: “İyi insan olmak ve mutluluk arasında bağ var”

Picus döneminden arkadaşım olan Elis Şimşon, 17 yaşından beri hayatını adeta felsefeye adamış durumda. Şimdi hem bu konuda doktorasını yapıyor hem de Koç Üniversitesi’nin felsefe bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Bir süredir de Alain de Botton’un The School of Life’ının İstanbul şubesi olan TSOL İstanbul’da, “Hayata Felsefe ile Bakmak” ve “Potansiyelimizi Nasıl Gerçekleştiririz” konulu iki ders veriyor.

“Dikkat! Felsefe dönüşüme sebep olabilir” diyen Şimşon’la, felsefenin bir terapi biçimi olup olmadığını, mutluluk peşindeki bitmek bilmeyen arayışımızda bizi nasıl değiştirebileceğini ve daha bir sürü şeyi konuştuk. Söyledikleri ilginizi çekerse,16 Nisan günü Joint Idea Kanyon’da vereceği “Potansiyelimizi Nasıl Gerçekleştiririz” seminerini kaçırmayın, derim.

elis simson tsol istanbul egoistokur gulenay borekci 2

Elis Şimşon: “Aşktan canım yandığınde Kierkegaard’a dönüyorum”

Elis, TSOL İstanbul’da felsefe dersleri veriyorsun. Okulun kadrosuna dahil olman nasıl gerçekleşti?

Akademide geçen yıllarım bana iki şeyi gösterdi. Bir, felsefe maalesef sadece akademiye hapsolmuş durumda. İki, felsefe akademiyi aşan, gündelik hayatlarımızın tam kalbinde yer alması gereken bir aktivite. Akademiye sıkıştırılması, felsefenin özüne ihanet. Bunu fark ettikten sonra, felsefeyi herkesin anlayabileceği, zevk alabileceği hatta bu düşünsel mirastan yararlanıp kendi içindeki filozofu keşfetmesine vesile olabilecek bir şekilde aktarmayı amaç edindim.

Alain de Botton gibi…

Evet, onun Londra’da kurduğu The School of Life’ın İstanbul’da bir şubesinin açıldığını duyunca da çok heyecanlandım. Okulun amacı, benim amacımla birebir örtüşüyordu. Felsefeyi herkesin kılabilmek, düşünmenin ve kendini keşfetme sürecinin zevkli olabileceğini göstermek, daha önemlisi, felsefenin gündelik hayattaki problemlerle yüzleşirken başvurabileceğimiz çok değerli tavsiyeler ve bilgelikler içerdiğini hatırlatmak… Böylece, TSOL’un İstanbul direktörü olan Elvan Omay’la tanıştık ve cesaretlendirmesiyle, desteğiyle felsefe derslerine başladık.

Kimler gelirse bu derslerden yararlanabilir?

Herkese açığız. Felsefeyi merak eden, ama o “zor” kitaplara dalıp onlarla boğuşmayı göze alamayan veya buna vakti olmayanlar için felsefeye iyi bir giriş niteliği taşıyor aslında bu dersler. Felsefenin, anlaşılması zor, gereksiz ve sıkıcı birtakım laf kalabalığı olduğu düşünülüyor çoğu zaman. Bizim amacımız, biraz da bu önyargıyı kırmak. Tabii “ders” yerine atölye demeyi tercih ediyoruz, çünkü kişinin felsefeyi gündelik hayatında nasıl “uygulayabileceğine” ilişkin egzersizler de yapıyoruz. Ve hep söylediğim gibi; cevap elde etmekten ziyade, yeni sorular sormayı hedefliyoruz. Bence bir felsefe atölyesi, hatta felsefi bir sohbet bile, kişinin halihazırda varolan sorularına yenilerini ekleyebilmişse değerlidir. Cevap vermek etiketlemektir, soruyu dondurur. Oysa kişiyi geliştiren, soruyu canlı tutabilmektir. Bizi merak etmeye, daha çok araştırmaya ve kendi cevaplarımızı sürekli gözden geçirmeye yöneltir.

Atölyede, “Dikkat! Felsefe dönüşüme sebep olabilir” diyorsun, felsefe insanı ne yönde dönüştürür? İyileştirir mi? Felsefe bir terapi biçimi olabilir mi?

Bu en sevdiğim sorulardan biri. Söylediğiniz şey, bugün felsefenin “pratik” yanının unutulmasıyla ilgili. Batılı felsefenin doğuşuna, yani Antik Yunan’daki durumuna baktığımızda felsefenin hem düşünsel hem de pratik bir aktivite olduğunu görüyoruz. Sokrates mesela sokaklarda dolaşıp insanlarla felsefi sohbetlere girişirdi. Stoacılar öğretilerini kent merkezinde, özellikle de pazar yerinde uygulamaya çalışırlardı. Epiküros’un gidip kalabileceğiniz ve hem onun öğretisini deneyimleyeceğiniz hem de sizin gibi düşünen yeni arkadaşlar edinebileceğiniz bir Bahçe’si vardı. Aristoteles’in Lyceum Okulu vardı. Bu düşünürler gündelik hayatın içindeydi. Mutluluk nedir, iyi hayat nedir, nasıl erdemli olunur, ölüm korkusuyla nasıl baş edilir, kişi kendini nasıl keşfeder gibi sorulara, herkesle konuşarak yanıt verirlerdi. Felsefe toplumsal bir etkinlikti, insanlardan kopuk değildi. Aklınızı kurcalayan bir sorunuz varsa, kendinizi geliştirmek istiyorsanız, ya da farklı bir hayat görüşü edinmek için bu düşünürlerle çalışabiliyordunuz, onların okullarına gidebiliyordunuz. Bu anlamda filozoflar, ruhu geliştiren kişilerdi. Felsefe spiritüel bir çalışmaydı.

elis simson tsol istanbul egoistokur gulenay borekci

“Bir kitapla değişebileceğimize inanmıyorum. Ruh üzerinde yapılan her çalışma özveri, sadakat ve inanç gerektirir”

Kişisel gelişime karşı felsefeyi savunmanı istesem neler söylersin? Felsefeyi zor bulanların başvurduğu kişisel gelişim kitapları işe yarıyor mu sence?

Kişisel gelişim kitaplarında yazan şeyler, bu büyük akılların ürettiği düşünce mirasının bölük pörçük, hap yapılıp kolay tüketime sunulmuş halleri. Hepsi kökünden ve bağlamında sökülmüş. Her şeye çabucak, meşakkatsiz bir biçimde cevap arayan modern çağ insanının talep ettiği şey bu çünkü. Ama ruh üzerinde yapılan her çalışma özveri, sadakat ve inanç gerektirir. Bir kitap okuyarak kişinin kendini dönüştürebileceğine inanmıyorum. Kalıcı dönüşümü, kişinin kendini sorgulamasının, zihninde, ruhunda ve kalbinde olup bitenleri gözlemesinin, kendi derinine inmeye çalışmasının getireceğini düşünüyorum. Bunun için bazen bir rehbere ihtiyaç duyulabilir, çok normal. Keşke bugünkü felsefe hocaları, tıpkı antik Yunan düşünürleri gibi, bu konuda da yardımcı olabilse insanlara… Felsefe denilen etkinlik tam da bunu gerektiriyor bence, kelimenin tam anlamıyla “bilgeliğin dostu” olmayı, bilgeliğe merak duyan insanlara yol gösterebilmeyi, onlarla beraber düşünebilmeyi.

Atölyede ele aldığın beş büyük felsefeci var, onlardan ne öğrenebiliriz?

“Hayata Felsefeyle Bakmak” adlı atölyede Sokrates, Epiküros, Seneca, Nietzsche ve Sartre üzerinde duruyoruz. Kişinin kendi fikirlerini edinebilmesi ve ilkelerini oluşturması konusunda Sokrates’e, mutluluk konusunda Epiküros’a, beklentilerle baş etme konusunda Seneca’ya, acıların bizi nasıl geliştireceği konusunda Nietzsche’ye ve özgürlük ve sorumluluk konularında da Sartre’a başvuruyoruz. Hepsinden öğrenecek binlerce hayat dersi var. Merak edenleri atölyeye bekleriz!

elis simson tsol istanbul egoistokur gulenay borekci 1

“Mutluluk günümüzde haz biriktirmekle ilgili gibi, o hazlar ise önceden belirlenmiş durumda”

“Pazar Pazar Felsefe” diye bir ders veriyorsun ve burada tıpkı antik Yunan agorasında olduğu gibi, felsefi bir sohbet imkanı yaratıyorsun. İlk tartıştığınız konu mutluluktu. Bir sonuca varabildiniz mi? Mutluluk konusunda felsefenin bize söyleyeceklerini nasıl özetlersin?

Genelde şu soruyla karşılaşıyorum: “Mutluluk üzerine kafa yormanın ne anlamı var?” Ama ilk “Pazar Pazar Felsefe” sohbetimizde katılımcılar, o kadar güzel cevaplar verdiler ki beni de mutluluk hakkında düşünmemiz gerektiğine ikna ettiler.

Bir sonuca varabildiniz mi?

Tabii ki hayır, zaten amacımız sonuca varmak değil, sadece mutluluk hakkında bugün bize sunulan reçeteleri, hazır bilgileri, empoze edilen görüşleri sorgulamaktı. Mutluluk sorusu basit gibi görünüyor ama zor aslında. Bu konuda yazılan onca kitap, araştırma ve atölye çalışması olduğunu düşünürsek, demek ki verilen cevaplar tatmin etmiyor insanları. Nasıl mutlu olacağımızı bilmiyor muyuz, yoksa unuttuk mu? Ya da, mutlu olmak giderek zorlaşıyor mu? Bunun modern çağ ile, şehir hayatı ve maddiyata dayalı tüketim kültürüyle bir bağlantısı olabilir mi?

Sen ne düşünüyorsun?

Bana bu sonuncusunun etkisi çokmuş gibi geliyor. Mutluluk artık haz biriktirmekle ilgili gibi, o hazlar ise önceden belirlenmiş durumda. Belirli nesnelere sahip olmak, belirli imajlara uymak, tüketmek… Mutluluk sanki belirli bir hayat tarzının tekelinde ve herkes bu tanım doğrultusunda mutlu olmak zorundaymış gibi bir algı var. Oysa örneğin antik Yunan’daki tanımı bambaşka. Orada mutluluk bir tavır, insanın tüm hayatı boyunca pratik edeceği bir varolma biçimi. Bunun erdemli olmakla da ilişkisi var. İyi insan olmak ve mutluluk arasındaki bağ…

Peki ya aşk, o konuda felsefeye başvurabilir miyiz?

Tabii ki. Bir sonraki atölyede bu temayı mı kullansak acaba? Aşkla ilgili ilk aklıma gelen Platon’un Şölen diyaloğu. Ruh ikizimiz var mı, kendimizi neden bir başkasıyla tamamlanmış hissederiz gibi sorulara değindiği yerler var. Müthiş bir metin! Ama ben kişisel favorim Kierkegaard; aşktan canım yandığı zamanlar ona dönerim ben.

elis simson tsol istanbul egoistokur gulenay borekci 3

“Altın kurallar, listeler, herkes için geçerli reçeteler, tüm kapıları açacak anahtarlar, herkese çare olacak devalar yok bu atölyede”

“Potansiyelimizi Nasıl Gerçekleştiririz?” diye ayrı bir atölye çalışması yapıyorsun. Neler anlatıyorsun bu derslerde?

Kişinin potansiyelini gerçekleştirmesi bence, “kendisinin, olabilecek en iyi halini arama serüveni ve ortaya koyma cesareti”. Bunun için önce kendimizi tanımaya çalışmalıyız. Bu da, başlığı yüzünden kişisel gelişim atölyesi gibi tınlayan bu atölyeye felsefi boyutunu kazandıran şey aslında. Hayatımıza neyin anlam verdiği, başarıyı ve mutluluğu nasıl tanımladığımız, hayatta nelere öncelik ve değer verdiğimiz, hangi kalıplara saplanıp kaldığımız, nelere direnç gösterdiğimiz, nelerden korktuğumuz… Tüm bunlar potansiyelimizi keşfedebilmemiz ve gerçekleştirmemiz için temas etmemiz gereken konulardır. Katılımcılara bu konularda soru sormaları için rehberlik etmeye çalışıyorum ben. Katılımcılar, kendileri gibi başka insanların da aynı kaygılarla oraya geldiklerini fark ettiklerinde güvenli bir alan yaratılmış oluyor. Kırılganlıklar, dirençler, bizi alıkoyan önyargılar daha kolay su yüzüne çıkıyor bu samimi ortamda.

Diyelim ki ben de katıldım, en büyük hayalimi gerçekleştirmek adına bu dersler bana ne gösterecek?

Bu atölye çalışmasında benim üzerinde durduğum üç temel soru var: Ben kimim? Kim olmak istiyorum? Ne yapmak istiyorum? Bizi potansiyelimizi keşfetmeye ve kullanmaya yöneltecek olan şey bunlara verdiğimiz cevaplardır. Atölye çalışmasının ilk bölümünde bu sorular üzerinden ilerliyoruz, o kısım biraz daha felsefi kısmı çalışmanın. Kendi yanıtlarımızı bulmamıza yardımcı olacak birkaç egzersiz de yapıyoruz. “Kendi” yanıtlarımız olması önemli, yoksa halihazırda bize empoze edilen, her yerden maruz kaldığımız, ama samimiyetle benimsemediğimiz için de taşıyamadığımız, altında ezildiğimiz hazır cevaplardan kurtulmak en önemli adım. İkinci kısımda ise, net bir hayalimiz varsa, onu gerçekleştirmek için ne tip pratik adımlar atabileceğimizi tartışıyoruz. Katılımcılar da birbirlerini kendi deneyimleriyle besliyor. O grup enerjisi her defasında beni büyülüyor. Fakat şunun altını çizmeliyim: Potansiyelinizi gerçekleştirme konusunda altın kurallar, listeler, herkes için geçerli reçeteler, tüm kapıları açacak anahtarlar, herkese çare olacak devalar yok bu atölyede.

Ne var peki?

Güzelliği, “bir arayış” ya da “minik bir keşif süreci” olarak tasarlanmış olması. Kendinize soru soracağınız, düşüncelerinizle kalacağınız fırsatlar tanıyor size. O yüzden de içeriği biraz da katılımcılarla belirleniyor. Herkesin ihtiyaçları, dertleri, soruları, yolculukları farklı. Yapılan tanımlar ya da tartışılan çözüm yolları herkesin işine yaramayabilir. Biz alternatif yollara işaret ediyoruz ama o yollara girip keşfetmek sonuçta size kalıyor. Hangi yola gireceğiniz, ne zaman, hangi tempoda yürüyeceğiniz hep sizin seçiminiz.

Gelirsem, oradan hayatımda ne değişmiş olarak çıkacağım?

Bence kişinin potansiyelini kullanabilmesi, hayatını bir sanat eseri gibi yaşaması anlamına gelir. Olabileceği en iyi hali vücuda getirebilmesi, kişinin hem kendine, hem de tüm dünyaya karşı sorumluluğudur. Bu atölyeden sonra hayatınızda değişecek olan şey şu: Bunu yapabilecek güce, donanıma ve cesarete sahip olduğunuzu göreceksiniz.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments