Egoist okur

Isak Dinesen ormanda bir aslan yavrusuna rastlarsa

Öleli 50 yıl oldu ama hâlâ çok güzel, hâlâ masum…

Ve Egoist Okur, güzel olan her şeyi sevdiği gibi Marilyn Monroe’yu da çok seviyor.

İşte onunla ilgili en güzel hikayelerden biri ama tabii gerçek.

Yıl 1959. Soğuk bir şubat günü. Carson McCullers, Marilyn Monroe ve Danimarkalı egzantrik yazar Isak Dinesen (ya da bizde daha çok bilinen adıyla Karen Blixen) öğle yemeği için buluşuyorlar. New York’ta, McCullers’ın Hudson Nehri kıyısındaki Victoria stili evinde… Menüde çiğ istridye, şampanya, üzüm ve sufle var.

Olup bitenleri McCullers’ın The Lonely Hunter (Yalnız Bir Avcıdır Yürek adlı müthiş romana istinaden Yalnız Avcı) adlı otobiyografisinden öğreniyoruz.

Bir tezatlar buluşması olduğu kesin. Mumyayı andıran derin kırışıklıklarla dolu yüzüyle türbanlı ve peçeli Isak Dinesen şampanyasını yudumluyor. Karşısında her zamanki gibi tatlı kahkahalar atan Marilyn Monroe var. Epeyce tombulca bir kadın olan McCullers flu bir fotoğrafta onu yanağından öpüyor.

İnsan ister istemez ne konuştuklarını da merak ediyor. İşte Yalnız Avcı’ya göre ayrıntılar…

Nabokov ve “Marilyn’in görkemli güzelliği”

Isak Dinesen ormanda bir aslan yavrusuna rastlarsa

1959 yılında Isak Dinesen, Yaşayan En Büyük Yazarlar projesi kapsamında okumalar yapması ve seminerler vermesi için Ford Vakfı tarafından Amerika’ya davet edilmiş. O sıralar 74 yaşında ve 40 kiloymuş, sağlık durumu da epey kötüymüş. Baron kocasından kaptığı bir türlü iyileşmeyen frengi hastalığı bir yana anoreksiya nervosa’dan da muzdaripmiş. Yani ya şişmanlamaktan korktuğu için ağzına çiğ istiridye ve şampanya dışında bir şey sürmüyor, ya da yediklerini, içtiklerini kusuyormuş. Gene de daveti kabul etmiş. New York entelektüel sosyetesi de bu muhteşem hanımefendiyi coşkuyla karşılamış.

Truman Capote, Sidney Lumet ve Gloria Vanderbilt gibi isimlerle buluşmalar, John Steinbeck’le davetlere katılmalar, Maria Callas’la lüks mekanlarda arkadaşlık etmeler… Ernest Hemingway ülke dışında olduğu için onunla randevu mecburen iptal edilmiş. Gene çok merak edilen e. e. cummings buluşmasıysa harika geçmiş. Birlikte yemeklere çıkmış, davetlere katılmışlar. Dinesen, tam anlamıyla “üç ayların starı” muamelesi görüyormuş.

Bir davette Dinesen, Carson McCullers’la tanışmış. Birbirlerine çok uzun süredir hayran olduklarını anlatmaya başlamışlar. Dinesen defalarca okuduğunu söylediği Yalnız Bir Avcıdır Yürek’in çok seviyormuş. McCullers ise Dinesen’e, Afrika’nın Dışında adlı kitabını her yıl neredeyse bir ritüel gibi yeniden okuduğunu, fırtınalı ruhunu ancak bu şekilde teskin edebildiğini anlatmış. Bunu Yalnız Avcı’da da söylüyor: “Daha ilk sayfadan itaberen büyülenmiştim. Sabah başlamıştım ama geceyarısı kitap hâlâ elimdeydi.  Yanan çöller, cangıllar, dağlar, tepeler Afrika’ya aşık olmama yetmişti. Tabii bütün o vahşi hayvanlara ve Isak Dinesen’e de…”

O sıralar 42 yaşında olmasına rağmen onun da sağlık durumu berbatmış. Geçirdiği çocuk felcinden ötürü sadece koltuk değnekleriyle yürüyebiliyor ve bir elini hiç kullanamıyormuş.  Giyinmek, merdivenlerden inip çıkmak, yürümek ve yemek yemek için muhakkak bir yardımcıya ihtiyacı oluyormuş. Neyse, yemekte Dinesen, New York’ta en çok Marilyn Monroe’yla tanışmayı istediğini söylemiş. McCullers da bunu derhal Monroe’nun yan masada oturan eşi Arthur Miller’a anlatmış ve hepsini evine, öğle yemeğine davet etmiş.

McCullers’a göre Monroe’nun harikulade bir mizah anlayışı varmış. Yemekte bütün konukları tatlı tatlı konuşarak eğlendirmiş. Mesela nasıl hiç yemek yapamadığını anlatmış. “Evde noodle pişirirken ödüm kopuyor, çünkü hem yemeği kaybedecekmişim hem de ardından kocayı kaybedecekmişim gibi hissediyorum” demiş. Bir keresinde de  yaptığı yemek bir an önce soğusun diye onu saç kurutma makinesiyle kurutmaya kalktığını anlatmış. Arthur Miller da bir ara Dinesen’e niçin sadece istiridye ve şampanya istediğini soracak olmuş: “Acaba doktorlar mı öyle tavsiye ediyor?” Dinesen sertçe kesmiş sözünü: “Doktorlar mı? Benim yediklerim onları dehşete düşürüyor. Ama yapacak bir şeyleri yok, şampanya ve istiridyeye bayılıyorum, onlar da göz yummak zorunda kalıyorlar.”

O yemeğe dair öğrenebildiklerim bunlar. Isak Dinesen’in daha sonra Monroe hakkında yazdıklarıysa nefis: “Bu kadının onunla ilk kez tanışan insanlar üzerinde tartışılmaz bir etkisi var. Sadece güzel olduğu için değil ki gerçekten çok güzel. Işıl ışıl parlıyor. Ele avuca gelmez bir canlılığı ve inanılmaz bir masumiyeti var. Ona benzeyen bir şeyle daha önce sadece bir kez karşılaşmıştım. Afrika’daki hizmetkarlarımız kaybolmuş bir aslan yavrusu bulup getirmişlerdi. Yavruyu çiftlikte hapsetmek  bana suç gibi geldi. Aynı hal Marilyn’de de vardı. Tıpkı o aslan yavrusu gibi aynı anda hem kuvvetli hem de şeker  olabilmesinden dolayı nasıl büyülendiğimi hiç unutamıyorum. Marilyn Monroe, benim için Afrika’nın vahşi doğasını simgeliyor.”

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Selahattin Özpalabıyıklar
8 years ago

Merhaba Gülenay,
Vaktiyle hazırlayıp Kitap-lık’ta ay ay yayımladığım Edebiyat Ajandası’ndan (internette birtakım sitelere almışlar, bir adres de şu: http://www.edebiyol.com/subat-edebiyat-ajandasi.html):
5 ŞUBAT
1959: New York eyaletinin Nyack kentinde, sufle, istiridye, üzüm ve şampanyalı bir öğle yemeğinden sonra, Carson McCullers pikaba bir plak koydu ve (kocası Arthur Miller da yemekte olan) Marilyn Monroe ile Isak Dinesen’i (namıdiğer Karen Blixen) dansa davet etti — mermer yemek masasının üstünde!