Stil ikonu + aktivist Jane Birkin: “Özenle huzursuz olmak lazım!”
Posted by gülenay börekçi on January 21, 2012 · 1 Comment
Seks ikonluğu, fotomodellik, modacılık, oyunculuk, şarkıcılık, hayırseverlik, insan hakları savunuculuğu, annelik… Jane Birkin’in şöhret çizgisinde bunların hepsi ve daha fazlası var. İnsan hakları savunuculuğu mühim. Mesela 12 yaşındayken Uluslararası Af Örgütü’ne kaydolarak idam karşıtı bir yürüyüşe katılmış.
“Kimseniz kalmamışsa, yapmanız gereken tek şey, ipek iç çamaşırları ve gecelikler giyerek Proust okumaktır”
İngiliz edebiyatçı, düşünce insanı Bertrand Russell’la kuzen olan Jane Birkin 1966’da, henüz 20 yaşındayken beyazperdenin en önemli yapımlarından birinde küçük bir rol kaptı. Michelangelo Antonioni’nin Julio Cortazar’ın öyküsünden uyarladığı Blow Up‘ta Birkin, iri gözleri, kaküllü düz saçları, uzun bacakları, androjen bedeni ve pervasız tavırlarıyla kelimenin tam anlamıyla göz kamaştırıyordu.
İki yıl sonra ikinci film teklifini aldı genç İngiliz oyuncu. Serge Gainsbourg’un Slogan‘ında başrol oynayacaktı. Sözleşmeyi imzaladığı gün, tarihin en müthiş aşk hikayelerinden birinin kahramanı olacağını henüz bilmiyordu.
Rivayete göre, şöyle gelişmiş hikaye… 1960’ların idollerinden Brigitte Bardot’nun sevgilisi 41 yaşındaki Serge Gainsbourg, önüne çıkan her kızı yatağa atma girişimlerini hiç ihmal etmemesine rağmen, kırık dökük, anlaşılmaz bir Fransızcayla konuşan, daha da kötüsü rol arkadaşının bir pop kültür tanrısı olduğundan bütünüyle habersiz görünen 22’lik Jane Birkin’e dönüp bakmamış bile. Hatta bir çekim sırasında hoyrat azarlarla küçük hanımefendinin kalbini bile kırmış. Jane’in ağlamaktan öyle gözleri bir şişmiş, kızarmış ki çekim o gün iptal edilmiş. Alkolik karizma da, yaptığına pişman olup onu yemeğe davet etmiş, bir kadeh şampanyayla gönlünü almak için… Ve o geceden sonra bir daha hiç ayrılmamışlar. Paris’in özgür ruhlu mekanlarının, ışıltılı dans salonlarının, travesti kulüplerinin tanık olduğu en fırtınalı aşk hikayesi işte böyle başlamış.
Derken Gainsbourg, Brigitte Bardot için yazdığı Je t’aime moi non plus şarkısını Birkin’le birlikte söyleyince büyük hadise patlak vermiş. Şarkının öyle küstah sözleri varmış, Jane öyle seksi bir sesle söylüyormuş, iç çekmeler finalde öyle utanmaz orgazm sesleriyle taçlandırılıyormuş ki, İtalya İspanya ve İngiltere radyolarında anında yasaklanmış. Albüm olarak yayınlanıp bir milyondan fazla sattığında olay daha da büyümüş, zira Papa bu şarkıyı dinlemenin günah olduğunu açıklamış.
Jane Birkin o günleri “Birlikte çok eğleniyor ve başka hiçbir şeyi umursamıyorduk” diye anlatıyor. “Serge öyle tatlıydı ki. Dans etmeyi bilmezdi ama yine de Regine’s’e giderdik her gece. Sonra bir Rus kulübüne. Serge Sibelius’un Valse triste‘sini çaldırırdı müzisyenlere ve her birinin kemanına 100 franklık banknotlar sıkıştırırdı. Bir taksiye atlar, Meksikalı şarkıcıların sahneye çıktığı şahane bir mekana giderdik. Caz ustası Joe Turner orada çalardı. Gecenin sonuna doğru kendimizi Madame Arthur’un travesti kulübüne atardık. Kulüpte kadın kıyafetlerine bürünmüş beyefendiler dans ederdi. Daha önce hiç böyle bir şey görmediğim için bunu heyecan verici bulurdum. Serge’in kucağına oturur, ona cıvıl cıvıl bir şeyler anlatırlardı. Güneş doğunca Pigalle’den birer kruvasan alır yerdik. Evlerine dönmekte olan fahişelerin hepsi Serge’i tanırdı. Merhaba! Nasılsınız? Bugün hava güzel, değil mi? Küçük konuşmalar ve tebessümler eşliğinde öylece otururduk. Vay derdim içimden. Bu adam ne çok şey biliyor, ne çok kişiyi tanıyor. Fransa onun evi, Paris’in anahtarı onun ellerinde.”
1971’de kızları Charlotte doğunca ve sorumluluklar artınca bu toz pembe tablonun rengi biraz kararmış aslında. François Mitterand’ın “Yeni Baudelaire’imiz” dediği Serge’in alkol sorunu katlanılmaz düzeydeymiş. Jane Birkin sinema ve müzik çalışmalarına ağırlık verip gece hayatını boşlamaya başlamış. 1975’te çıkan Lolita go home albümünün hemen ardından da boşanmışlar.
1983’te yönetmen Jacques Doillon’la evlenen Jane Birkin’in biricik Serge’ini hiç unutamadığı söyleniyor. Gainsbourg da aşkını, acısını, özlemini yıllarca şarkılarıyla ve özellikle Baby, alone in Babylon şarkısının da bulunduğu son albümüyle itiraf etmiş, Amours des feintes adlı bu albümden bir yıl sonra da ölmüş. Bu kaybın ardından verdiği ilk konserde akıllardan çıkamayacak bir performans sergileyen Jane Birkin finalde seyircilere “Sanırım müziği bırakacağım, zira bundan böyle kimin şarkılarını söyleyeceğimi bilmiyorum,” demiş. Birkaç hafta sonra da Serge için yas tutmasına ve sürekli gözyaşları dökmesine tahammül edemediğini söyleyen yeni eşi Jacques Doillon’dan boşanmış.
Yeniden doğuş
Anladığım kadarıyla Birkin sonraki dönemde yeniden ayağa kalkmak için yaşadı. Kendini hayır işlerine ve ailesine, çocuklarına ve torunlarına adadı. Uluslararası Af Örgütü için konserler verdi, AIDS konusunda bilinçlendirme çalışmalarına destek olmak için filmler çekti, Saraybosna’da yaşananlara, daha doğrusu dünyanın hemen her yerindeki adaletsizliklere itiraz etti. Beth Gibbons, Rufus Wainwright, Bryan Ferry, Franz Ferdinand, Yann Tiersen, Goran Bregoviç gibi birçok önemli müzisyenle çalıştı. Bütün bunları yaparken motto’su, sık sık dile getirdiği biçimde, “Özenle huzursuz olmak lazım” oldu.
Şimdi hâlâ Paris’te yaşıyor ve “Bu şehir benim için Serge demek,” diyor. “İkisinin de ortak özelliği benzersiz olmaları. Ve son derece yanlış şeyler yaptıklarında bile sevilebilir kalmaları…”
Bir stil ikonunun gardrobu
“En sevdiğim parçalar kaşmir süveterler. Kızlarımın gardrobunda da sürekli olarak etiketlere bakarım. Neyi nereden aldıklarını öğrenmek için. Geçenlerde operacı Roberto Ayal’yla Je suis venu te dire que je m’en vais şarkısını söyledik. Üzerimde Buenos Aires’ten aldığım ikinci el bir Yves Saint Laurent elbise vardı. İnce çoraplar, yüksek topuklu ayakkabılar ve ipek bir şal da giydim. Uzun süredir beni blue jean’le görmeye alışkın oldukları için, herkes şaşırdı. Ama bence blue jean, siyah elbise-ince çorap kombinasyonundan çok daha sıkıcı. Artık safariye çıkanların giydiği türden pantolonlarla rahat ediyorum. Erkekler için dikilmiş olanları alıyorum, belki yaşlandığımdandır. Bu pantolonlar ve kaba ayakkabılarla kendimi yeniden 12 yaşında hissediyorum. Beyaz gömlek ve pardösü de tercihlerimden. Bir de annemin bir vakitler söylediği sözü hiç aklımdan çıkarmıyorum: ‘Yanınızda artık hiç kimse kalmamışsa, yapmanız gereken tek şey ipek iç çamaşırları ve gecelikler giyerek Proust okumaktır.’ Çok şükür, henüz o kadar yalnız değilim.”
Son olarak hâlâ çok güzel bir kadın olan Birkin’in güzellik tavsiyesini de ekleyeyim madem: “Eve gelenlerin yüzlerindeki ifadeden anlıyorum ki karşılarında eskiden gördükleri kadını bulamıyorlar. Aynaya bakınca öfkenin, kederin yüzümü değiştirdiğini görebiliyorum. Bir tavsiye: Hep gülümseyin. 10 yaş daha genç görünürsünüz.”
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Şarkıyı da ben ekleyeyim.:)
http://www.youtube.com/watch?v=k3Fa4lOQfbA