KÜÇÜK PRENS: Bir kelimenin ne önemi var!
Posted by gülenay börekçi on January 25, 2015 · 3 Comments
Bu yıl, Antoine de Saint-Exupéry’nin ünlü kitabının hem yıllardır beklenen sinema uyarlaması gösterime girecek hem de telif hakları yasası gereği isteyen herkes artık bu dünyanın en çok satan üçüncü kitabını beş kuruş ödemeden yayınlayabilecek.
Hal böyle olunca; harıl harıl yeni çeviriler yapılmaya, eski çevirilerse teker teker gün yüzüne çıkmaya başladı. En sürprizlisi şimdilik Can Yayınları etiketli Cemal Süreya-Tomris Uyar çevirisi. Selim İleri çevirisi, hatta Ahmet Muhip Dranas çevirisi de geldi.
Fakat şahsen kafamı kurcalayan bir konu var: Alınganlığın, kafayı kuma gömmenin faydası olmadığı anlaşılsın, “Bir kelimenin ne önemi var” demekten vazgeçilsin ve bugüne dek 102 farklı Türkçe baskısı yayımlanan bu harikulâde küçük kitabı biri çıksın da dilimize eksiksiz, fazlasız çevirebilsin lütfen.
KÜÇÜK PRENS: Bir kelimenin ne önemi var!
Zor telaffuz edilmesine rağmen Antoine de Saint-Exupéry’nin adını eminim bu yazıyı okuyan herkes biliyordur. Kendisi şu aşırı popüler “Küçük Prens”in yaratıcısı. “Aşırı popüler” dediğime bakarak itiraz ettiğim sanılmasın. Bazen biraz gülümsemek, bazen de zor zamanlarda yola devam etme cesareti bulabilmek için okuduğum “Küçük Prens”, dünyanın en güzel kitaplarından biri.
Geçenlerde Orhan Pamuk’un söylediklerini hatırlayalım… “Modern edebiyatın en büyük mucizelerinden Küçük Prens, büyük edebiyatın hem yaşanmışlığa hem de sınırsız hayal gücüne, hem karmaşıklığa hem de çocuksu bir basitliğe dayandığını ve bir yazarın yapacağı en iyi şeyin, içinden geldiği gibi yazmak olduğunu gösteren parlak bir kitaptır” demişti.
Artık anlaşıldı; bu yıl, “Küçük Prens”in yılı olacak. Birincisi, romanın yıllardır beklenen filmi nihayet bu yıl vizyona giriyor. Hem de James Franco ve Marion Cotillard gibi oyuncuların seslendirdiği muazzam bir animasyon olarak. Saint-Exupéry’yi, Jeff Bridges’ın seslendirmesi ise bence harikulâde bir seçim.
Yayıncılar için kıymetli bir kitap
2015’in “Küçük Prens” yılı olacağı yolundaki öngörümün bir sebebi daha var: 250 dile tercüme edilen ve “dünyanın en çok okunan üçüncü kitabı” sayılan “Küçük Prens”, yayıncılar için artık daha da kıymetli. Şöyle ki… Bir kitabın telif haklarının geçerliliğini yitirmesi için gereken yasal süre, 70 yıl. Eh, Saint-Exupéry 1944’te öldüğüne göre, “Küçük Prens” artık resmen “kamu malı”. Yani isteyen herkes beş kuruş ödemeden bu kitabı yayınlayabilir. Şahsen her daim uluslararası best-seller olan bu kitabı reddedecek yayıncı tanımıyorum. Ve 1988’den beri kitabın Türkiye haklarını elinde bulunduran Mavibulut Yayınevi’nin ne kadar üzgün olduğunu tahmin edebiliyorum. Ama tabii şu da var: Mavibulut, kitabın haklarını 1988’de satın almış ama 90’ların ortalarına kadar başka yayınevlerinin de kitabı “sanki kendilerininmiş gibi” yayınlamalarına mani olamamıştı. Telif haklarına riayet konusunu malum biz çok geç idrak edebildik.
Bana gelince; bir “Küçük Prens” obsesifi olarak itirazım yok. Sadece şunu merak ediyorum: “Küçük Prens”in yeni yayıncıları acaba bu çok önemli kitaba hak ettiği saygıyı gösterecek mi? Malum romanda Türkiye’yle ilgili de birkaç cümle var ve onlar bugüne dek hep değiştirilerek, kırpılarak yayınlandı. (Kitabın bu sansürlü haliyle dahi Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser listesine girememesiyse apayrı bir tuhaflık.) Tahsin Yücel’in bir vakitler, “Çevirmenler kitaptaki o hoş olmayan cümleyi çıkarıyor, ben olsam ben de çıkarırdım” diyerek beni epey hayal kırıklığına uğrattığını da hatırlatayım.
Önder, lider, hükümdar, şef…
Bilmeyenler için o bölümü -yorumsuz- özetleyeyim en iyisi: Küçük Prens’in gezegeni B 612 asteroidini herkesten önce bir Türk astronom görmüş, 1909’da yapılan uluslararası bir astronomi kongresinde de sunumunu yapmış, buluşunu açıklamış. Lakin Türk usulü kılık kıyafetine bakanlar söylediklerini kaale almamışlar. Derken, B 612’nin şansına, bir Türk diktatörü tebasına Avrupalı gibi giyinmelerini emretmiş, uymayanların cezası ölüm olacakmış. Böylece astronom yıllar sonra, 1920’de kongreye yeniden katılmış, bu kez etkileyici bir şıklık ve zarafetle giyindiği için de sunumu kabul edilmiş.
Antoine de Saint-Exupéry bu bölümde, olay Türkiye’de geçmese hepimizin istisnasız katılacağı bir fikri öne sürüyor aslında. Bu kısacık bölümde Batıya yönelik ağır eleştiriler de var ama o memleketlerde kimse Küçük Prens’i sansürleme gereği duymamış. Bizse kendimizle ilgili eleştirileri genellikle pek kolay kabullenemediğimizden Küçük Prens’i kırpıp yayınlamayı tercih etmişiz. Çok para kazandırıyor ya, “Madem keseceğim, bari yayınlamayayım” dememiş kimse. Bazıları o cümleleri tamamen çıkarmış, bazılarıysa sadece ölüm ceası kısmını çıkarmakla yetinmiş. “Diktatör” kelimesinin yerine “önder, lider, hükümdar, şef” falan diyenler de olmuş.
Bir de fazlalıklar” meselesi var ki onu es geçemeyiz. 1990’ların ortalarında, kitaba aşırı bir serbestlikle, “kafaya göre” uzun uzun eklemeler yapan ve “diktatör”lü cümleyi deyim yerindeyse köpürttükçe köpürten bir çevirmen de olmuştu. Neyse ki o çeviri toplatıldı.
Uzatmayayım, son günlerde yayınlanan Küçük Prens yazılarında bile bu meseleden itinayla uzak durulmasını pek anlamlandıramıyorum. Öte yandan Cemal Süreya-Tomris Uyar, Ahmet Muhip Dıranas ve Selim İleri çevirilerini nihayet okuyacağım için seviniyorum. Keşke Azra Erhat ve Necdet Sander çevirileri de yeniden yayınlansa… Fakat itiraf edeyim esas şunu isterim: Alınganlığın, kafayı kuma gömmenin faydası olmadığı anlaşılsın, “Bir kelimenin ne önemi var” lafından vazgeçilsin ve bugüne dek 102 farklı Türkçe baskısı yayımlanan bu harikulâde küçük kitabı biri çıksın da dilimize eksiksiz, fazlasız çevirebilsin lütfen.
Gülenay Börekçi
Philip Giordano’nun Küçük Prens serisi
Yazarın elleriyle resmettiği Küçük Prens’lerin kalbimde yeri elbette apayrı ama Philip Giordano’nun bu serisine de açıkçası bayıldım. Ve siz de mutlaka görün istedim… Ha bu arada, kaynak vermeden olmaz, biliyorsunuz, resimleri burada buldum.
Bunlar da ilginizi çekebilir :
İlk defa duydum yazarı. Anlatışınız merak uyandırdı. Hemen okuma listesine ekliyorum
:)
Diktatörü “dediği dedik bir önder” diye çevirmek bence anlaşılabilir. Türkçe’de o anlama geliyor zaten. Siyasi bir metin olmadığı için terimi aynen kullanmaya da gerek yok.