Egoist okur

Mine Soysal: “Gençlerin deneyim özgürlüğüne ihtiyacı var”

Mine Soysal’ın yeni romanı Uzakta’nın kahramanları birbirlerinden çok farklı hayatlar yaşayan iki genç. Biri yoksul bir ailenin yaralı oğlu Erdo, diğeri zengin bir ailenin kızı olan ve en az Erdo kadar yaralı Dünya… Bütün romanı acaba birbirlerini görecekler mi, görseler ne olacak diye merak ederek okuyoruz ama kısacık, varla yok arası bir rastlaşma oluyor onlarınki, denizin ortasında karşılaşan iki vapur gibi geçip gidiyorlar birbirlerinin yanından.

Gençler için yazılmış bir romandan beklemeyeceğimiz kadar sert ve günümüz Türkiye’sinin önemli sorunlarını ele alan gerçekçi bir kitap Uzakta. Ama tabii yazan Mine Soysal. “Çocuk ve gençlik yayıncılığının primadonnası” Mine Hanım, yetkin bir yazar, harika seçimler yapan bir yayıncı ve matrak bir dost olmasının yanı sıra tanıdığım en açıksözlü ve cesur insanlardan biri.  Dolayısıyla Uzakta’nın içerdiği sert ve gerçekçi ton beni pek şaşırtmadı. Ama onunla bu kitabı yazarken hissettiklerini ve genel olarak gençlik yayıncılığıyla ilgili düşündüklerini konuşmayı da çok istedim.

Umarım röportajımızı ve Uzakta’yı siz de benim kadar seversiniz.

Uzakta, Mine Soysal, ON8 Kitap

“Gençlerin birbirlerini anlamaya ve yakınlık duymaya, bir de tabii deneyim özgürlüğüne ihtiyacı var” 

Roman boyunca hep bekledim ama Erdo ile Dünya buluşamadılar… 

Hatlar birbirinden keskin şekilde ayrıldı çünkü. Yetişkin dünya, insanları doğdukları andan itibaren ekonomik koşullarına, etnik-kültürel yapılarına bakarak gruplamaya başladı. Türkiye’de bu ayrım daha da belirgin: Farklı kesimlerden gençlerin bir araya gelme koşulları tamamen değişti; karşılaşmaları mümkün değil, bulundukları ortamlar, gittikleri mekanlar, ilgi alanları, merakları başka. 80’ler ve 90’lardaki büyük tufandan sonra oldu bu. İhtimal bırakmadık geride; yakınlaşma, birbirini anlamaya çalışma ihtimalini yok ettik.

Bunun sonucu ne oldu?

Gençler kendilerini çok yalnız hissetmeye başladılar; kitabımda bunu anlattım. Öyle zıt iki karakter yarattım ki bir kafede karşılaşmaları mümkün değil, sokakta bile karşılaşamazlar. Buluşmaları için gerçekten çok önemli bir şey olması gerek. Halbuki genç olmak hayata aynı ilgiyle, aynı merak, sevinç ve kederle hatta aynı can sıkıntısıyla bakmayı gerektiriyor. Genç insan zevk, endişe ve hevesle donanmış eşsiz bir yaratık. Onları aynı noktada buluşturabilmeyi bir başarabilsek, belki bir gün bütün sorunlarımız çözülecek.

O zaman şöyle sorayım: Dünya ile Erdo buluşsalardı ne olurdu?

Hayat muhteşem olurdu. Gezi’de yaşadık bunu; bambaşka hayatlardan gelen insanların buluştuklarında yarattığı büyüyü hissettik. Gençlerin birbirlerini anlamaya ve yakınlık duymaya, bir de tabii deneyim özgürlüğüne ihtiyacı var. Öbür türlü dünyayı yetişkinlerin gösterdiği kadarıyla tanıyabiliyorlar. Bizde gençlerin en büyük problemi özgürlük alanlarının yok edilmesi. Onları her konuda yönlendiriyor, okul hayatıyla da eğittiğimizi sanıyoruz… Bedelini de nesiller boyu ödüyoruz. Heyecanlı, coşkulu 70’lerin ardından gençlerin apolitize edildiği 80’li ve 90’lı yılları yaşadık. Bir yandan insanları ağır bir kıyımdan geçiriyor, bir yandan da gençleri apolitize etmeye çalışarak durumun olağanlaştırmaya çalışıyorlardı.

“Edebiyatın sorumluluklarından biri dönemsel meselelerin, trajedilerin bellek kaydını tutması”

Daha uçmaya başlamadan kollarını kanatlarını kırıyoruz belki…

Kesinlikle. Bunun bedealini nesiller boyu ödedik, ödüyoruz. 70’lerin heyecanlı, coşkulu döneminin ardından gençlerin apolitize edildiği 80’li ve 90’lı yılları da yaşamış biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bir yandan insanları ağır bir kıyımdan geçiriyor, bir yandan da gençleri apolitize etmeye çalışarak durumun olağan bulunmasını sağlıyorlardı.

Neyse ki edebiyat var…

Evet, edebiyatın en önemli sorumluluklarından biri dönemsel meselelerin, trajedilerin bellek kaydını tutması… Eğitim eşitsiz, sağlık güvencesi yok; her konuda en azı sunan bir ülkede yaşıyoruz. Edebiyatın günlük meselelerden uzak kalmaması, yaşanan problemleri analiz etmesi, gençlere umudu, cesareti aşılayacak bir pınar sunması bu yüzden elzem.

Edebiyat farklı dünyaları buluşturmak konusunda etkili bir araç…

Kesinlikle çok etkili bir araç… Daha lise yıllarında uzaklaştırılıyoruz edebiyattan, gençler bütün engellemelere ve olanaksızlıklara rağmen ciddi ciddi okumaya çalışıyorlarsa bu bize umut vermeli. Biz hem Günışığı Kitaplığı hem de ON8’de onlarla sık sık bir araya geliyoruz. Akıllı kurgular, inandırıcı karakterlerle yaratılan öyküleri, romanları ne kadar ilgiyle okuduklarına, sonradan üzerlerine ne kadar kafa yorduklarına şahit oluyoruz. Kitaplarımızda eşcinselliğini sorgulayan bir gencin öyküsü de anlatılabiliyor, okulda şiddete maruz kalan bir gencin sorunları da… Bu konuları tartışmak, ders kitaplarının da aile sohbetlerinin de sunamayacağı bir şey bu.

Gençlerin sorunları, mesela ilk aşkın yarattığı sarsıntı en basitinden önemsiz addediliyor, ciddiye alınmıyor… “Bizim daha mühim meselelerimiz var” diyor aileler… Oysa çocuk için o her şeyden mühim.

Aşk bizim memleketimizde iki gencin öldürülme sebebi bile olabiliyor, gazetelerde okuyoruz. Dinle harmanlanmış geleneğin sokakta töre kırbacıyla dolaştığı bir ülkede bizim konuştuğumuz şeyler biraz da lüks aslında. Edebiyat kitaplarının okurması, elden ele gezmesi bu yüzden daha da önemli.

Edebiyat çocuğun, gencin büyümesini sağlıyor bir bakıma. Ben tabii birçok yetişkinin de aslında büyümediğine inanıyorum ve keşke bu kitapları gençler kadar anne babaları da okusa diye düşünüyorum…

Çocuk ve gençlik edebiyatının iyi örnekleri gerçekten de yaşsız kitaplardır. Ben gerçekten bir temayı, bir söylemi, bir tartışmayı merak edip mesele edindiğim ve ayrıca da zevk aldığım için okuyorum. Eğitimci ve kütüphaneciler bana kalırsa çocuklara ve gençlere didaktik olmayan eserleri de önermeliler. Sadece onlara değil aslında, yetişkinlere ve bilhassa kadınlara da… Anadolu’nun çok büyük bir bölümünde temel eğitimin yetersizliğinden dolayı okuma, yazma, okuduğunu anlama sıkıntısı yüksek. Arayı kapamak için çocuk ve gençlik edebiyatı iyi bir kaynak.

“Bazı kütüphanelerde hatta okularda otosansür gözlemliyorum”

Gözlemlerinize göre kütüphaneciler tavsiyelerinde özgür mü?

Her ildeki halk kütüphaneleri ve yalnızca birkaç ildeki çocuk kütüphaneleri yaygınlaştırılmalı. Öte yandan bazı kütüphanelerde hatta okullarda bir nevi otosansür gözlemliyorum. Biz gençleri doğdukları andan itibaren engelliyoruz. Kendi bakış açılarımızı empoze ederek, onları kendi şablonlarımıza sığdırmaya çalışarak… Sadece siyasi erkten bahsetmiyorum, dini geleneğin ve ekonomik-toplumsal koşulların etkisiyle insanlar da bunu kendi çocuklarına yapıyor. “İçinde şu, şu, şu olan kitabı okuyamazsın” diyor mesela. Bir okul yönetimi çok önemli bir yazarımızın kitabını değiştirmemizi talep etmiş, “Şu sayfadaki şu cümleyi, şu sözcüğü çıkarın, şu kadar bin adet alacağız” demişti. Özetle otosansür gittikçe güçlendi, hayatımızı belirleyecek hale geldi. Milli Eğitim Bakanlığı’na yapılan ihbarlarda her gün birçok kitap saçma sapan sebeplerle şikayet ediliyor. Biz gülüp geçiyoruz ama çocuklar için bunların ne kadar etkili olduğunu düşünebiliyor musunuz?

“Çocuk ve gençlik edebiyatı, yayıncılığın motor gücü”

İyi tarafı da görmeliyiz belki. Kendi çocukluğumu hatırlıyorum, kitapçıdaki minicik bir raftan ibaretti çocuk kitapları. Epeyce de öyle kaldı ama son 10 yıldır bu değişti. Çok sayıda çocuk kitabı çıkıyor…

Çocuk ve gençlik edebiyatı gerçekten de 2005’ten beri yayıncılığın yüzünü güldürüyor hatta sektörün motor gücü olma işlevini üstleniyor. Zor bir iş tabii… Yetişkin edebiyatında yayınevi her kitabı benzer tasarımlar ve grafiklerle yıllar yılı yayınlayabiliyor. Ama bizim böyle bir şansımız yok. Gelen projenin nasıl desteklenmesi gerektiğini hangi yaş grubuna, hangi ihtiyaca, meraka, ilgiye, algıya sesleneceğine göre belirliyoruz ve her kitap için upuzun bir yapılacaklar listesi çıkıyor karşımıza. Çocuk kitabı yayınlayan yayınevleri daha fazla çalışmak, dünyayı daha çok izlemek, farklı akademik disiplinlerle daha çok işbirliği yapmak zorunda kalıyorlar. Yani kapılarını daha fazla açmak zorundalar. Böylece yayıncılığın niteliği yükseliyor.

Yetişkin yayıncılığında büyük problemler var: Yok, parfümlü romanlar, yok yanında hediye verilen kitaplar… Kötü çevirilerin, kötü editörlüğün artması… Çocuk yayıncılığı da payını alıyor mu bu hızlı üretim ve özensizlikten?

Ülke olarak çocuk edebiyatında niteliksiz didaktik yayıncılıktan geliyoruz zaten. 2000’li yılların ilk yarısına kadar ülkemiz bunun cennetiydi. Kitap bile demek istemeyeceğim çok sayıda işle doluydu. Bunun en önemli nedenlerinden biri, bakanlıkların aynı zamanda yayıncı olması, edebiyatçı denemeyecek insanlara kitaplar yazdırması ve bunları çok sayıda, kimi zaman milyonlarca basarak okullara dağıtmasıydı. Kaynak kitap olarak, ders kitabı gibi…

Bir de çocuklar için dini yayınlar var…

Dini yayınevleri çocuklar ve gençler için her konuda nasıl davranmalı, nasıl yaşamalı kitapları yayınlıyor. Hiçbiri edebiyat değil tabii. Gençlere flörtten cinselliğe kadar her konuda akıl veren, onları dizayn etmeye çalışan kitaplar. Güdümlü bir okuma yaratılıyor bunlarla ve bu kitaplar dini eğitimin parçası sayıldığı için aileler tarafından da destekleniyor. Çocuk ve gençlik edebiyatının nitelikli örneklerinin kütüphanelere girmesinin gerekliliğini vurgulamamın sebebi buydu zaten.

“Çocuk okur, en zeki, en uyanık, en ne istediğini bilen okurdur”

Çocuklar nasıl okuyuculardır? Kolay mı sıkılırlar, zor mu beğenirler, Sorgularlar mı?

Çocuk okur en zeki, en uyanık, en ne istediğini bilen okurdur. Onu, “Ya bir dişini sık, 50 sayfa sonrası çok keyifli” diyerek kandıramazsın. Gerçekten de çocuklar kurgunun, karakterlerin, konunun, alt temaların tadına hızla bakar ve o lezzetin seviyesine göre elindeki kitabı okumaya devam edip etmeyeceğine karar verirler. Yani sağlam dururlar, o yüzden de güven veren bir okur kitlesi oluştururlar. Okur kimliğiyle çocuğun güçlü ve öğretici bir karakter olduğunu düşünüyorum ben. Ayrıca kitabı büyük bir hevesle tutuyor. İlk notu da dürüstçe veriyor.

“Menekşe İstasyonu, edebiyata ve daha güzel bir Türkiye’ye umudumu tazeledi”

Sizden bir tavsiye istesem…

Günışığı Kitaplığı olarak çok sevdiğim bir kitabı yayınladık. Ömer Açık’ın yazdığı “Menekşe İstasyonu”, gerçekten çok güzel. Edebi lezzeti var. Bataklıkta yürürken çevrende ne kadar çok tutunacak dalın olduğunu hissediyorsun onu okurken, bataklığın bir gün kuruyacağını hatta çevresinin yeşereceğini… Edebiyata ve daha güzel bir Türkiye’ye olan umudumu, çocukların ve gençlerin ‘yarın’ umudunu simgeleyen bir kitap “Menekşe İstasyonu”.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments