Nabokov ve “Marilyn’in görkemli güzelliği”
Marilyn Monroe’nun edebiyatçılarla karşılaşmalarını yazacağımı söylemiştim. Lakin bu karşılaşmaların her zaman parlak olacağına dair bir vaatte bulunmamıştım.
Galiba merhum aktrisin arası genelde devlet başkanlarıyla daha iyi oluyormuş. Hayır, J.F. Kennedy’den değil Sovyet lider Kruşçev’den bahsediyorum. Lolita, Ada ya da Arzu, Karanlıkta Kahkaha, Solgun Ateş ve Konuş Bellek’in yazarı Vladimir Nabokov ise anlaşılan Kruşçev’in aksine, ünlü yıldıza fazla ihtimam göstermemiş, dolayısıyla karşılaşmaları son derece sönük geçmiş. Ama tabii açıklanamaz bir fenomenle karşı karşıya olduğunu net bir şekilde hisseden Nabokov, Marilyn’i sonradan iki yapıtında ağırlamayı da ihmal etmemiş.
Isak Dinesen ormanda bir aslan yavrusuna rastlarsa
Nabokov ve “Marilyn’in görkemli güzelliği”
1958’de Marilyn Monroe, Billy Wilder’ın Some Like It Hot (Bazıları Sıcak Sever) filminde rol aldı. Herkes onun müthiş bir komedyen olduğu konusunda hemfikirdi, sadece kendisi bundan bir türlü emin olamıyordu. Ayrıca birlikte çalışması zor aktrislerdendi. Ezber yapamıyor, sete daima geç kalıyor, heyecanı yüzünden birçok sahnenin çekimini zorlaştırıyordu. kendini geliştirmek için boyuna kitap okuyor, oyunculuk çalışıyordu. Hayatındaki en heyecanlı şey ara sıra karşılaştığı egzantrik şahsiyetlerdi.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi Birinci Sekreteri Nikita Kruşçev Amerika’ya geldiğinde, Twentieth Century-Fox şirketi Marilyn’le arasında bir buluşma ayarladı. Stüdyoya göre bu bir “güzel ve çirkin” buluşması olacaktı. Marilyn hayatında ilk kez bir buluşmaya erken gelen kişi oldu. Aşağıda onun buluşma öncesi Nikita Kruşçev’in konuşmasını dinlerken çekilmiş fotoğraflarını görüyorsunuz. Sınıfın fena halde sıkılan ve zilin bir an önce çalmasını bekleyen yaramaz çocuğunu andırmıyor mu?
Her neyse, sonuçta Güzel Çirkin’e, Çirkin de Güzel’e bayılmış. Arhur Miller anılarında Kruşçev’in bir maden işçisinin oğluyken devlet başkanı seçildiğini, dolayısıyla onun da Marilyn gibi yaralı bir ruh olduğunu yazıyor. Aralarında ne konuştuklarını merak ediyorsanız, size “Karamazof Kardeşler” diye cevap vereceğim. Marilyn Kruşçev’e romanın kadın kahramanı Gruşenka’yı sahnede canlandırmayı her şeyden çok istediğini anlatmış. Başkan’ın onu Sovyetler Birliği’ne, Kremlin’e davet etmesi üzerine de acayip heyecanlanmış. Sonradan yakınlarına bu buluşma hakkında şunları söylemiş: “Kruşçev beni sevdi, buna eminim. Yemek sırasında herkesten çok bana gülümsedi. Tokalaşırken elimi uzun süre bırakmak istemedi. Öyle sert tutuyordu ki kıracak sandım. Bence bu öpüşmekten daha iyi, sonuçta adamın pek de yakışıklı olduğunu söyleyemem…”
Marilyn’in bir başka Rus’la, bu kez Vladimir Nabokov’la tanışmasından da bahsetmek gerek. Büyük romancı neyse ki Kruşçev’den çok daha zarif ve yakışıklı bir adamdı. Marilyn’le Hollywood’da bir partide karşılaştılar. Yazar, sonrodan “görkemli bir güzelliği var” yorumunu yapacağı genç kadını tıpkı koleksiyonunu yaptığı güzel kelebeklerden biriymişçesine uzun uzun inceledi.
Gerçi sanırım Nabokov, Marilyn’in şohretini de, güzelliğini de pek umursamadı. Hatta onu karısıyla birlikte yemeğe çağırdığında, bu daveti “çok işi olduğu” gerekçesiyle reddetti. Ama Ada ya da Arzu ve Solgun Ateş romanlarında ondan bir romancı gözüyle iki kez bahsetmeyi de ihmal etmedi. Ada ya da Arzu’nun karakterlerinden Stan Slavsky, Rus oyunculuk hocası Konstantin Stanislavsky’den esinlenerek yaratılmış bir karakterdi. Marilyn Monroe’nun Actor’s Studio’da aldığı oyunculuk dersleri, Nabokov’un keskin alaycılığıyla Ada’nın Slavsky’den aldığı dersler haline gelmişti.
Marilyn Monroe, benim henüz okumayı tüm çabalarıma rağmen beceremediğim Solgun Ateş’te de vardı:
“O meşhur yüz önümüzdeydi, tatlı ve manasız:
Yarı aralık dudaklar, yüzen gözler, zerreleri
Suretteki güzelliğin; uyumsuz bir yabancı sözcük misali.
Ve o yumuşak şekil, birleşik arzuların
Prizmasında dağılıp kaybolan…”
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest