Egoist okur

Mac Barnett, öğretmeni David Foster Wallace’ı anlatıyor

Mac Barnett çocuk kitapları yazarları arasında tartışmasız bir numaram. Sihirli İplik, Kurt Ördek ve Fare, Leo: Bir Hayalet Hikayesi desem yeter bence. Sonuçta Caldecott Ödülü’yle taçlandırılmış çok önemli bir isimden söz ediyoruz.

Ama ben bugün onun kitaplarından değil, birkaç yıl önce intihar eden büyük Amerikalı yazar David Foster Wallace’tan aldığı yaratıcı yazarlık derslerinden söz edeceğim. Daha doğrusu o karşılaşmayı ve dersleri bizzat Mac Barnett anlatacak.

Unutmadan, Barnett’ın hayatındaki bir diğer önemli yazarsa gene günümüzün en güçlü kalemlerinden Dave Eggers. Bir dönem Dave Eggers’ın hem kitapçı işlevi gören hem de gençlere yönelik yazma atölyeleri bulunan 826 Valencia’da eğitmen olarak çalışmış.

Anlayacağınız, yol göstericilerine bakınca neden bu kadar eşsiz kitaplar yazabildiğini anlamak hiç güç değil. Okumayanlara Kurt Ördek ve FareSihirli İplik, Leo: Bir Hayalet Hikayesi adlı kitaplarını hararetle öneriyorum… Çocuk romanı Felaket İkili de şahane.

David Foster Wallace’a göre hayat: İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler

Egoist Okur’da Yazma Dersleri

Egoist Okur’da Çocuk Kitaplığı

Mac Barnett, öğretmeni David Foster Wallace’ı anlatıyor

Açıkçası yaratıcı yazarlık dersleri aldığım David Foster Wallace hakkında yazmaktan bir parça korkuyorum çünkü kendisi hayatımdaki en önemli insanlardan biri ve ben her şeyi mahvetmek istemiyorum. Pomona Koleji’nde ondan ders almaya başladığımda da çok korkuyordum. Derslerine kabul edilmek isteyen herkes bir öykü yazıp ona göndermek zorundaydı. Reddedilirsem bunun yazarlık hayatımın sonu olacağına inanıyordum. Bu yüzden bir plan yaptım. Mesai saatlerinde ofisinin oralarda dolanacak ve hayran olduğum bu yazarla birkaç çift laf etme fırsatı yakalayacaktım.

İşler hiç de düşündüğüm gibi gitmedi. Zaten üzerinde iyi bir izlenim bırakamayacak kadar gergindim. Ama sonuçta bir biçimde ofisine girmeyi başardım ve yazdığım öyküyü göndermekle ilgili bilmem gereken bir şey olup olmadığını sordum. O da ders kataloğundaki talimatların gayet açık olduğunu düşündüğünü söyledi. (Öyleydi. Wallace’ın yazdığı her şey öyleydi. Konuşurken, e-posta gönderirken ve ders notlarını yazarken de romanlarındaki o meşhur üslubuyla yazıyordu. Buna rağmen ben konuşmaya devam ettim ve öykümü nasıl değerlendireceğini sordum. Sanki bu kez biraz yumuşadı. Sanırım tüm o zavallı kendimi beğendirme girişimimin özündeki sebebi çakmıştı.  Bana bu kısa parçaların başarısına karar vermenin, onları merdivenlerden atıp hangilerinin en uzağa gidebildiğini görmeye benzediğini söyledi ve ardından bir uyarıda bulundu: “Yazım hataları ve bozuk cümleler olmaması için iyice kontrol et.” Sonra üzerine bastırarak ekledi: “Defalarca.”

Wallace, herkesin bildiği gibi İngilizceyi doğru kullanma meselesini takıntı haline getirmişti. Bize her hafta bir önceki haftanın yazılarında öğrenciler tarafından yapılan hataları topladığı bir bildiri dağıtırdı. İsimlere hızlıca bir göz atardık. Bu listenin aslında hata yapanların herkesin önünde azarlanması demek olduğunu bilirdik. Daha ilk derste “Baseball oynarken dilbilgisi hatası yapamazsınız,” demişti. Hata dememişti de aslında gazetelerde basılmasa iyi olacak türden başka bir kelime kullanmıştı. Bu nasihati de hemen Wallace’ın asla unutmak istemediğim sözlerini topladığım deftere yazmıştım. Sanırım diğerleri de öyle yapıyordu.

Wallace’ın sınıfta dilbilgisi tutuculuğu için çok geçerli nedenleri vardı, ancak bu nedenler arasında onun katı ya da kuralcı biri olması yoktu. Şahsen ben, Wallace’ın ahlakçı bir yazar olarak net anlaşıldığını düşünüyorum -çalışmalarının çoğu sadece insan olmanın değil, aynı zamanda iyi bir insan olmanın ne anlama geldiğini araştırıyor- öte yandan aynı zamanda ahlaklı da bir yazardı. Her zaman bir edebiyatçının sorumlulukları olduğundan bahsederdi: Açık olma sorumluluğu, ilginç olma sorumluluğu. Yazdıkları zor metinlerdi, okuyucudan kan ter ve gözyaşı talep ederdi, bu yüzden hiç değilse dilbilgisi bakımından hatasız olmak istiyor, okurun hevesini yanlışlarla kaçırmamaya gayret ediyordu.

İşte defterimden başka bir kayıt: “Eğer söylediklerinle seni dinleyen kişiden daha çok ilgiliysen, sıkıcı bir insanın capcanlı bir örneğisin demektir.” O cümleyi duyduğumda kendimi yumruk yemiş gibi hissettiğimi hatırlıyorum.

Her neyse, işte o gün tanışmak için ofisine gittiğimde Wallace’ın sorduğu ilk şey, neden bu dersi almak istediğim olmuştu. Çocuk kitapları yazmak istediğimi anlatmıştım, o da yüzünü buruşturarak çocuk kitapları yazma konusunda hiçbir şey bilmediğini söylemişti. Neyse ki amacım çocuklar için yazmayı değil, yazmayı öğrenmekti. Wallace bana nasıl yazılacağını ya da en azından yazmanın neleri göze almayı gerektirdiğini öğretti. Bana sorarsanız yazmak, temiz ve iyi yazılmış cümleler kurmaktan çok daha fazlasıdır. Topluluk karşısında gerçek bir konuşma yapmak kadar zordur. Çünkü böyle bir konuşma için, gerçekte neye önem verdiğinizi bulmanız ve karşınızdakinin de ona önem vermesini sağlamanız gerekir. Hepimiz bunun nasıl bir kâbus olabileceğini iyi biliyoruz, öyle değil mi?

Derleyen: Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments