Bir Murakami romanının içinde olduğumu nasıl anlarım?
Borges’le başlamıştık, devam ediyoruz…
Bir fil esrarengiz bir şekilde kaybolur. Evine döndüğünde seni dev bir kurbağanın beklediğini görürsün. Kedin sırra kadem basar. Gökyüzünde aynı anda iki ay yükselir. Karın ansızın ortadan yok olur. Tuhaf bir adam sana bir koyuna rastlayıp rastlamadığını sorar ya da bir kadın hayatının 10 dakikasını talep eder. Çevrene bir göz gezdir.
Aşağıdakileri oku. Bir veya birkaçı durup durup senin başına geliyorsa, Japon yazar Haruki Murakami’nin bir romanının ya da hikayesinin kahramanı olabilirsin. Yandın. Başını ellerinin arasına alıp kara kara düşünmeye başlayabilirsin. Ne yaşarsan yaşa, hayatının kadınını bulsan bile, sonunda mutsuz olacaksın. Çünkü Murakami evreninde hep bir şey eksik kalır, katarsis diye bir şey de yoktur.
Ama unutma: Ne yaşadıysan, her şeyi bilmek istiyorum. Çok güzel anlatıyorsun.
Gülenay Börekçi
Bir Borges öyküsünün içinde olduğumu nasıl anlarım?
Büyük arayış
Gel ve beni bul. Bir Murakami öyküsünün içinde kayboldum
Bir Murakami romanının içinde olabilir misin? Öğrenmenin tek bir yolu var. Aşağıdaki soruları cevapla. Birkaç tanesine evet dersen, yandın. Başını ellerinin arasına alıp kara kara düşünmeye başlayabilirsin. Ne yaşarsan yaşa, sonunda mutsuz olacaksın. Çünkü Murakami evreninde hep bir şey eksik ve katarsis diye bir şey yok.
Kahveni sert ve sütsüz içiyorsun.
Eski caz plaklarına derin ve dayanılmaz bir tutkun var.
Yabancılarla duygusuz seks sana kolay geliyor. Böyle bir deneyimi bir arkadaşına anlatmaya kalkışsaydın, mümkün olan en soyut dili kullanırdın. Ama tabii bunu yapman gereksiz, çünkü hiç arkadaşın yok.
1960’lara ve hayatın koyu kahve, eski caz plakları, duygusuz öğleden sonra sevişmeleri tarzında basit zevklerine düşkünsün. Gerçi eğer sahiden 1960’larda yaşasaydın, hiç bir şey değişmezdi, sen gene yapayalnız biri olurdun.
Durmadan şunu düşünüyorsun: Her şey eskisi gibi devam etse hayat şahane olabilirdi. Günlerini hep nasıl daha sahici bir hayat yaşayabileceğini düşünerek geçiriyorsun. Bahtsızsın; çevrendeki herkes kaba, hödük ve ilgilenmeye değmez kimseler.
Senin tam zıttın olduğu söylenebilecek bir arkadaşın var. Sen ne kadar sessiz ve düşünceliysen, arkadaşın o kadar kaba ve densiz. Ama şüphesiz iyi arkadaşsınız, kendinizi durmadan ve acımasızca birbirinizle karşılaştırıyor olsanız bile.
İçinde bulunduğun mekanları kusursuz bir şekilde tarif edebilme yeteneğine sahipsin. Her ayrıntıyı uzun uzun anlatıyorsun, başkalarına pek ehemmiyetsiz görünebilecek olan şeyler bile senin için boşlukları doldurmanın bir yolu. Seni bir odayı tarif ederken dinlemek, o odadaki en küçük nesneyi, mesela duvarlardaki boyanın pürüzsüz dokusunu bile kusursuz bir netlikle görebilmek demek. Ama duyguları tarif etmek konusunda epeyce yetersizsin.
Bir kadına yapabileceğin en büyük kompliman onunla yatmamak.
Alnının yazısı olan bir insan var. Onunla ilişkin sadece aşk değil, varoluşunuzun tamamına ilişkin bir şey. Evren aslında sen o kişiyle karşılaş diye yaratıldı. (Ama bu maddeyi okurken dikkatli ol: belki de bir Banana Yoshimoto öyküsünün içine girmişsindir.)
Evini terk edip bir şeyin peşine düşmek zorunda kalmışsın, ama aradığın şeyin ne olduğunu sen de bilmiyorsun. Beş yıldızlı otellere, küçük kasabalara, pejmürde motel odalarına, dağ başlarındaki psikiyatri kliniklerine, bir Yunan adasına gidiyorsun. Ve bir şey olsun diye bekliyorsun. Çok uzun sürüyor. Ama olmasını beklediğin şeyin çoktan gerçekleştiğini görmek için sonunda mutlaka evine dönmen gerekiyor. Bu seni şaşırtıyor, gene de her şey bittiğinde hâlâ “eksik” hissediyorsun. Ne yaparsan yap, bu his geçmiyor, bu evrende katarsis diye bir şey yok.
Not: The Toast’da bu testin yalnızca erkekler için olduğu söyleniyor. Eh, çünkü eğer bir Murakami romanının içindeki kadınsan, zaten çoktan yok olmuşsun demektir.
Subscribe
0 Comments
oldest