Memleketin ilk rock starı: ZEKİ MÜREN
Derya Bengi’nin hazırladığı “İşte Benim Zeki Müren” sergisi, sanat dünyamızın en parlak yıldızlarından birini, bir bakıma Türk sanat müziğinin rock star’ını ağırlıyor. Geçen hafta gittim gezdim…
Çıkarken çok sevdiğim bir arkadaştan ayrılmışım gibi üzgün olduğumu fark ettim. Buraya yine gelebilir, her şeyi baştan gezebilirdim elbette ama yine de bitti diye üzülüyordum işte.
Bu harikulâde sergiye siz de gidin lütfen, Paşa’yı hatırlayın, onu yalnız bırakmayın.
Zeki Müren ve farklı yüzleri, farklı halleri…
“Halis bir sanat musikisi icracısı ama aynı zamanda bir rock star”
Son yılların bence n heyecan verici sergisi olan “İşte Benim Zeki Müren”in küratörü Derya Bengi, Zeki Müren’e dair şunları yazıyor: “Gençliği toplumda değişim yellerinin esmeye, hayallerin hakikate evrilmeye başladığı yıllara denk gelmişti. Zamanın ruhunun emrine amadeydi. Gündelik dille birlikte şiirin, edebiyatın dili de yenilenip sadeleşirken, asri zamanların yeni güfteleri nihavend, hicaz, rast gibi yüzü Batı’ya daha dönük makamlarda kendilerine rahat bir yatak buldu. Bunun öncüsü ve bir numaralı yansıtıcısı Zeki Müren’di. Alaturkayı yozlaştırdığı iddialarının aksine, onu sönüp gitmeden yeniden popülerleştirip ayağa kaldırdı, alaturkanın ömrüne ömür kattı. 1921’de doğsa halis bir sanat musikisi icracısı, 1941’de doğsa memleketin ilk rock starı olacaktı. Doğrusu, 1931’de doğarak bunların ikisi birden olmayı becerdi.”
Çocukluğundan iki kare. Onun da bir “kim olduğunu bilirsin sen”i var mıydı acaba?
Vay be, meğer Harry Potter aslında Zeki Müren’miş!
“İşte Benim Zeki Müren” sergisi, sanatçının büyük bir kısmı tarihsiz, açıklamasız bekleyen 10 bin fotoğraf, desen, plak, şiir, mektup ve arşiv görüntüsünü, kısacası dolu dolu geçmiş bir yaşamdan kalan belgeleri bir araya getiriyor. Fotoğrafların çoğunu ilk kez görüyoruz. Kimi daha dün çekilmiş gibi canlı, kimi yılların yorgunluğuna yenik düşmüş…
Sergide önce yuvarlak gözlükleri, zayıf yüzü ve ince vücuduyla Harry Potter’a adeta ikizi kadar benzeyen küçük Zeki Müren çıkıyor karşıma. Açılışta, “Aaa, meğer Harry Potter aslında Zeki Müren’miş” diyen birine rastladıysanız, o bendim işte. Şaka bir yana, “Sanat Güneşi”nin büyümesini fotoğraflar ve anılar eşliğinde adım adım izliyorum. Çok sevilen birinin çocukluk hallerini görmek tuhaf bir deneyim, o yüzden burası sergide en uzun kaldığım yer oluyor.
Derken sıra gençlik yıllarına geliyor, akademi, radio, sahne, haz ve çile dönemlerine bakıyorum… “Uzaydan gelen prens”in şaşırtıcı bir hızla “İnönü ve Menderes’ten sonra memleketin en şöhretli insanı” haline gelişini heyecan verici buluyorum. Plak ve dergi kapaklarında, film afişlerinde artık hep o var… Gittiği her yerde kalabalık bir hayran kitlesi çevreliyor onu; öpenler, okşayanlar, terini silenler, hayır duası edenler…
Bazen kızılderili, bazen Mickey Mouse’la kanka, her zaman Marilyn’e âşık
Serginin ilk bölümünde, yani alt katta Müren’in özel hayatından yüzlerce fotoğraf, mektup, belge yer alıyor. Şurada yemek yiyor, orada yüzüyor… İşte kayak yaparken, alışveriş ederken, en yakın arkadaşlarıyla eğlenirken… “Karıcığım” diye hitap ettiği Ajda Pekkan’la öpüşürken, Semiramis Pekkan ve Neriman Köksal’la dans ederken… Markette alışveriş ederken, “gönüllü sürgüne” gittiği Bodrum’da denizin keyfini çıkarırken, kedilerini severken,… Müzeyyen Senar’la, Sadri Alışık’la, Cüneyt Arkın’la… Amerika’da kızılderili kıyafetleri içnde yahut “âşığım” dediği Marilyn Monroe’nun mezarı başında…
Üst kattaki ikinci bölüm de mükemmel… Tam köşeye minik bir sinema salonu inşa edilmiş. Kırmızı kadife perdeler açılıyor ve perdede Zeki Müren’i izlemeye başlıyorum. Bittiğinde gördüğüm manzara ise soluğumu kesmeye yetiyor. Karşımda Müren’in işlemeli, pullu, tüylü şahane sahne kostümleri duruyor. Kule misali yükselen platform ayakkabıları, kocaman gösterişli güneş gözlükleri de… Cennetteyim sanki! Bizzat tasarladığı kıyafetlerine “Dağ Gelinciği”, “Dr. Jivago’nun Aşkı”, “Zirvede Açan Lale”, “Buzlu Çiğdemler”, “Eskimonun Sevdası” gibi isimler de verdiğini öğreniyorum.
“İcap ederse günün birinde Adem ile Havva’nın Adem’i gibi bir tek yaprakla çıkarım sahneye”
Zeki Müren’in siyasi bir yönü, bir tavrı olduğunu söylersem ileri mi giderim, bilmiyorum ama onun bir de manifestosu var… 16 Ağustos 1970’de Haftasonu gazetesinde yayınlanmış. Sahnede mini ve maksi etek giymesinin bazı çevrelerde büyük tepki yaratması üzerine, “İcap ederse günün birinde dünya çapındaki bir revüde Adem ile Havva’nın Adem’ini temsil eder, bir tek yaprakla sahneye çıkarım. Bu biraz cesaret işidir” demişti.
Zeki Müren’in o yazısı aşağıda…
1. Yıllar önce sahneye çıktığım ilk sezonda, papyonuma işlediğim bir tek inci ve giydiğim bordo renkli smokin için neler yazılmış neler söylenmişti… Halbuki bugün?
2. Artist sahnede her şeyi yapabilir… Ben yeniliklerimi caddede tatbik etmiyorum ki…
3. Futbolcular maça pijamayla mı çıkıyorlar? Boksörler ringde tulum mu giyiyorlar? Pehlivanlarımız mayoyla güreşmiyorlar mı? Judo veya barfiks yapanların veya trapezcilerin suspansuarlarına sözümüz var mı? Zeybeklerimizin kıyafetlerinde diz kapakları kapalı mı?
4. Cinsilâtif dediğimiz cici hanımlarımızın süper mini modasına uyduğu son yıllarda benim, eski Romalılardan, gladyöterlerden, Antuan’dan, Sezar’dan modernize ettiğim bir kıyafeti giymeye niye hakkım olmasın?
5. Pek çok hanım sanatçının göbek ve göğüslerinin ve mevzun bacaklarının teşhir edildiği sahnelerde benim lame çizmemin üstünde bir karış fazla görünen sarı tüylü bacağımın sözü mü olur?.. İyi ki oldu… İnsan estetiğine güvenmediği yeri açabilir mi?
6. Asırlardır pileli mini etek giyen İskoç askerlerine ne buyurulur?
7. Bu bikini devrinde plâjlarda uzun don mu giymeliyiz acaba?
8. Dünya seyahatimde Batı’da son entarili erkek modasını önce ben de hayretle izledim. Artık uzun saçlı rengarenk kılıklı erkeklerin sokaklarda rahatça dolaştığı memleketimizde nasıl olsa başkaları tatbik edecekti bunu… Sahne yeniliklerinin “naçizane” öncüsü olarak erken davrandım… İyi yi yapmadım mı? Alkışlarınız neticenin müspet olduğunu göstermeseydi devam etmezdim.
Gelelim Maksi’ye…
1. Dedelerimiz evlerinde entari giymiyorlar mı?
2. Padişahlar sırmalı elmaslı kaftanlarının altına ne giyerlerdi?
3. Kafkas beylerinin çizme üstüne giydikleri kıyafet maksi değil de nedir?
4. Rahipler kadın mıdırlar?
5. Mevleviler kloş etekleriyle semaya varmıyorlar mı? O ne ulvi bir görüntüdür.
6. Arap ülkelerinde yere kadar giyilen entarilere söz edilebilir mi?
7. Bir sanatçı bahsedilmediği gün, bitmiş tükenmiş demektir…
8. “Yıldırımlar yüksek tepelere düşerler…” demiş Atalarımız. Sizler benim siperisahikamsınız.
Derin Saygılarımla…
Zeki Müren, çocukluk yıllarında anne ve babasıyla. (sağda) Ve müzikal annesi Müzeyyen Senar’la. (solda)
“Şakası daim oldu…”
Çıkarken çok sevdiğim bir arkadaştan ayrılmışım gibi üzgün olduğumu fark ediyorum. Buraya yine gelebilir, her şeyi baştan gezebilirim elbette ama yine de bitti diye üzülüyorum işte.
Burada son sözü gene Derya Bengi’ye vermek istiyorum: “Yaşarken çok sevilen, onca sevgiye rağmen de bazen gülümsenip geçilen Zeki Müren’in adı, hayatını yitirdikten sonra, belki ardında bıraktığı boşluğun da etkisiyle bir ciddiyet ve iyimserlik halesine büründü. Muhafazakârlığı ve devrimciliği, korkuları ve cesareti, otoritesi ve aczi, çelişkileri, tavizleri, sesi, yorumu, besteleri, telaffuzu, artikülasyonu, kılığı kıyafeti, jest ve mimikleri nispeten soğukkanlı analizlerle değerlendirildi, tartışıldı. Yalnız müzikte ve sinemada değil, çizgi romandan çağdaş sanata tüm alanlarda bir referans noktası haline geldi. Şakası daim oldu.”
Gülenay Börekçi
Zeki Müren Galerisi
Subscribe
0 Comments
oldest