Lucia Puenzo: Cemal Süreya’yı seven Arjantinli yazar
Arjantin filmi Resmi Tarih’i küçükken seyretmiştim. Kendisi de tarihçi olan ve resmi tarihin bize dayattığı bilgileri sorgulamamız gerektiğini düşünen, bu yolda büyük çabalar harcayan babamın zorlamasıyla… Normalde bir filme gitmem ya da gitmemem için beni zorlayan biri değildi babam ama bunu seyretmemi özellikle çok istemişti. Peki dedim, gittik. Tabii pek bir şey anlamadım. Önemini, aslında ne kadar sarsıcı şeylerden bahsettiğini kavramam için büyümem gerekiyordu. O filmin yönetmeni Luis Puenzo’nun kızı olan Lucia Puenzo’nun Balık Çocuk adlı romanını okurken babamı hatırlamam bundan.
Her neyse, kitabı bitirince Doğan Kitap’ı aradım ve ödüllü XXY ve Balık Çocuk filmlerinin yönetmeni de olan Lucia Puenzo’yla bir röportaj yapıp yapamayacağımı sordum. Aşağıda okuyacağınız sohbet böyle çıktı ortaya. Yani Lucia’yla internet vasıtasıyla konuştuk. Beni en şaşırtan şey aramızdaki onca uzaklığa rağmen alçakgönüllü Lucia’nın Türk edebiyatı konusunda epey bilgi sahibi olmasıydı. Sadece Orhan Pamuk’un değil, Ersan Üldes ve Mehmet Yaşın gibi bizde bile az bilinen bazı şair ve yazarların da isimlerini zikredebiliyordu mesela. Cemal Süreya’yı sevdiğini söylemesiyse pastanın kreması oldu.
Gülenay Börekçi
Lucia Puenzo: Cemal Süreya’yı seven Arjantinli yazar
Babanız Luis Puenzo ve üç abiniz de yönetmen. Sinema sizde bir aile geleneği mi?
Yönetmen olarak kendi romanlarımı sinemaya ben uyarlıyorum. Evet, tüm ailem yönetmen. Annem bile bu işe ucundan kıyısından bulaşmış durumda. Fakat yazar olan kocam Sergio Biazzi’yle de yaratıcı bir ilişki sürdürüyoruz. İlk filmimin öyküsünü o yazmıştı. Arkadaşlarımın da hepsi ya yönetmen ya yazar, aralarında birkaç da müzisyen var. Acayip bir sanatçı topluluğu… Kalabalık İtalyan aileleri gibiyiz, tutkuyla yaratıyor ve birlikte çok eğleniyoruz.
Babanız, İhtiyar Gringo ve özellikle de Resmi Tarih filmleriyle Türkiye’de çok sevilmişti. Ondan etkilendiniz mi?
Etkilenmez olur muyum? Resmi Tarih bizim evde çekilmişti. Çocuktum. Çoluk çocuk hepimiz uyku tulumlarımızla mutfağa doluşmuştuk. Uyunacak tek yer orasıydı, çünkü evin diğer kısımları set haline getirilmişti. Ama hiçbirimiz bundan yakınmadık. Sinemacılığın dünyanın en eğlenceli işi olduğunu hissettim. Düşünün; babam sayesinde sürekli geziyorduk, gitmediğimiz ülke kalmamıştı. Bütün o yıllar boyunca annem bir parça yorulmuş olabilir ama bizim şikayetimiz yoktu.
Kendinizi öncelikle yazar mı yoksa yönetmen mi addediyorsunuz?
Sette olmak ve ekip çalışması harika. Fakat galiba yazarken daha mutluyum. Hayalgücüm nereye götürürse gidebilirim. Üstelik bu yolculuk bedava. Vize filan da gerekmiyor. Tepemde “Hadi, çabuk” diyen, filmi daha ucuza çıkarmanın yollarını arayan bir prodüktör de yok. Ünlü Arjantinli yazar Aira hiçbir zaman yazdıklarını yeniden okumadığını, düzeltme filan yapmadığını anlatır. Eğer kurguda bir şeyi değiştirmek istiyorsa, bunu önceki sayfalara dönerek değil, sonrakileri ona göre yazarak yaparmış. Bence bu gayet sağlıklı bir tutum. Bana uygun. Ayrıca yazıyı niçin filmden daha çok sevdiğimin bir cevabı da burada. Bir de ben, hikayenin akışı sırasında karakterle beraber yolculuk etmeyi, dünyayı onların gözünden görmeyi çok seviyorum. İnanıyorum ki herkes bunu yapsa, kimse kimseyi yargılamaz ve dünya daha mutlu bir yer haline gelir.
“Yazarken oyun oynayan çocuk gibiyim”
Balık Çocuk’ta ele aldığınız temalardan bahseder misiniz?
Balık Çocuk suç teması çerçevesinde şekillenen bir roman. Ama bu kitap bittikten sonra fark ettiğim bir şey. Düşünerek yazarsam, kitabı asla tamamlayamam. Yazarken hikayenin herhangi bir yerinden başlıyorum ama nereye gideceğimi asla bilmiyorum. Tıpkı oyun oynayan bir çocuk gibi… Gene de sorunuzda ısrar ederseniz, siyasetin yatağımızda hep bizimle birlikte uyuduğunu anlattığımı söyleyebilirim. Başka ne anlatıyorum? Korkunun ailenin içinde ve dışında ama mutlaka bir yerlerinde çöreklenip nöbet tuttuğunu. Dile getirilmemiş duyguların çok derin yaralara sebep olduğunu. Aile dramlarının toplumsal dinamiklerden beslendiğini. Hiçbir zaman bir son olmadığını.
Lala ile Guayi arasındaki aşk nasıl bir aşk?
Lezbiyen bir aşk. Fakat aslında bu aşk, romandaki en komplike şey değil; dramanın kaynağı da sayılmaz. Sizi bilmiyorum ama en azından benim ülkemde cinsel tercihler artık bir sorun değil. Özellikle eşcinsellerin evliliği onaylandıktan, onlar artık hayatlarını kiminle geçireceklerine açıkça karar verebilmeye başladıktan ve toplumumuzun en tutucu kesimleri bile artık onları yargılamaktan vazgeçtikten sonra…
Bir eleştirmen, Balık Çocuk’ta insanların korkutucu bir şekilde hem insan hem de birer yırtıcı hayvan gibi sunulduğundan bahsediyordu…
Haklı. Romanın her yerine en derin korkularım ve uykusuz kalmama sebep olan hayaletlerim sinmiş durumda. Ama tabii onları açıkça anlatmadım, okurun keşfetmesini tercih ettim. Beni yakından tanıyanlar romanda aslında kendi iç dünyamı anlattığımı göreceklerdir. Eğer romanı korkutucu bulanlar varsa, onların sezgileri kuvvetli olan kişiler olduğunu söyleyebilirim. Yayınlandığı andan itibaren romanınız artık sizin değildir. Onu özgür bırakın, dilediği yere gitsin, kimi nasıl etkiliyorsa etkilesin. Siz sadece bir sonraki işinizi tasarlayın. Bir de okurun zekasına güvenin.
“Hayat asla edebiyat kadar maceralı olamaz”
En çok kimlere hayransınız? Ve üslubunuzu kimlerden ilham alarak oluşturdunuz?
Patti Smith’i çok seviyorum. Sonra Frank Zappa, David Bowie, The Beatles, Pink Floyd ve diğerlerini… 15 yaşımdayken, bir ay boyunca Bergman, Cassavettes ve Herzog’un bütün filmlerini peş peşe seyretmiştim. Üslubumun oluşmasında onların etkisi büyük. Gençken elime ne geçerse okurdum. Aira, Puig, Lamborghini, Pizarnik, Arlt, Nabokov, Cheever, Borges; sevdiğim yazarlar listesi sonsuzdu. Sonra kocamla tanıştım. Ben 23 yaşımdaydım, o ise benden 20 yaş büyüktü. Sanki beni evlat edinmişti. Edebiyatçılardan oluşan kalabalık bir arkadaş grubu vardı ve onlarla sohbet etmeye bayılıyordum. Sorunuzu bir kez daha düşündüm, galiba aslında beni en çok etkileyen yazar kocam Sergio. Fakat şunu söylemezsem içim rahat etmez: Çocukken bile hiçbir şey bana karanlıkta oturup film seyretmekten ve öyküler uydurmaktan daha çekici gelmezdi. Bence hayat asla edebiyat kadar maceralı, sürprizli ve güzel olamaz.
Okuduğunuz Türk yazarlar var mı?
Türk edebiyatıyla ilgili olarak fazla bir deneyimim yok. Bana bazı bakımlardan Arjantin edebiyatını andırıyormuş gibi geliyor. Orhan Pamuk’u elbette okudum. Farklı zamanlarda karşıma çıkan başka yazar ve şairlerinizi de… Ersan Üldes, küçük İskender ve Cemal Süreya gibi… Mehmet Yaşın adında bir şairiniz var, onu da sevmiştim.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest