Egoist okur

“Kendimi zorlamayı, konforumu bozmayı seviyorum”

Vianne Rocher’ye, hani şu “Çikolata” filminin kahramanı olan kadına benziyor Serap Doğan. “Çok uslu bir çocuktum, kurallarla, otoriteyle sorunum büyüdüğümde başladı. Çalışmayı seven ama hırsları olmayan, yaptığı her işi tutkuyla yapan, özgürlüğüne düşkün biriyim. En sevdiğim şeyler, üretmek, derleyip toplamak, sistemler kurmak… Hayatımda bir şeyler monotonlaştığında o ortamdan ışık hızıyla uzaklaşıyorum” diyor.

Serap Doğan: “Aşk kendi yolunu daima bulur”

Yeni kuşağın en dikkat çeken öykücülerinden biri olan Yalçın Tosun’un eşi olarak tanıştığım ama bugün ilk romanını okuduğum Serap Doğan’la “Maviye Bakmak”ı konuşuyoruz. Şöyle diyor romanının özünü oluşturan aşka ve ona dair genel algımıza dair: “İlişkilerden söz ederken genellikle büyük olaylardan bahsediyoruz; yalanlardan, şiddetten, maddi-manevi çıkar çatışmalarından. Oysa iki kişi arasında yaşanan ve adı konmamış gerginlikler de önemli. Bu gerginlikleri önemsemediğimiz için o büyük olaylar yaşanıyor belki de. Diyelim ki biri sevgilisinin elini tutar ama sevgili o eli kavramaz. İşte insana kendini dışlanmış hissettiren bu küçük şeyler çok önemli. Aşka dair bir yanlış da şu bence: “Mutsuzluğumuzu çoğu zaman hayatımıza yeni birini katarak gidermeye çalışıyor, mecburiyetten ya da çaresizlikten beslenen tatminsizliğe de ‘aşk’ adını veriyoruz. Keşke önce kendi bütünlüğümüzü kurabilsek…” İşte Serap Doğan’ın anlattıkları…

Günümüzde aşk ve ilişkiler üzerinde ağırlığını hissettiren, düştü düşecek duygusu veren bir “Demokles’in kılıcı” var mı, varsa o nedir?

Sosyal medyanın çılgın dünyası var. Artık ilişkiler fotoğraflar ve üzerinden kuruluyor hatta yorum yazan üçüncü kişiler de misafir ediliyor. Bir anda binlerce arkadaşınız olabiliyor. “İyi ki kıskanç bir kadın değilim” diyorum bazen kendime. Kıskanç biri, hele göz önünde birisiyle birlikteyse, çıldırabilir. Tüketim açısından da kapitalizmin en vahşi dönemini yaşıyoruz. Birbirimizi bile tüketiyoruz artık. Genç nesilde kesinlikle böyle. Yine de bu saydıklarımı ilişki konusunda tehdit olarak görmüyorum. Aşk kendi yolunu daima bulur.

Sizin bir üstesinden gelme yönteminiz var mı?

Samimi olmak lazım. Ben başka bir yol bilmiyorum. Her şeyden önce kendimize samimi olalım, itiraf etmekten korkmayalım; yüzleşmemiz gereken şey ne olursa olsun… Kabullenelim ki sindirebilelim. Asi, burnunun dikine gitmeyi tercih eden biriyim fakat bir noktadan sonra, “Bu mesele benden büyük” diyebilmek gerektiğinin farkındayım.

Romanınıza dönersek; bu işin en zorlayıcı yanı neydi?

Sizin kafanızda olanın, okuyucuya aynı şekilde geçip geçmeyeceğini değerlendirmek. Onun dışında hikaye kurmak ve sayfalarca o hikayenin tutarlılığını korumak da zorluyor. Fakat bir yandan da bu çok zevkli bir şey. Kadın karakterin geçirdiği ruhsal değişimleri yazarken, bunları sürreel hatta spiritüel durumlar olarak anlattım. Son yüzyılların göz bebeği olan analitik düşünceden uzaklaşabilen masalımsı, daha doğrusu yazarın sorularıyla bulanıklaştırılmış bir kitap yazmak istedim. Anlayacağınız hikayeyi özellikle bulanıklaştırdım; resmi netleştirmek okuyucuya kalsın, herkes kendi doğrusunu bulsun diye…

Peki yazmanın en büyük ödülü nedir?

Birisine, mahremiyetini ihlal etmeden dokunabilmek. İşte bu muhteşem bir duygu. Yaptığım başka hiçbir iş beni bu kadar mutlu etmedi.

İnsanın yazdıkça kendisi olmaya yaklaştığı söylenir, sizce de öyle mi?

Yazarken kendi içimde saklı kalan kalanları kurcalıyor, cevapları bulmaya çalışıyorum. Kendimi zorlamayı, gıdıklamayı, konforumu bozmayı seviyorum. Demek ki yazdıkça ben de kendim olmaya yaklaşıyorum.

Nasıl yazıyorsunuz, yazmak için özel bir mekanınız, saatiniz var mı?

Ah, keşke öyle lükslerim olsa! İzlediğimiz Amerikan filmlerindeki gibi şehrin belli başlı kafelerine gidip insanları gözleyerek yazmayı çok isterdim. Ben genelde trafikte sıkışmışken ya da kuaförde randevu saatimi beklerken yazıyorum. Bazen yürürken bazı fikirler, diyaloglar geliyor aklıma. O zaman da cep telefonuma not alıyor, uygun bir zamanda da o notları temize çekiyorum.

Neruda ve Beauvoir’dan söz ettiniz, sevdiğiniz diğer edebiyatçılar kimler?

Simone de Beauvoir ile on iki yaşımda tanışmış ve “Onun gibi bir kadın olacağım” demiştim. Yine de genel olarak Alman Edebiyatı’nı seviyorum. Detaycılıkları, zarafetleri beni etkiliyor. Yere göğe sığdıramadığım yazarlarsa, Kundera, Nabokov, Zweig, Dürrenmatt. Sait Faik, Toni Morrison, John Cheever, Hanif Kureishi.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments