“Kurtlarla Koşan Kadınlar”la dirilen “Vahşi Kadın” arketipi
Clarissa Pinkola Estes, kült sayılan kitabı “Kurtlarla Koçan Kadınlar”da masallar ve mitler yoluyla kadinlara vahşi doğaya, ilkel benliklerine nasıl geri döneceklerini anlatıyor. Kevser Aycan Aşkım Saroğlu yazıyor…
Ufkunuzu açacak 7 kitap: Kurtlarla Koşan Kadınlar ve diğerleri
Clarissa Pinkola Estes, Women Who Run With the Wolves, 1992
“Kurtlarla Koşan Kadınlar”la dirilen Vahşi Kadın arketipi
“Sağlıklı kurtlar ve sağlıklı kadınlar, benzer ruhsal karakteristikleri paylaşır. Keskin bir duyarlılık, oyuncu bir ruh ve yoğun bir kendini adama kapasitesi. Kurtlarla kadınlar, doğaları, güçleri, araştırıcılıkları ve dayanıklılıklarıyla yakın akrabadır. Sezgileri güçlüdür. Yavruları, eşleri ve sürüleriyle yoğun bir biçimde ilgilidir ve değişen koşullara uyum sağlamakta deneyimlidirler.
Tuttuklarını koparmalarının yanı sıra çok da cesurdurlar. Ancak her ikisi de sürekli avlanmış, taciz edilmiş, dahası obur, sapkın, saldırgan ve hasımlarından daha az değerli olarak tanımlanmıştır.
Arkalarında iz bile bırakmadan ruhun vahşi yanlarını yok eden, içgüdüsel olanın soyunu kurutanlar ikisini de birer hedef haline getirmiştir. Geleneksel psikolojik kuramı da yaratıcı, yetenekli ve derin kadın imgesine pek az yer verir, işte ben bu kitabı yazmaya bu yüzden karar verdim…”
Jungcu psikanalist Clarissa Pinkola Estes’in “Kurtlarla Koşan Kadınlar: Vahşi Kadın Arketipine Dair Mitler ve Öyküler” adlı kitabından alındı bu satırlar…
Kadınlar! Etkileyici değil mi bu satırlar, içinizde garip bir kıpırtı hissettirmiyor mu? Ya erkekler! Tanıdık gelmiyor mu okuduklarınız?
Sabrınız varsa, öyküsünü anlatayım, “öyküler ilaçtır” zira.
Sanırım üç yaz önceydi, mavi illerimizden birindeydim. Minik bahçesinde kendi ekmeğini pişiren, sebzelerini yetiştiren, domateslerine birer gülmüş gibi bakan, güllerini aşkla açtıran, sınırsız bir ritim duygusuyla, olağanüstü güzel dans eden, hafif pamuklu giysiler giyen zarif bir şifacı kadından “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabını duydum. “Oku, seveceksin, madem masalları seviyorsun,” dedi bana. Kente dönünce ilk işim, kitabı almak oldu, kitabın beni kendi ruhuma doğru bir yolculuğa çıkaracağını bilmeden. Madem işin ucunda masal vardı ve değil mi ki küçükken bütün kızlar evcilik oynarken ben, yarattığı hayali kahramanlarla konuşabilen, büyülü güçleri olan, uçabilen, iksirler yapan bir kız olurdum…
Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan kitabı okumaya başladığımda, daha doğrusu “Rio abajo no”ya, yani “nehrin altındaki nehre” doğru inerken bu kitabın hayatım boyunca başucumda duracak bir kitap olduğunu da anladım. Dahası kendimi yıllardır hep bir ‘çirkin ördek yavrusu’ olarak algıladığımı fark ettim. Olayları toplumun çoğunluğunun algısından farklı algılayan ben, “acayip bir tür” değildim aslında ve artık bunu biliyordum. Yalnız değilmişim meğer. Ne çok seven varmış orijinal adı “Women Who Run With Wolves” olan bu kitabı. Amerika’da yayınlandığı 1992’de, New York Times’ın çok satan kitaplar listesinde aylarca kalan kitap meğer ne çok insanın başucundaymış, ne çok insana ilham vermiş. Meğer ne çok kendini “evinden ayrılmış” hisseden, ruhunu özleyen kadın varmış.
Mesela gazeteci Ece Temelkuran, “Tanıdığım bütün kadınlara bu kitabı tavsiye ediyorum,” diye yazmış. Tasarımcı Hatice Gökçe, o kadar etkilenmiş ki kitaptan esinlenerek yaptığı gömlek tasanmlarına “Küçük Kibritçi Kız”, “İskelet Kadın” gibi isimler koymuş. “Kurtlarla Koşan Kadınlar”, Aylin Aslım, Göksel ve Hande Ataizi’nin de başucu kitaplarındanmış. Aylin Aslım şöyle demiş: “Bakış açımı değiştiren bir kitaptı, her kadının okuması gereken bir kitap… Kadının, din, ahlak gibi kavramlar gelmeden önceki kimliğiyle şu anki kimliği arasındaki farkı ve , erkek egemen dünyada kendi kimliğini farkında olmadan öldürdüğünü anlatıyor. Ve her şeyden bağımsız olan hayvansı kimliğini nasıl yeniden ayağa kaldırabileceğini…” Göksel de benzer şeyler yazıyor: “Kitap, sezgileriyle, yetenekleriyle kadınları kurtlara benzetiyor, kadınların ne kadar güçlü olduğundan ama doğalarını unuttuklarından bahsediyor. Okurken fark ettim, ben de doğamı unutmuşum. Önceden güçlü olmak kötü bir şeymiş gibi geliyordu bana. Şimdi biraz daha ‘kadın’ olduğum bir dönemdeyim. Güçlü de olduğumu kabul ettim..”
Kadınlar, Hayat, Şarkı: Toni Morrison ve Clarissa Pinkola Estes sohbeti
“Hikaye kutsaldır ve bir çeşit ilaç olarak kullanılır”
Jung Enstitüsü Başkanı Clarissa Pinkola Estes, aynı zamanda bir “cantadora”. Latin Amerika’da “cantadora”, hikaye toplayan anlamına geliyor. Meksika kökenli Estes, Macar bir anne baba tarafından büyütülmüş ve çocukluğu göl kıyısında, vahşi doğanın içinde geçmiş. Kökenlerine ilişkin bu farklı yapılar hiç kuşkusuz yaratıcılığını beslemiş.
Bu kitapta, öyküler ve mitler yoluyla vahşi kadın arketipinin peşine düşüyor ve kadın psişesinin izlerini sürerek kadınları “yuva”ya geri gönderiyor. Kitabı yazmaya 1971 yılında başlamış ve 20 yılda bitirebilmiş. 1992’de Amerika’da yayınlandığında tam anlamıyla bomba etkisi yaratmış. Maya Angelou, “Herkes bu ilham verici kitabı okumalı. Sezgisel doğasıyla ilişkisi kopmuş kadınlar için gerçek bir vitamin,” diye yazarken, Los Angeles Times gazetesi, “Nesirde coşku ve kıvılcım. Derin çalışmalarla ilgilenen kadınlar için bir başucu kitabı olacak. ‘Kurtlar’ adeta bir armağan,” diye tanımlamış.
Ruhu bir yokuşun başına getiren, “kaybolanı bulduran” kitap
Peki ne anlatıyor mitler ve öykülerle kadını vahşi doğasına geri göndererek, neredeyse bir çeşit kendi kendine psikanaliz sürecinden geçiren bu kitap?
Estes kendi şifa yöntemini şöyle açıklıyor: “Ben Meksika ve Orta Amerika’nın şifacı geleneklerinden geldim. Bu gelenekte hikaye kutsaldır ve bir çeşit ilaç olarak kullanılır. Sizi yükseltmez, kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlamaz, eğlendirmez, yanı sıra bütün bunlar olsa bile… Tam aksi, ruhu bir yokuşun başına götürür, ‘kaybolanı’ bulmak ve onu yeniden bilince getirmek için. Bu, bazı insanlar için mistiktir ve aslında öyledir de.”
Estes egomuzun içgüdüsel çağrılarımıza karıştığını, bizi hep yanlış yolda olduğumuza inandırdığını söylüyor. O zaman ne oluyor? Hayatımıza biri giriyor ve biz her şeyi bırakıp ona koşuyoruz mesela. Ya da para kazanmak için nefret ettiğimiz bir işe giriyor, sonra da hayatımızı unutuyoruz. “Şunu şunu yaparsak” her şeyin daha iyi olacağına inanıyoruz ya da. Bilmediğimiz şey, içgüdüsel doğamızı dinlemezsek, kendi döngümüzün dışına atılacağımız. Döngüler bizim her şeyle nasıl karşılaştığımızı gösteriyor. “Çocuklarımız, işimiz, sevgililerimiz, hayatımızdaki her şey belirli döngülerle yol alır. ‘Yeter!’ demenin bir zamanı vardır, kuluçkaya yatmanın, sonra yeni bir enerjiyle yeniden hayata gelmenin, içgüdüsel doğa dediğimiz mistik ve pratik duyarlılık içinde olan bir kadın, bir şeyleri ne zaman yaşatacağını ve ne zaman ölmeye bırakacağım bilir.”
“Hepimiz vahşi olana özlemle doluyuz”
“Kurtlarla Koşan Kadınlar”, her şeyden önce bir kadınların kayıp psişelerine erişmelerinin hikayesi. “Mavi Sakal”dan “La Loba”ya, “Kurt Kadın”dan “Bilge Vasalisa”ya, “Çirkin Ördek Yavrusu”ndan “Kırmızı Pabuçlar”a ele alınan bütün masallar kadınları ilgilendiren ortak dertlere çözümler öneriyor. Estes “Kadın, ‘vahşi’ terimini duyduğu zaman bir peri masalı kapısını çalar, derin dişi psişesi uyanır, eski bir bellek harekete geçerek tekrar hayata gelir. Aslında vahşi doğamızdır harekete geçen, iliğimize kadar onu hisseder, ona doğru çekiliriz,” diye anlatıyor. “Hepimiz vahşi olana özlemle doluyuz. Bu özlemin kültürel olarak onaylanmış pek az panzehiri vardır. Oysa bize bu tür bir arzudan utanç duymamız öğretildi. Uzattığımız saçlarımızı duygularımızı saklamak için kullandık. Gene de Vahşi Kadın’ın gölgesi, gündüzler ve geceler boyunca pusuya yatmış halde varlığını sürdürüyor. Nerede olursak olalım, arkamızda gelen bu gölge, kesinlikle dört ayaklı…”
“Her kadın, ‘vahşi’ ve ‘kadın’ sözcüklerini sezgileri yoluyla anlar”
Jungçu psikanalist Estes, geleneksel psikolojik kuramın erkekler tarafından ve onların bakış açısıyla inşa edildiği düşüncesinde: “Bir ormanın içinde sürekli daha da belirsiz hale gelen ve sonunda neredeyse hiçliğe dönüşen bir patika gibi, geleneksel psikolojik kuram da, yaratıcı, yetenekli ve derin kadın imgesine çok az yer verir. Geleneksel psikoloji, genellikle kadınlar için önemli olan derin meseleleri (kadınların arketipsel, sezgisel, cinsel ve döngüsel olarak adlandırılabilecek farklı dönemleri yahut bir kadının tarzı, bilgisi ve yaratıcı ateşiyle ilgili olan meseleler) geçiştirir ya da bu konularda tamamen suskun kalır. İşte beni Vahşi Kadın arketipi üzerinde çalışmaya yönelten budur…”
Kadınların, kendilerini bilincin tek taşıyıcısı olarak görenler tarafından entelektüel açıdan sakıncasız bir biçime sokulmasını kabul etmeyen Estes, “Hayata sağlam ve doğal güçleriyle başlayan milyonlarca kadının kendi kültürlerinde birer yabancı haline gelmesinin nedeni zaten budur. Masallar, mitler, öyküler, vahşi doğanın arkada bıraktığı patikayı seçip ayırt edebilmemiz için görme gücümüzü keskinleştiren kavrayışlar sağlar. Öyküde bulunan dersler, bize yolların henüz tükenmediğini ve kadınları daha da derinlere, kendi bilgilerinin en uç şuurlarına götürmeye devam ettiğini gösterir. Hepimiz yabanıl benliğin yolundan gideriz. Ben ona ‘Vahşi Kadın’ adını verdim: Bir kadın hangi kültürden etkiler taşırsa taşısın, ‘vahşi’ ve ‘kadın’ sözcüklerini sezgileri yoluyla anlar.”
Peki vahşi doğamızla bağlantımızı kaybettiğimizi nereden bilebiliriz? “Kendi başına bir işe giremememizden, içimizi açamamazdan, kendimize hep bir anne baba aramamızdan, üzerinde çalıştığımız bir şeyi başyapıt haline getirmeden sergilemeye korkmamızdan. Hatta yolculuğa çıkmaktan, başkasına bakmaktan, koşmaya devam etmekten, durmaktan, yavaşlamaktan korkmamızdan… Otorite önünde sinmemizden, yaratıcı tasarılardan önce enerjimizi yitirmemizden, küçük düşürülme endişemizden, uyuşukluğumuzdan, bunaltımızdan, başka yapacak bir şey kalmadığında dilini tutamayacağız diye yüreğimiz ağzımızda yaşamamızdan… Yeniyi deneyemememizden, karşı koymamızdan, midemizin bulanmasından, kolaylıkla uzlaşmacı ya da nazik birine dönüşmemizden… Üstünlük kompleksimizden, müphemlik hissetmemizden. Bu saydıklarım, bir çağın ya da yüzyılın hastalığı değildir ve kadınların her tutsak alınışında, vahşi doğanın tuzağa her düşürülüşünde, kısacası her zaman ve her yerde bir salgın şeklinde kendini gösterir.
Şöyle sürdürüyor sonra: “Sağlıklı kadın tıpkı bir kurt gibidir; sağlam, kunt, diri, hayat verici, konumunun bilincinde, yaratıcı, sadık ve göçebe… Ancak vahşi doğadan ayrılmak kadının kişiliğinin zayıflamasına, bir hortlağa dönüşmesine yol açar. Oysa hiçbirimiz postu kolay deldiren, çelimsiz, sıçrayamayan, avlanamayan, doğuramayan, bir hayat yaratma yeteneğinden yoksun biri olmak için burada değiliz. Kadınların hayatı durağanlık içindeyken ya da can sıkıntısıyla dolu olduğunda, bu her zaman için Vahşi Kadın’ın ortaya çıkma zamanının geldiğini gösterir. Ruhun yaratıcı işlevinin deltayı doldurmasının zamanıdır…”
Kaybolmuş psişeyle temas yolları
Kaybolmuş psişeyle temas kurmada çeşitli yollar da öneriliyor kitapta…
“Eve geri dönüş” için bir nehrin, bir derenin ya da koyun kıyısında zaman geçirmek, öyküler okumak ve öyküler anlatmak, yıldızlı bir gecede toprağa uzanmak, bir sebze ya da meyve soymak, bir şey örmek, bir saat süreyle herhangi bir yöne yürümek, gidilen yeri bilmeden herhangi bir otobüse binmek, müzik dinlerken tempo tutmak, gün doğumunu selamlamak, şehir ışıklarının geceleyin gökyüzünü perdelemediği bir yere gitmek, çocuklar olmadan sevgiliyle birlikte olmak, ibadet etmek, ayakları aşağıya sarkıtarak bir köprünün kenarında oturmak, bir bebeği kucaklamak, dans etmek, fal bakmak, saçları güneşte kurutmak, yağmur suyu dolu bir fıçıya elini daldırmak, saksılara çiçek dikmek ve bunu yaparken ellerinin iyice kirlendiğine emin olmak, güzelliği, letafeti, insanların zayıflıklarını gözlemlemek, yazmak…
Kevser Aycan Aşkım Saroğlu
Subscribe
0 Comments
oldest