Egoist okur

Kaan Koç: “Şiir, kitaplar dışında her yerdedir!”

Şair ve yazar Kaan Koç, Yalnızlar Mektebi, Aykırı Akademi ve Ot Dergi’de yazıyor. Ama Yalnızlar Mektebi’yle ilişkisi farklı. “Orada çok güzel insanlarla tanıştım. Maddi-manevi bütün şartlarını zorlayarak bir fanzin çıkartma heyecanını, onu yaşamayanlar pek anlayamaz. İş bir yerden sonra hayat memat meselesine döner. Arkasına maddi destek almadan çıkmaya çalışan dergiler de öyledir. Bu yüzden Yalnızlar Mektebi’nden çok şey öğrendim ve öğreniyorum. Pekçok fanzin gibi Yalnızlar Mektebi de yeni yaratımların, ‘yahu az kullanılmış bir yol bulsak’ların ve bize büyük eserler bırakmış insanları ‘bugünde’ tekrar çınlatmanın gayretinde. Kısacası bir devinim ve çarpışım var. Bu da beni besleyip motive ediyor.”

Henüz yalnızca Twitter’dan tanışıyoruz Kaan’la. Attığı tweet’lerde her zaman ilgi çekici, ufuk açıcı bir şeyler oluyor, o yüzden de onu takip etmek bir zevk. Neler okuduğunu, kütüphanesine neleri alıp neleri almadığını bu yüzden ona da sormak istedim. Ayrıca hazır karşımda bir şair varken Yangında İlk Kurtarılacaklar’daki sorulara birkaç da şiir sorusu ekleyecektim. İyi oldu. Kaan’ın bütün cevapları, bilhassa da “Şiiri şiir kitapları dışında bir yerde bulabilir mi insan?” soruma verdiği cevap muhteşemdi. (Çok uzun olduğu için buraya almıyorum, aşağıda okuyun.) “Artık işe yaramaz seçimler yapma lüksüm yok” demesini de çok sevdim.

Son olarak… Kaan sizin için bir değil iki liste hazırladı. Biri genel olarak sevdiği kitaplarla ilgili, diğeri şiir. İkisi de pek nefis listeler…

“Çocukken Resimli Cinsel Bilgiler Ansiklopedisi, büyüyünce siyasal kitaplar kaçırıldı”

Çocukken neler  okuyordunuz? En sevdiğiniz kitaplar hangileriydi? O zamanlar sizden kaçırılan kitaplar var mıydı? Gizli gizli neler  okurdunuz?

Aslında okuma bağlılığım geç yaşta başladı; hatırlıyorum, ortaokuldayken bile okumaktan hoşlanmayan bir çocuktum. Annem çok kez bana kitaplar almış getirmiştir fakat okuyor gibi yapıp hep bir köşeye bırakmışımdır. Sıkılıyordum. Herhalde hayat daha cazip geliyordu o zamanlar. Fakat çocukken, beni büyüten ananemin evinde ansiklopedi setleri vardı. Gazetelerin kuponla verdiği setlerden. Tek başıma bir çocuktum büyük kadınlar arasında ve bir şey anlamasam da sık sık onları karıştırırdım. Ve aralarında en çok ilgimi çeken kitap bir muzır neşriyattı; Resimli Cinsel Bilgiler Ansiklopedisi. Benden özenle kaçırılmadı o kitap, çünkü sanırım hiç yakalanmadım. Ama evet, gizli gizli okurdum sürekli onu. Sonraları lisede başladım okumaya çok yoğun biçimde; o dönemde de en çok siyasi kitaplar ve şiir kitaplarına gömüldüm. Onlar da okulda benden kaçırıldı hep; siyasi kitaplar yüzünden ihtarlar falan aldım, ders vakitlerinde ilgisiz olup şiir okuduğum için de bir keresinde çok sevdiğim bir matematik hocam -şakayla karışık- Orhan Veli kitabımı kafamda parçalamıştı.

Kitapla ilgili kötü alışkanlıklarınız oldu mu? Mesela hiç kitap çaldınız mı? Veya ödünç aldığınız bir kitaba el koydunuz mu?

Kitap çaldığımı anımsamıyorum. Fakat bana verilen kitapları geri veremem. Çünkü bir kitabı okurken üstüne notlar alırım, çizerim, oynarım o kitapla. Bu da kötü huydan sayılacaksa sayılsın, memnuniyetle kabul ederim. Bu yüzden önceleri hiç ses etmeden kitapların üstüne konma huyum vardı ama artık bir arkadaşımdan “ödünç” kitap alırken “gel sen bu kitabı artık unut, ikimiz de mesud olalım” diyorum. Tanrı bile verdiği kitapları geri istemezken, benim bu ricam pek de mantıksız değil aslında.

Bir insan okumayı ne kadar severse sevsin, nihai seçimini en baştan yapmaz, farklı ve değişik şeyler okur, arada “yaramaz” seçimler yapar. Sizin de bu tür ara dönemleriniz oldu mu? O ara dönemler  şimdi de sürüyor mu?

Muhakkak oldu. Çok kötü şairlerin şiirlerini okudum, berbat kişisel gelişim kitaplarını merak edip vakit harcadım, gençlik çağı kitaplarına göz yordum bir dönem. Şimdi sürmüyor çünkü zamanla daha seçici oldum; doğanın gereği. Ve artık bir kitaba başladığımda eğer ona ısınamıyorsam ve bana bayat geliyorsa okumayı bırakıyorum. Konu, işleyiş ya da üslup okuyana bir pencere açabilmeli. Özellikle üslup çağın eserlerinde pek bulunmayan bir şey artık. Ve kendine özgü bir lehçesi olmayan her kitap okuyanı -hele ki yazan biriyseniz- zehirler. Kötü yemek yiyen biri gurme olabilir mi? Kısacası artık işe “yaramaz” seçimler yapma lüksüm yok.

“Ortak bir dil kurabildim varoluş ve yokoluşumla”

Şiir ne zaman dahil oldu hayatınıza? Okur olarak ve şair olarak…

Lise başlarında, 16 yaşımdaydım; arkadaş çevrem geniş olsa da ders aralarında en çok zamanı kendimle geçiriyordum. Sınıfta tek başıma oturup müzik dinliyor bazen bir şeyler okuyup bazen de uyuyordum. Ve elbette aşıktım. Bana ilk şiir kitabımı da o vermişti zaten; Orhan Veli… Ahmet Kaya dinliyor, şiir okuyor, masum duyguların yoktan var edilen arabesk kahırlarını çekmeye çalışıyordum. Patlamalıydım sanki. Velhasıl, bir öğle teneffüsünde sırtımı duvara dayamış, sırada uzanmışken içimden bir şeyler karalamak geçti. Tabii ki berbat dizelerdi. Sonra daha çok şiir okudum daha çok yazdım. Daha iyisini yazmaya çalışıyordum; daha çok ifade edeni, şairin dediği gibi “bir sözcüğe bin anlam yüklemek” bahsini… Yıllardır da deniyorum. Çocukluğumdan beri sürekli kendimle konuştuğumdan bu mevzuuda ısrar pek de zor olmadı esasen; ortak bir dil kurabildim varoluş ve yokoluşumla.

“Evren bir şiirdir, evrenöncesi ve evrenötesi de bir şiirdir.”

Şiiri şiir kitapları dışında bir yerde bulabilir mi insan? Bu soruyla neyi kastettiğimi ben de tam olarak bilmiyorum ama içimden sormak geldi ve sordum… 

Bu sorunun iki cevabı var; şiir, kitaplar dışında her yerdedir. Şiirin tüm sanat dallarından başka bir yerde duruşu da bundandır. Bir de müzik öyle. Evren bir şiirdir, evrenöncesi ve evrenötesi de bir şiirdir. Bu konu kanımca biraz uzun, burada sıkıcı bir söylev vermek istemem. Sanatın herhangi bir kapısına biraz olsun eli değmiş herkes ne demek istediğimi anlayacaktır. Freud “Gittiğim her yerde, benden önce oraya gitmiş bir şair buldum” diyor, Rimbaud da şairin kâhin olduğunu işaret ediyor. Esaslı şairin tabii. Sorunun ikinci yanıtı ise; şiir kitaptadır. Bir şairin dizesine çarpılan, kendini onun bardağından su içerek ifade edebilen kişi, hem şükran hem de tanışmak için suyun pınarına gitmiyorsa ne fayda? Ayrıca özellikle sosyal mecralarda bazı büyük şairlerin imzalarıyla paylaşılan saçma sapan, gudubet cümleler oluyor. Can Yücel’den Cemal Süreya’ya kadar pek çok şair bundan nasibini aldı. Ve insanlar bu saçmalıkları zevkle, “ben de şiir biliyorum bakın” tafrasıyla paylaşıyor. Sonra da yetinmeyip gidip dış dünyada sağa sola yazıyor. Bu hislere tercüman aramak değil basbaya cehaletin terbiyesizlikle birleştiği noktada dans etmektir. Mesela geçenlerde bir görsel paylaşılmış Cemal Süreya imzasıyla ve şu dizeler var üstünde; “kimse beni sevmiyor diye bağırdım, annem ‘ben daha ölmedim’ dedi!” Ne denebilir? Haydi Cemal Süreya bizi affedecek diyelim, bunlar toplumun zevkini, kültürünü, zekasını… Her şeyi aşağıya çekmekten başka neye yarar? Ayrıca şiire yeni merak salmış biri, bir güzel şairin imzasıyla bu dizeleri gördüğünde şiirden ve o şairden soğumaz mı? Toplu katliam. Ezcümle “Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten” durumu yani. O sebepten evinde sevdiği şairlerin kitabı olmayan kişileri salt şiir bahsinde değil hayata dair çoğu konuda ciddiye almıyorum. Cevap biraz uzun oldu ama soru kışkırtıcıydı.

“Kitap bana sarılsın kâfi!”

Okumak için  tercih ettiğiniz özel bir saat ve yer var mı? Bizimle ideal okuma deneyiminizi paylaşır mısınız?

Hayır, yok. Ama okuyabilmek için kendimi “uzakta” hissetmem, rahat olabilmem lazım. Ya çok kalabalık yerlerde rahat okuyabilirim ya da kimsenin olmadığı. Mesela sahilde banklarda oturup hiç kitap okuyamadım. Tedirgin oluyorum, sevmiyorum o hissi. Ama metroda, kalabalık bir şehir meydanında rahatça gömülebiliyorum kitaplara. Yine de ben çoğunlukla geceyarısından sabaha olan zaman diliminde, odamdaki köşemde okumayı tercih ediyorum. Müzik, kalem, son zamanlarda bir karalama defteri, tütün ve birkaç kitap. Bir de sert ampul ışığına dayanamıyorum artık, mahvediyor beni. O yüzden masa lambası da bir zorunluluk oldu benim için. Şimdi yazınca baktım da biraz masraflıyım galiba. Bunların hiçbiri olmasa da olur, kitap bana sarılsın kâfi.

Sehpanızın, masanızın üstünde hangi kitaplar duruyor şimdilerde? Rafta gördüğünüz zaman sizi hangi kitaplar heyecanlandırıyor?

Yanımda Carlos Fuentes’in Terra Nostra’sı var. Sağ başucumda Pessoa’nın zaman ve kavimler ötesi eseri Huzursuzluğun Kitabı durur her daim. Masama da şiir kitapları gelir gider sürekli. Onlar beni karıştırır ben onları. Rafta gördüğüm zaman beni heyecanlandıran kitaplar diye bir ayrıma gitmek istemiyorum açıkçası çünkü gerçekten hepsinde bir heyecanım var, ayrım yapamıyorum. Fakat rafta, kitapların arasında bir defterim var. 6:45 basmış bir zaman ben de almışım. Birkaç yıldır bomboş duruyor. Kağıdı ve cildi o kadar güzel ki. Hiçbir şey yazmadım ona. Beni o defter çok heyecanlandırıyor. Ona yazacağım bir gün var, onu bekliyorum. Bir sır döküldü.

“Canı yananlara gülüp iktidar sahiplerine sarılanları okumam.”

Asla almam dediğiniz türden kitaplar var mı? Ne tarz kitapları ya da yazarları hiç okumazsınız?

Fast food yazarımsı ve şairimsileri okumam. Kimse de okumamalı zaten bence. Toplumun ve dönemin acılarını pazarlamaya çalışanları okumam. Seri üretimcileri okumam. Kitabı çıkmadan 3 ay önce basın görsellerini, karton manken fotoğraflarını hazırlayıp kitaba göre tematik giyim belirleyenleri okumam. Canı yananlara gülüp iktidar sahiplerine sarılanları okumam. Kötü zaten kötüdür bu yüzden vasat en tehlikelisidir, fark ettirmeden zehirler; vasat kitapları okumam. Dilsiz ve üslupsuzları da okumam. Cioran “Herşeyi yıktıktan sonra kendini de yıkmayan bir kitap, bizi beyhude yere azdırmış olurdu.” diyor. Cioran okurum mesela.

Sizi düşkırıklığına uğratan ya da aşırı övüldüğünü düşündüğünüz kitaplar hangileri? Hoşlanmanız beklenen ama hoşlanmadığınız bir kitap oldu mu mesela?

Bu hayal kırıklıklarını çoğunlukla çok satan kitaplar konusunda yaşıyorum. “Yorum yapacaksan al bir oku” deyip okumaya çalıştığımda bitirmeyi beceremediğim kitaplar çok oldu. Orhan Pamuk’a birkaç kez şans verdim kendimce, Elif Şafak’a da bir iki kez. Olmadı. Her “çok satan” kötü diye bir şey yok; İhsan Oktay da satıyor ama bambaşka bir evrenden yazıyor. Onu ilk okuduğumda hayal kırıklığının tersi bir durum yaşamıştım işte; o kadarını hiç beklemiyordum.

“Belki şu an bir yerde evrenin en kudretli kitabı yazılmıştır”

Hakkı yenmiş kitaplar dendiğinde aklınıza hangileri geliyor? 

Çok var; onların hakkını benim verebilmem de mümkün değil. Belki şu an bir yerde evrenin en kudretli kitabı yazılmıştır fakat ya o dili bilmediğimizden ya da pazarda gücü olmayan bir yayınevinden çıktığı için bihaberizdir. Çok mümkün. Burada uzun uzadıya bir liste yapabilir miyim onu da bilmiyorum. Fakat bir şair adı söyleyeyim; İlhami Çiçek. “Yalnız hüznü vardır kalbi olanın” dizesi bilinir de İlhami Çiçek’in en az o dize kadar vurucu şiir kitapları baskı yapmamış, kitapları ilgi görmemiştir.

Son zamanlarda  yayımlanan kitapları düşünürseniz, bir keşiften söz edebilir misiniz? Bir gün herkes şu kitaptan ya da şu yazardan söz edecek gibi… 

Öncelikle dürüstçe şunu belirtmem lazım; yeni çıkanlar raflarına dair donanımlı olamadım çoğu dönem. Fakat tabii ki sevdiğim yazar ve şairler oluyor çağdaşlarımdan. Yine de böyle bir kehanet girişiminde bulunmayı sanırım biraz hadsizlik sayacağım. Elbette iyi bir okur olarak kehanette bulunma hakkım var ama her çağın eleği o çağın bireylerinin idrakinden uzak hareket eder. Yani bugünün eserlerinden nelerin yarına kalacağı çok öngörülemez. Bu sözlerim tabii ki kuşakdaşlarım adına. Yoksa hayatta olan bazı üstadlar şimdiden sonsuzluğu garantiledi! Sezai Karakoç, Gündüz Vassaf, İhsan Oktay, Hasan Ali Toptaş, Cemil Kavukçu gibi. Saymakla pek bitmez, ne mutlu aslında. Bu soruya toparlayıcı ve nihai bir cevap vermem gerekirse de şunu diyebilirim; şiir basmak için didinen yayınevlerine sarılmak lazım; 6,45 Yayınları, Yitik Ülke ve 160ıncı Kilometre gibi. Ya da şair ismi verirsem; Onur Behramoğlu, Gökçenur Ç., Mehmet Altun, -henüz kitabı yayınlanmamış olsa da- Serdar Kutnu ve Kerim Akbaş sevdiğim ve aynı dönemde yaşıyor olmaktan kuvvet duyduğum şairler. Ayrıca insanlar muhakkak bağımsız dergi ve fanzinleri takip etmeli. Bir gün herkes oralardaki şair ve yazarlardan söz edecek. Ölmeden de şair olunabilsin. Kısa bir anektod; çok sevdiğim bir abim, bana defalarca “Cemal Bey’i sürekli görür, yeni kitapları çıktıkça heyecanla okuyup oturduğu kafelerde uzaktan onu seyrederdik” diye anlatıp durur. Cemal Süreya’dır bahsettiği. O anlarda yüzünde ışık parlar, mutluluğu bulunduğumuz odaya yayılır. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Kaan Koç’un yangında ilk kurtaracakları

“Baştan yan çizip ‘bana sadece bunlar yetmez’ diyeyim ve fakat yine de “Yangında İlk Kurtarılacaklar”ı duyunca ilk aklıma gelenleri sıralayıp oyunbozanlık yapmayayım.

Albert Camus – Düşüş

Boris Vian – Günlerin Köpüğü

Marquis de Sade – Aşkın Suçları

Oğuz Atay – Tehlikeli Oyunlar

Pessoa – Huzursuzluğun Kitabı

Ahmet Hamdi Tanpınar – Huzur

Ingvar Ambjörnsen – Beyaz Zenciler

Dostoyevski – Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler ya da Budala’dan biri

Saramago – İsa’ya Göre İncil

Resimli Cinsel Bilgiler Ansiklopedisi :)

Bonus: Dünyanın en güzel şiirleri 

“Ek liste hakkı kazanmak için hileye başvuruyorum ve şiir listesini, bence hak ettiği gibi ayrı yapıyorum. Çok bilindik bazı büyük Türk ve yabancı şairleri, kendime yer açmak için, tekrar vurgulamıyorum. Yıllarca çeviri şiire çok mesafeli yaklaştım ama büyük hataymış. Bazı şairler çok iyi çevrilmiş dilimizde, bu listeyi de bilhassa o yüzden yabancı şairlerden kurdum. Çünkü ‘orada bir köy var uzakta.’ Çünkü ancak yeryüzünü okumaya farklı dil kahinlerinden başlarsak kendi yeryüzü işçiliğimizi de öyle başarabileceğimizi düşünüyorum.”

Lautremont – Maldoror’un Şarkıları

Louis Aragon – Elsa’nın Gözleri

Furuğ Ferruhzad – Yaralarım Aşktandır ve Yeryüzü Ayetleri

İlhami Çiçek – GöğEkin

Hafız-ı Şirazi – Hafız Divanı

A. S. Puşkin

K. Kavafis – Bütün Şiirleri

Arthur Rimbaud – Bütün Şiirleri

Baudelaire – Kötülük Çiçekleri

Asaf Halet Çelebi – Bütün Şiirleri

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments