Tunç Kılınç: “Bu kitapta olmayan tek şey ‘Gel ben sana öğreteyim’ havası”
Sosyal medyanın takip edilen sitelerinden Fikir Atölyesi’nin ve Faili Meçhul Kıyak Hareketi’nin kurucusu, hayranları tarafından “Kurumsal hayatın Behzat Ç.’si” diye anılan Tunç Kılınç’ın “Sıfır”ı, sıra dışı bir yolculuğun hikayesi, herkesin yolculuğunun bittiği yerden, yani ölümden başlıyor ve geriye doğru ilerliyor… Hayata yeniden başlama isteği uyandıran, sıfırdan yeni bir hayat inşa etmenin güzelliğini hatırlatan bu tuhaf serüvende Albert Einstein’dan Steve Jobs’a, Andy Warhol’dan Patch Adams’a, dilencilerden zenginlere, ermişlerden günahkarlara kimler yok ki!
Kurumsal hayatın Behzat Ç.’si Tunç Kılınç: “Bu kitapta olmayan tek şey ‘Gel ben sana öğreteyim’ havası”
Faili Meçhul Kıyak, yani FMK Hareketinin yaratıcısı Tunç Kılınç’ın ilk romanı “Sıfır”, Destek Yayınları’ndan çıktı. Kitap, hayatımıza, zaman kavramımıza, işimize, hayatımıza, insanlara verdiklerimize, onlardan aldıklarımıza, korkularımıza, komik, serseri ama aynı zamanda kalbe dokunan bir şekilde değiyor. Asıl âşık olduğumuz şeyin yaşam denen yolculuğun kendisi olduğunu, her köşe başında karşımıza bir sürpriz çıkararak anlatıyor.
“Ne güzel hayatlarımızda hep bir şeyler eksik. Bulmak güzel. Aramak bulmaktan da güzel” diyorsunuz…
Eğer hayatlarımızda bir şeyler eksik olmazsa, bir şey de aramıyor oluruz. İnsanların yaşlanması da mesela artık bir şeyleri eksik bulmamalarıyla, aramaktan vazgeçmeleriyle başlıyor…
O zaman eksiklik bizi mutlu mu ediyor?
Fazlalık bizi mutlu etmiyor ki. Sahip olduğumuz her şey bize yük. Onlara sahip olmak için değil sırf, onları elinde tutmak için de özgürlüğünden ödün veriyorsun. Araba sahibi oldun diyelim, ödün verip durmak, arabanın sigortasını, vergisini, benzinini düşünmek zorundasın. Eh, bak bakalım arabası olmayan adam mı özgür, yoksa sen mi özgürsün? Ev de öyle. Yıllarca dört duvar sahibi olmak için çalışıyorsun, sonra kendini bu dört duvarın içine hapsediyorsun. Güya geleceğini güvence altına almak için. Ama iki saat sonrasını biliyor musun ki? Hayatında en değerli şey zaman. Geri alınamaz ve paha biçilemez. Sahip olmak uğruna en çok ondan fedakarlık yapıyor, kendi ellerimizle, kendi kararımızla farkında olmadan bu en değerli şeyi çalıyoruz ya da çalınmasına izin veriyoruz. O yüzden sıkıcı ve rezil bir hayat yaşayan herkes bunu hak ediyor, yaşıyorsan, bunu çünkü bunu kendi kararıyla yapıyor.
“Hayallerimiz zengin olmalı, cüzdanlarımız değil”
Peki yok olmak neden paha biçilemez?
Yok olmak özgürlüğün en uç noktalarından. Kendini ailenden, arkadaşlarından, sevgililerinden soyutlayabilirsen; kendini varken yok edebilirsen, bundan daha büyük bir özgürlük olamaz. Hiçbirimiz mutlak bir özgürlükle doğmuyoruz ama en azından bunu düşünelim diyorum.
Sıfır kitabının slogan cümlelerinden biri şu: “Çok hayal kuruyorum. Sayıca fazla olunca da biri gerçek oluyor.”
Bu matematik. Ben çok hayal kuruyorum, tek bir hayal uğruna yaşamıyorum. İkinci kitabımın hayaliyle yanıp tutuşmuyorum mesela, belki “Sıfır”ın bir tiyatro oyunu, radyo programı, televizyon dizisi, sinema filmi olur diye hayal ediyorum. Fotoğraf çekmekle ilgili en az 50 hayalim var. Sınırlamayalım yani kendimizi, hayallerimizde zengin olmamız lazım, cüzdanlarımızda değil.
Ali’nin hikayesi herkesin hikayesinin bittiği yerden ölümden başlıyor, bu yüzden kitapta, yaşayanlar kadar Einstein’dan Steve Jobs’a, Patch Adams’tan Andy Warhol’a çok sayıda “ölü insan” da başrolde. Ölümle yaşamın bu kadar içiçe geçmesi bize ne anlatıyor?
Ölümü de doğum kadar doğal karşılayabilsek, hayatımızın her anı değerli olur. Ölümden korkmak demek, yapabileceklerini yapmaktan korkmak demektir. Her anını içindeki çocuğu dinleyerek yaşarsan, her anının tadını çıkarırsın ve o zaman ölümden falan da korkmazsın. En yakınlarını kaybetmekten bile korkmazsın. Bu müthiş bir hafifleme.
İnsan sevdiğini kaybedince üzülür ama…
O bencillikten. Bir daha o kişiyle bir şeyleri paylaşamıyor olacaklar. “Ah yaşasaydı neler görecekti” sözü bence çok sahte. Kimsenin iç dünyasındakileri bilemezsin, hele yaşasa hissedebileceklerini hiç bilemezsin, sadece tahmin edebilirsin. Ölümden korkmamak, insanın hayata daha sıkı bağlanmasını ve her ana değer vermesini sağlıyor.
Ali yolculuğun bir noktasında Svahili dilinde “cennet” anlamına gelen Peponi’ye gidiyor. Coldplay’in bir şarkısının adı bu aynı zamanda…
Belki de bilinçaltımda öldükten sonra gidilecek bir yer olmasını istemişimdir, kimse ölümden korkmasın diye.
Bu kitap asıl olarak kimler için yazıldı? Daha doğrusu ona kimlerin ihtiyacı var?
Özgür hissetmeyenler bu kitaptan cesaret alırlar diye umuyorum. İnce esprileri yakalayan ve okurken eğlenmeyi seven, biraz anarşist, biraz şakacı insanlar sever bence.
İçinde felsefe olmasına rağmen kitap gerçekten çok eğlenceli…
Kişisel gelişim kitaplarına karşı değilim ama “Sıfır” bir kişisel gelişim kitabı değil, içinde “farkındalık”, “kendini bilmek”, “hayatını yaşamak” gibi sözler geçmiyor. Zaten bence mesele bir şeyler öğrenmekse, Kaş’ta dilencilik yaparken de, minibüste giderken de çok şey öğreniyorsun. Kitapta var bunlar. Olmayan tek şey, “Gel ben sana öğreteyim” havası…
Kitapta bilmediğimiz dillerin kelimeleri var, neden?
Bunları insanların araştırıp bulmasını bekliyorum. Svahilice bir kelime olan “peponi”en bahsetmiştik. “Mamihlapinatapai” de Şili’nin güneyinde yaşayan tek kişi kalmış Yaghan kabilesinin kullandığı bir sözcük. “İkimizin de istediği ama söylemeye çekindiği bir şeyi yapmayı birbirimizden umarak karşılıklı bakışmak” anlamına geliyor. Bu kelimenin tek başına yarattığı etkiyi birçok sözcük birarada yaratamadığı için kullandım.
“Bir insana sevgi verebiliyorsan bu, sevgini daha çok insana verebileceğinin de göstergesi”
♣ “Kitapta Ahmet İnam’ın ‘Aşk hıyar heriflerin işi değildir, bir güzellik yaratmaktır. Ayrıca aşk, bütün dünyayı düşman belleyip Leyla’yı sevmek değil, Leyla’da bütün insanlığı sevmektir’ sözünü alıntıladım. Aşk kısmen duygularla, kısmen de hormonlarla, biyolojiyle alakalı bir şey. Güzel bir şey, kesinlikle yaşanmalı. Ama insan, potansiyelinin bundan ibaret olmadığını bilmeli ve sevme potansiyelini keşfetmeyi bırakmamalı. Bir insana sevgi verebiliyorsan bu sevgini, daha çok insana verebileceğinin de bir göstergesi aslında.”
♣ “Jung’un ‘gölge kavramını’ bilirsiniz. Ben de gölgemle sürekli yüzleşmeye çalışıyorum. Öyle olmasa bu kitap da çıkmazdı ortaya. İnsan, “buldum, bitti” de diyemez, çünkü hayatta hep yeni gölgeler gelip buluyor seni. Bunları önce görebilme, gördükten sonra da kabullenmek lazım. senin suçun onlar çünkü, başkasının değil.”
Aycan Aşkım Saroğlu
Subscribe
0 Comments
oldest