Egoist okur

Karsu Dönmez’le caz, blues, funk, reggea ve türkü etkili tuhaf ve güzel şarkılarına dair

Bugünlerde Avrupa ve Amerika’da herkes Hollanda’da doğup büyüyen genç müzisyen Karsu Dönmez’i konuşuyor. Şarkıcı, piyanist, besteci ve söz yazarı olan Karsu kimilerine göre önümüzdeki 10 yılda adını en çok duyacağımız şarkıcı olacak. Hollanda doğumlu şarkıcı, piyanist, besteci ve söz yazarı olan Karsu Dönmez henüz 21 yaşında ama klasik müzik ve caz çevrelerinde şimdiden çok ünlü. Yakında ilk albümü çıkacak olan Karsu’yla İstanbul’da buluştuk… İşte o buluşmadan kalanlar…

Karsu Dönmez’le caz, blues, funk, reggea ve türkü etkili tuhaf ve güzel şarkılarına dair

Hollanda Edebiyat Vakfı’nın konuğu olarak Amsterdam’a gittiğimde tanışmıştım Karsu Dönmez’le. 21 yaşında bir caz müzisyeni olan Karsu, Türkiye’li bir anne babanın kızı olarak Amsterdam’da dünyaya gelmiş. Hollanda’da ona duyulan sevgi, hayranlık çok etkileyiciydi. Hakkında öğrendiklerim de öyle… Karsu konservatuara gitmemiş mesela. Müzikte yolunu lisedeki derslerle ama esas olarak sezgileriyle bulmuş. Müzik eğitimi çok sonra geliyor… “Hayatımda ilk kez bir piyano gördüğüm günü hatırlıyorum, büyülenmiş gibiydim, kelimenin tam anlamıyla aşık olmuştum” diyor. Einstein gibi uzun dağınık saçları olan piyanistleri çok çekici buluyormuş küçükken. Ailesi ona bir piyano aldığında, Chopin, Mozart ve Bach’ın yanı sıra caz şarkıları ve bizim halk türkülerini de çalmaya başlamış. Zamanla sesinin ne kadar özel ve farklı olduğu da ortaya çıkmış. 14 yaşındayken, geceleri babasının Amsterdam’daki lokantasında sahneye çıkmaya başlamış ve kısa sürede kült haline gelmiş. Herkes onun caz, blues, funk, reggea ve türkü etkisi taşıyan tuhaf ve güzel şarkılarını dinlemeye koşuyormuş. ABD’nin Long Island Üniversitesi’nden burs kazanınca şansı iyiden iyiye dönmüş. Carnegie Hall’da verdiği iki konser Karsu’nun sanat hayatında şimdilik zirve. Hele Clinton’ın onu dinlemek istemesinden sonra röportaj ve talk shaw tekliflerine yetişemez olmuş.

Karsu’nun konserlerinin benzersiz bir havası var. Chopin çalarken bir Karadeniz türküsüne geçiyor, oradan Ella Fitzgerald’a dönüyor ve yüksek tempolu bir salsa’yla bitirebiliyor. Seyirciyle iletişimi tek kelimeyle müthiş. Şarkı sözlerine gelince; hikaye anlatmayı seviyor. “Herkes aşk şarkıları yazıyor” diyor. “Bense şarkılarımda hayatın önemli meselelerini dile getirmeye çalışıyorum.”

Şimdi sizi, Karsu’nun birkaç hafta önceki kısa İstanbul seyahati esnasında gerçekleştirdiğimiz söyleşiyle baş başa bırakıyorum.

Meslek olarak müzisyenliği seçmeye ne zaman karar verdin?

Carnegie Hall’da ikinci kez sahneye çıktığımda. 19’umdaydım. Arkamda 120 kişilik orkestra, 60 kişilik koro, 3000 seyirci… Herkes ayağa kalkıp alkışladığında karar verdim, bundan sonra sadece müzik yapacaktım.

Peki müzikle haşır neşir olmaya ne zaman başladın?

Klişe gelecek belki ama beş altı yaşımdayken bile banyoda aynanın karşısına geçip bas bas şarkı söyleyen çocuklardandım. 7 yaşıma bastığımda piyano çalmaya, 14 yaşımdayken de şarkı söylemeye başladım. Müzik hep hayatımın bir parçası oldu. Okuldaki öğretmenlerin teşvikiyle katıldığım yarışmalarda da hep birinci oldum. Olmasam da fark etmezdi. Çünkü kazanmak için değil, sevdiğim için müzik yapıyorum.

Sahnedeyken de tek başınaymışsın ve banyoda şarkı söylüyormuşsun gibi geliyor insana. Seyirciyi, orkestrayı umursamadan kafana göre takılıyorsun sanki.

Başladığımda bir orkestram yoktu, bir başımaydım, belki ondandır. Bir de babamın restoranında garsonluk yapıyordum. Orada canım istediğinde, yorulduğumda piyanonun başına geçip şarkı söyleyebiliyordum. Bu bana müthiş bir özgürlük verdi. Seyirciyle çok erken yaşta tanıştım. Dört sene, her hafta… Büyük bir eğitim süreciydi benim için. Her durumda piyano çalıp şarkı söyleyebilmeyi öğrendim.

(Röportajın burasında, Karsu’nun babası Alparslan Bey lafa karışıyor: “Karsu’yu korumak için büyük gayret sarf ediyoruz. Bu yüzden onun restoranda sahne almasını artık istemiyorum. Ama tabii geçen sene işler bir anda kötüleşti. Meğer insanlar sadece onun için geliyormuş. Karsu’nun şarkı söylemeyeceğini duyduktan sonra rezervasyonu iptal edenler çok oldu. Birkaç aydır yeni yeni toparlanıyoruz.)

Şimdi dünyanın en önemli konser salonlarında çalıyorsun. Hiç heyecanlanmıyor musun?

Çok rahatım sahnede. Kendimim. Evimdeyim. Spot ışıkları sana çevrildiği için, seyirci karanlıkta kalıyor. Yüzlerini hiç görmüyorsun. O zaman da arkadaşlarla çalıyormuşsun gibi davranabiliyorsun.

Kendine has mimiklerin, jestlerin var… Şizofren bir karakterden bahsettiğin şu şarkıda mesela piyanonun bir o tarafına geçiyorsun, bir bu tarafına. Yaptığın şey sadece müzik değil, aynı zamanda oyunculuk…

Jestler kendiliğinden geliyor. Seyrederken görüyorum. Şaşırıyorum da nasıl biriyim ben böyle, deli miyim neyim diye. Herkes çocuğunu piyano derslerine gönderir, zarif bir duruş kazansın, dik otursun diye. Bense piyanonun başına geçtiğim an garip garip hareketler yapmaya başlıyorum. Zaten öyle olmasa çalamam belki de, kasılırım.

Şarkılarında kendinden değil, başka insanlardan bahsediyorsun…

Hikaye anlatmayı seviyorum. Ama doğrusu şahsi olarak anlatacak hikayem pek yok. Mutluyum. Hayatımda sevdiğim insanlar var. En sevdiğim işi yapıyorum. Dert tasa çekmiyorum, hiçbir şeyin eksikliğini duymuyorum. O zaman da başkalarının hayatına girmeyi deniyorum. Bunun için imkan çok; kitaplar, filmler, seyahatler, arkadaş sohbetleri, internet, facebook… İlham her yerde.

Dünya senden nasıl haberdar oldu?

Bir yarışma için ön elemeler yapılmış ve Hollanda’nın en yetenekli 20 genç müsizyeni seçilmiş. Çağırmalarına bile çok şaşırmıştım çünkü herkesin konservatuar eğitimi vardı, bir tek ben normal liseden geliyordum. İlk altıya kaldığımda havalara uçtum. Birinci olduğumda hissettiğim mutluluğuysa anlatmam imkansız. Ödül olarak Long Island Üniversitesi’ne gönderdiler, burslu müzik okumam için.

Klasik müzik eğitimi aldığın halde bugün performansların tamamen başka yönde. Biraz klasik, biraz blues, biraz caz, fado, ladino, hatta kısmen Anadolu…

Şarkı söylemeye başlamak rotamı değiştirdi. Cazı çok sevdim. Sevince de söyleyişim değişti. Burslu okuduğum müzik okulunda yaşça büyük arkadaşlarım vardı, New Orleans’taki underground caz kulüplerine gidiyorduk. Salaş birtakım yerler. Çoğunlukla siyahi müzisyenler sabah gün ağarana kadar çalıyorlardı. Müzik bu işte diye düşündüm. Zamanla ben de caz parçaları yazmaya başladım. Ailemin çok sevdiği ve dinlediği Anadolu ezgilerinden de etkilendim biraz. Hepsi karıştı, böyle bir şey oldu işte.

Fado ve Ladino da söylüyor

Karsu Dönmez, Türklerden Sezen Aksu, Barış Manço, Fuat Saka gibi isimleri seviyor. Dünyadan hayran olduğu isimler de hep ağır toplar. Eskilerden Ray Charles, Ella Fitzgerald, günümüzdense Melody Gardot, Yasmin Levy ve Buica. Fado ve Ladino da söylüyor. Ona Türk müziğini sevip sevmediğini soruyorum. Açıksözlü olduğu için “Bazen” diye cevap veriyor. Bazen de bir şeylere takılıyormuş. Dinlerken “Şimdi şunu niye öyle yaptılar?” diye soruyorsa, bir şey onu rahatsız etmiş demek oluyor. Türk televizyonlarındaki müzik programlarını sıkıcı buluyor. “Önde bir şarkıcı, arkada birkaç müzisyen oluyor ve sanki hep aynı seslerle çalıyorlar” diyor. Neleri seviyor peki? “Halk türkülerini, özellikle de Karadeniz ezgilerini… Anadolu türkülerinde muhteşem akorlar var.”

“Ailemizde müzik yoktur!”

Röportajımızda Karsu’ya ailesinin de müziğe düşkün olup olmadığını soruyorum. “Babam çok güzel saz çalar, annem darbukada harikalar yaratır” diye cevap verdi. Alparslan Bey’in de söyleyecekleri vardı: “İşin doğrusu, ailemizde müzik yoktur. Saz çalmayı çocukluğumda çok istedim ama babam yasakladı. Hatay’ın Altınözü ilçesinin belediye başkanıydı, kendince sebepleri vardı belki. Anlamaya çalıştım ama doğrusu çok da ikna olmadım. Düşünün, o kadar içimde ukde kalmış ki Hollanda’da yaşamaya başladıktan sonra Türkiye’den saz getirttim. Ders alacak paramız da olmadığı için çalmayı kendi kendime, araya araya öğrendim. Uzun hava çalarken gözyaşlarımı tutamazdım. Babamın bize uyguladığı o baskı çocuklarıma yaradı. Annesi ve ben Karsu’yla kardeşini zevkleri konusunda sınırsızca özgür bıraktık Sadece özgür bırakmak değil mesele, o doğal bir şey zaten, ama biz onları hep destekledik. Karsu piyanodan başka hiçbir enstrümanla ilgilenmedi. Maddi durumumuz elvermese de bir şekilde kendimizi zorlayarak ona piyano aldık. Sonra da aldı başını gitti… Ama bir gün ben artık müzik yapmak istemiyorum derse ona da tamam. O mutlu olsun, bize yeter.”

Bill Clinton’la tanışma

Karsu, eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın büyük hayranı. 2006’dan beri birkaç kez, konserler vesilesiyle karşılaşmışlar da… Bu karşılaşmaların sonunda Karsu günün birinde Clinton’la tanışmayı kafasına koymuş. Bu kış Hollanda’da verilen 50 kişilik bir davette gene karşılaşmışlar. vakit yitirmeden acil bir plan yapmış. Uslu uslu Clinton’ın yanına gidip, “Merhaba, benim adım Karsu Dönmez, caz müzisyeniyim” diyecekmiş. Lakin heyecandan bir türlü diyememiş. İçerde artık 20 kişi kaldığında, daha atak olmaya karar vermiş: “Merhaba, ben Karsu. İki kez Carnegie Hall’da sahneye çıktım. Siz de oradaydınız, hatırlıyor musunuz?” Bunu da söyleyememiş. Nihayetinde odada sadece üç kişi kalınca, kendi kendine söylenmeye başlamış: “Saçmalama. Şu elindeki fotoğraf makinesini çantana tık ve çek git. Hem zaten dışarıdaki sağanak yağmurda ıslandığın için saçların felaket görünüyor.” Ama sonunda büyülü an gelmiş. Clinton’la yarım saat kadar sohbet edebilmiş. İkisinin de çok sevdiği Ray Charles, Nina Simone, Billie Holliday ve Ella Fitzgerald gibi caz efsanelerinden söz etmişler. Clinton Karsu’nun bir CD’sini istemiş, bir daha ABD’de konsere çıktığında, ona saksafonuyla eşlik edeceğine de söz vermiş.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments