Egoist okur

James Joyce’un “Dublinliler”i ve biz kar yağsın diye beklerken

Toplu olarak bakıldığında Joyce’un yazdıkları ülkesi İrlanda’ya ve halkına bir armağan da sayılabilir aslında. Dublin, gecesi ve gündüzüyle, sokakları ve en kuytu mekanlarıyla, tarihi ve geleneğiyle, soğuk kış aylarında şehrin ve mezarlıkların üzerini örten karıyla Joyce’un romanlarında ve öykülerinde canlandı, kağıt üzerinde de yaşayan bir yere dönüştü.

Edebiyat, karın James Joyce’un “Dublinliler”inde yaptığını bile yapamayacaksa neden gerekli bir şey olsun ki?

Çocuklar James Joyce okuyor. Ve daha neler neler!

James Joyce’un “Dublinliler”i ve biz kar yağsın diye beklerken

Bazıları tarafından edebiyatta bilinçakışı tekniğinin yaratıcısı kabul edilen James Joyce’la ilgili en büyük yanılgı tam da bu aslında: Üzgünüm ama kendisi, bilinçakışının yaratıcısı değildi. Sadece Virginia Woolf ve William Faulkner’la birlikte tekniği zirveye ulaştıranlardan oldu. “En iyisi oydu” desem, daha doğru aslında, Woolf ve Faulkner hayranları kızmayacaksa.

“Ulysses”te Leopold Bloom ile Molly’nin ve tabii ki Stephen Dedalus’un zihninde, dünyanın sürekli şekil değiştiren bir yere dönüşmesini okuduk. Dış dünya ile iç dünya, karakterlerin zihninde sürekli kesişti, dolandı, birbiri içinde eridi, birbirini etkisiz kıldı ya da kuvvetlendirdi. Joyce evreninde zaman ve tarih de değişken şeylerdi, karaktere göre form alabiliyorlardı. Eh, bunlar da ister istemez onu “zor yazar” yapıyordu.

O halde bu zor yazarın yıllardır hâlâ okunmasının sebebi ne? “Ulysses”ten ilerleyelim…

Söz konusu olan aynı zamanda seksi ve komik bir kitap. Joyce kelimeleri alışılmadık bir üslupla kullanarak ve mizahtan sonuna kadar yararlanarak okur üzerinde benzersiz bir etki yaratıyor. Kitaptaki her şey çok gerçek, çok büyüleyici; tıpkı hayatın kendisi gibi. (Söylemeden duramayacağım: “Hiçbir şey hayat kadar etkileyici değildir; yazı hariç!” diyen Orhan Pamuk’un aksine, Joyce yazdıklarında doğrudan hayatı kutsayan bir edebiyatçı oldu.)

Toplu olarak bakıldığında Joyce’un yazdıkları ülkesi İrlanda’ya ve halkına bir armağan da sayılabilir aslında. Dublin, gecesi ve gündüzüyle, sokakları ve en kuytu mekanlarıyla, tarihi ve geleneğiyle Joyce’un romanlarında ve öykülerinde canlandı, kağıt üzerinde de yaşayan bir yere dönüştü. Sırf “Ulysses”ten bahsetmiyorum, Joyce’un öykü kitabı “Dublinliler” de benzersiz bir eser. Finalde Joyce’un karın yaşayanların ve mezarlarında uyuyan ölülerin üzerine yağarken, her ikisini de aynı şefkatle sarıp sarmalayışını anlattığı bir bölüm var ki eşsiz. Sırf bunun için bile okunur.

Aklıma gelen soru: Edebiyat, “Dublinliler”de karın yaptığı kadarını bile yapamayacaksa neden gerekli bir şey olsun ki?

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments