Egoist okur

Lydia Davis’in öyküleri… Motive edici, çünkü çok kötü!

Neslihan (Siz Mutlu Gözler) dün bir mesaj attı ve Lydia Davis‘in arkadaşım olup olmadığını sordu.  “Yooo” dedim, “Arkadaşım falan değil.” İsmine ve kapağına bayıldığı bir Lydia Davis kitabını almış ve… nefret etmiş. Sonra da oturup Egoist için yazmış. Acaba yayınlar mıyım diye soruyor. “Lydia kankam da olsa fark etmez” dedim.

Neyse işte, böylece gecenin bir vakti aşağıdaki acımasız yazı geldi. Fikrimi sorarsanız, kitap arkasındaki övgüler bana biraz fazla “bol keseden atılmış” geldi. “Davis’in Kafka gibi kudretli, Flaubert gibi incelikli, Proust gibi çağ açan hikâyeleri zengin bir aklın şölenidir.” Başka? “Lydia Davis’in hikâyeleri tek bir kitabın sınırlarını aşıp bir kütüphaneye dönüşüyor. Bu tek kitaplık kütüphaneye yazarın çeşit çeşit armağanları için gelirsen kal orada, çünkü hikâyeler yaratıcı bir okuma davetini sürekli yeniliyorlar.” Daha ne övgüler, ne övgüler…

Arka kapaktaki vahim Booker yanlışını Neslihan aşağıda düzeltiyor. “Buzdolabında üç dört paket hamburger paketi buluyorum” cümlesindeki gibi vahim bozuklukları da editörün ihmalkârlığına veriyoruz.

Bu tarz olumsuz eleştirilerin en iyi tarafı şu: Şahsen adaletli olmak adına Lydia Davis’in kitabını mutlaka okuyacağım.

“Akıl almaz!” The Guardian

“Vallahi pes!” The Paris Review

“Hayret bir şey…” The Los Angeles Review of Books

Her kitapta iyi bir yan bulmak zorunda hissetmeyecek kadar edebiyat camiasından, kimi ödüllerin neden verildiğini anlamak için çaba göstermek zorunda kalmayacak kadar da edebiyattan uzağım. Öte yandan, hasbelkader rastladığım üç beş usta ismi okuyup edebiyat dedikleriyle aramda duygusal diye niteleyebileceğim bir bağ da oluşturmuş bulundum. Bu uzaklık ve bu duygusallık birleşince, okuduğu ve okumadığı şeylere dair devamlı vulgar yorumlar yaptığı görülen coşkulu bir kişi ortaya çıktı. Ve serüveninin bir noktasında, Yapamam ve Yapmayacağım başlıklı, güzel kapaklı bir kitaba denk geldi. İncelerken “WHÖÖOOA Man Booker Prize, alıyorum!” dedi. Kitabı göğsüne bastırdı, o sırada başına gelen komik bir olayı yetiştirmek üzere kitapçıdaki arkadaşının yanına koşup biraz kikirdedi, sonra dışarı çıkıp İstiklal Caddesi’nde yürümeye başladı, kitabı çalmış olduğunu fark etti ve geri dönüp kitabı satın ald- neyse… (= Yapamam ve Yapmayacağım’ın yazarı kısa hikaye ataşesi Lydia Davis’in tarzını denerken, ben.) Okumaya başladığında ise yüzünde kitap sonuna kadar çeşitli kombinasyonlarla beliren üç mimik şunlar oldu…

Untitled-1

Bahsettiğim kitap, en az Kolektif Kitap’tan çıkan Günlük Ritüeller adlı, büyük sanatçıların ne şekilde çalıştığını bizlerle paylaşan kitap kadar motive edici.

Çünkü ÇOK kötü. (Günlük Ritüeller değil.) Bu özelliği, motive edici olmasının yanında bir de umut verici olmasını sağlıyor. Çünkü Günlük Ritüeller’i okumak, “Bi saniye yea! Büyük yazar olmak öyle sadece yetenekle, ilhamla filan alakalı bir şey değilmiş?!? Basbayağı gün doğdu mu zınk diye dikilip durmadan memur gibi çalışmak lazımmış?!?! Öyle kuluçkaya yatmak, doğru anı beklemek, yaratıcı rüyalar görmekle havaya girip benden iyi yazar olur ha demekle olmuyormuş…” diye düşünüp, ahlanıp vahlanmaya sebep oluyorken, bu kitap tam tersi bir etki yaratıyor.

280 sayfalık bu eşsiz eserin bize söylediği şey şu:

“Sabahları Whatsapp kızlar grubuna koşup sizinkilerle paylaştığın rüyaların var ya, onlar aslında çok önemli. Diğer kızların seninle paylaştığı rüyalar da elbette, onlar da işe yarayabilir! Facebook’ta boş bulunup yazdığın renksiz durum güncellemelerinden utanma. Betimleme alıştırması olsun diye eline kalemini ve defterini alıp bir manzara karşısına geçerek yazdığın üç beş sayfa vardı hani, onları da umutsuzlukla buruşturup atmana gerek yok. “Bunlar neden insanları ilgilendirsin ki” diye seni kaygılandıran, hoşnutsuzluk ve bıkkınlık tweet’lerinle de barış. Onları sev. Çünkü tüm bunlar ve beş para etmeyeceğini sandığın diğer ufak tefek karalamaların, Man Booker International Prize almış bir yazarın kaleminden çıkmış türevlerinden büyük olasılıkla daha değerli. Ama onlarla, onları sevmekten başka bir şey yapmayı da çok fazla deneme bence. Çünkü şu an yüzünü buruşturarak okumak zorunda kaldığın şeylere benzeyebilirler. Bunu istemezsin. Sev, sonra da onları birkaç adım ileri taşımaya çalış.”

Büyük bölümü kof olan bu kitabın içinde, ilginç ve bazen güzel de sayılabilecek öyküler de var. (Ahhh, bir bilseniz sanat eserlerini yalnızca güzel/çirkin, iyi/kötü sıfatlarıyla nitelemek bana nasıl büyük bir zevk veriyor.) Bu kısımlar sıradan okur için zevkli bir okuma deneyimi sunabilir. (Sadece zevk için okuyanlarla özelden mühim sayfaların numaralarını paylaşabilirim, çok fazla vakit kaybetmemiş olurlar.) Metinle daha eleştirel bir şekilde ilgilenecek yazan-okurlar ise bu kısımlarda, kötü kısımlardakine benzer şekilde motivasyonel şeyler bulacakları gibi, örnek alınabilecek bazı şeylere de rastlayabilirler. Çünkü kitapta, olmaz denen şeyler olduruluyor. Bunu görmek cesaret verici olabilir.

122 -kimisi uzun- kısa öyküden oluşan bu kitapta, pek çok incelemede de değinildiği gibi yazarın eski hallerini arattığı söyleniyor. Ve her ne kadar kitabın arkasında, yazarın bu kitapla 2013 Man Booker Ödülü’ne layık bulunduğu yazsa da, yazar kurgu türüne genel katkısı baz alınarak Man Booker International Ödülü’ne layık bulunmuş. Yani saçmaların en saçması değil, daha az saçma olanı gerçekleşmiş. Çünkü bu the Worst of seçkisini yazmış birinin, bunlardan bağımsız olarak bir köşede edebiyat dehası olarak yaşamını sürdürüyor olması bana hiç mantıklı gelmiyor.

Bu noktada sizi biraz da Davis’in kaleminden çıkmış satırlarla buluşturmaya karar veriyorum.

Bu kitap yerine, daha yaratıcı şekilde saçmalayacağından emin olduğu herhangi bir arkadaşına zaman ayırmadığı için pişmanlık duyan,

Neslihan :(

Yapamam ve Yapmayacağım’dan

“Arkadaşlarımız bizim eve akşam yemeğine geldiğinde ben hâlâ yataktayım. Yatağım mutfakta. Kalkıp ne hazırlayabilirim diye bakıyorum. Buzdolabında üç dört paket hamburger paketi buluyorum, bazıları kısmen kullanılmış. Bazılarına dokunulmamış. Hepsini birleştirip köfte yapabilirim. Bu da bir saat sürer ama aklıma başka bir şey gelmiyor. Biraz daha düşünmek için tekrar yatağa giriyorum. rüya”

(Hayır, ben yazmadım, Lydia Davis yazdı.)

“Yorgunum.

Önümüzdekilerin dondurmalarını seçmesi çok uzun sürüyor.

Baş parmağım ağrıyor.

Konserde öksürüp duran bir adam var.

Duş biraz fazla soğuk.

Bu sabah yapmam gereken iş çok zor.

Bilet kuruğu çok uzun.

Arabada otura otura üşümeye başladım.

Kazağımın kolları ıslak.

Duş zayıf akıyor.

Acıktım.”

(Cümlelerin hepsi Lydia Davis’e ait. Üstelik 6,5 sayfa boyunca devam ediyor.)

“‘Bu kazak yeni mi?’ diye sorar bir kadın yanında oturan, tanımadığı bir kadına. Diğer kadın kazağın yeni olmadığını söyler. Başka bir şey konuşmazlar.”

(Bu bir öyküden alıntı değil; bir öyküydü.)

“Bu sabah sıcağı sıcağına pişmiş, saydam bir kapakla örtülerek kabın içinde bırakılmış iri taneli mısır unu kapağın alt yüzünü yoğuşma damlalarıyla kapladı: O da kendi çapında eyleme geçiyor.”

(Peki Lydia. Görüşürüüüz….)

Neslihan Elagöz

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Bülent Özgün
8 years ago

Bir sanat eserini eleştirmek için daha kuvvetli bir zemin bulmak gerekir sanırım. Bir kaç örnekle bu eseri çöpe atmak haksızlık.
Ben şahsen kitaptan bir hayli etkilendim. Neredeyse her öykü, tam da iyi bir öyküden beklendiği üzere, kendi sınırını aşıp zihnimde devam etti. Yaratılan çoğu görüntü aklımda varlığını devam ettiriyor. Bir öykü sadece anlama eşiğinize yaklaşmadı diye onu kötü olarak değerlendiremezsiniz, bazen sadece bir his yahut bir görüntü üretmesi de onu değerli kılabilir.