Egoist okur

Nabokov’un çevirmen olarak portresi

Vladimir Nabokov beş yıl çalışarak Puşkin’in 250 sayfalık manzum romanı Yevgeni Onegin’i Rusçadan İngilizceye çevirdiğinde ortaya 1500 sayfalık bir metin çıkmıştı. Uzun açıklamaları ve yorumlarının yanı sıra çeviride uyguladığı stratejiyi ayrıntılı anlattığı makalelerle dikkat çeken bu şerhli çevirinin hikâyesini Nabokov sonradan bir makalesinde anlatmıştı.

Meraklısına minik bir tüyo: İngiliz düello kurallarının Rusya’da nasıl uygulandığını, bankacılığı, yahut da dağ kızılcığı ile bildiğimiz kızılcık arasındaki farkları bilmiyorsanız Puşkin çevirmeye sakın yeltenmeyin. Oneginçevirmeninin Ivan Krilov’un fabllarını, Lord Byron’un eserlerini, 18. yüzyıl Fransız şairlerini, Jean Jacques Rousseau’nun Yeni Héloïse’ını, Puşkin’in hayatını, Rus ilahilerini, Rus ordusunun Avrupa va Amerika’daki ordulardan farklı olan temel yapısını ve daha birçok başka şeyin yanı sıra kuşkusuz Rus dilini bilmesi de şart.

Gülenay Börekçi

Borges’ten çeviride mutlu ve yaratıcı sadakatsizliğe övgü

Çeviride eksiksiz sadakat mümkün müdür?

Nabokov’un çevirmen olarak portresi

Çağdaş edebiyatın büyük ustası Vladimir Nabokov, makalesinde, çeviri metinlerin tanıtımlarında rastlanan “su gibi akıp gidiyor” ifadesinin onu ne kadar hiddetlendirdiğini anlatıyor. Nabokov’a göre çeviri denen disiplini sulandıran bu türden ifadeler, erek metni bir gazete veya dergide tanıtma görevini üstlenen kişinin kaynak metinden tamamen bihaber olduğunu ve sırf “kolay okunur olması sebebiyle” berbat bir taklide methiyeler düzdüğünü gösteriyor. (İngilizcede “uyak” anlamına gelen “rhyme” kelimesinin “suç” anlamına gelen “crime” kelimesiyle kafiyeli oluşundan yola çıkarak “serbest çeviri” teriminin sadece ve sadece “alçaklığa, tiranlığa hizmet ettiğini” düşünen Nabokov’un gözünde bir edebiyat yapıtını ticari bir dille ve gereksiz uyaklarla şairaneleştirmek bağışlanmaz bir cürüm.) Yazar açımlama diye çevirebileceğimiz “paraphrase”lere de karşı çünkü “en beceriksizce yapılmış çeviri bile, açımlamalardan bin kat daha yararlıdır,” diyor. Fikirlerini daha anlaşılır kılmak için de beş yılda tamamladığı şerhli Yevgeni Onegin çevirisini tamamlama sürecinde öğrendiklerini okurlarla paylaşmaya başlıyor.

Nabokov, makalenin kurgusu içinde numaralarla ayırdığı bölümlerin ilkinde, Aleksandr Puşkin’in toplam 5551 dizelik 8 bölümden oluşan manzum romanı Yevgeni Onegin’in konusundan bahsediyor kısaca ve eserin neden “çevrilmesi imkansız” olduğunu anlatıyor. Daha sonra ayrıntılı olarak okuyacağımız üzere temel zorluklardan biri, Puşkin’in Fransız şiir geleneğinden etkilenerek yazması, yani Fransızca deyişleri ve dilsel kullanımları metne Rusça olarak yedirmesi.

İkinci bölümde Rus poetikasına geçiyor ve Rus şiirinin dilsel-sessel özelliklerini sıralarken, “dişil” ve “eril” kafiyelerin kullanımından erek dil İngilizceye göre daha yaygın rastlanan çok heceli uzun kelimelere hatta bu kelimelerde sessel vurguların hangi ölçütlere göre yapıldığına kadar birçok bilgi veriyor. Amacı Rus şiirini tanıtmak değil, okurlara Puşkin’in başyapıtının Rus şiir dizgesi içindeki yerini göstermek, bunu da Rus şiir dizgesiyle erek dilin şiir dizgesini karşılaştırarak yapmak. Rus şiirindeki gallisizmin (Fransızca deyişlerin Rusçadaki eşdeğerli karşılıklarıyla değil, birebir aktarılmasının) benzeri bir yaklaşımın İngiliz şiirinde de görüldüğünü savunan Nabokov’a göre, Onegin özelinde bu karşılaştırma bir zorunluluk. Bu yüzden Puşkin’in Rusça yazdığı ve bolca gallisizm içeren bir eseri İngilizceye çevirecek kişinin, Andrew Marvell, William Wordsworth, Alexander Pope ya da Lord Byron gibi önde gelen İngiliz şairlerin aynı ölçüde gallisizm içeren şiirlerinin de peşine düşmesi gerekiyor. (Buradaki yöntem teklifinin, kaynak metnin Türkçeye çevirilmesi söz konusu olduğunda nasıl uygulanabileceğine dair düşüncemi “Sonuç” bölümüne ekledim.)

Önceki bölümlerde Rus şiirinden olduğu kadar Fransız şiirinden de beslendiğini ve Fransız edebiyatına tutkulu bir bağlılık duyduğunu öğrendiğimiz Puşkin’in Puşkin olma yolunda hangi edebiyatçıların eserlerinden beslendiğini üçüncü bölümde öğreniyoruz. Sözgelişi, gençliğinde Alphonse de Lamartine ve Henri Beyle Stendhal’den epeyce etkilenmiş ama yaş aldıkça Nicholas Boileau, Jacques Bossuet, Pierre Corneille, François Fénelon, Jean de la Fontaine, Jean-Baptiste P. Molière, Blaise Pascal, Jean Racine, François Marie Arouet Voltaire ve Alfred de Musset’ye yaklaşmış. Ayrıca Lord Byron’ı “zevk için” Fransızcaya çevirmiş olsa da İngiliz ve Alman edebiyat geleneklerine hiçbir zaman yakınlık duymamış, William Shakespeare’in eserlerini bile hep Fransızca çevirilerinden okumuş. Bu bölümde önemli bir saptamayla karşılaşıyoruz: Puşkin, Onegin’de bolca gallisizme yer vermiş çünkü Fransız şiirinin büyük eserlerinin tam da Rusçaya aktarıldıkları zaman nefes almaya başladığını ve özgün hallerinde olmayan türden bir hayatiyet kazandığını düşünmekteymiş. Nabokov’un bir diğer önemli saptamasıysa Puşkin’in, Rus ve Fransız şiir geleneklerinden ikisine de ait sayılamayacak kadar biricik bir şiir dilinin yaratıcısı olduğu.

Dördüncü bölümde Nabokov esas konuya geliyor ve Onegin’i çevirmek konusunda temel stratejisini belirleme sürecinde zihnini, hangi büyük sorunun kurcaladığını açıklıyor:

“Bir çeviri, bütün metni, sadece metni tam sadakatle aktarırken aslının biçimini, onun ritim ve uyağını koruyabilir mi?” [çev. Gürses, 2006]

Nabokov, manzum bir metnin çevirisinin, aslının biçimini, ritmini ve uyağını koruyamayacağı görüşünde. Stratejisini anlamı aktarmak üzerine kurmasının sebebi de biçemsel bir eşdeğerliliği asla elde edemeyeceğini düşünmesi.

Beşinci bölümde, Onegin’in önceki çevirileri inceleniyor. “Tiksinti uyandıran bir şairaneliğin gölgelediği” önceki çevirileri kıyasıya eleştirirken Nabokov gayet açık ve net: “Onegin, birçok dile yanlış çevrilmiştir.” [çev. Gürses, 2006]

Fransızca ve İngilizce çevirileri daha dürüst bulan Nabokov’a göre, uyak tutturma çabasındaki Almanca Onegin çevirileri, en kötü olanlar. Genel olarak Puşkin çevirmenlerinin esas problemiyse, “cehaletleri”. Burada, kaynak metinde yer alan bazı terimlerin başka bir dile hakkıyla aktarılabilmesi için 1800’lerin Rusya’sını çok iyi bilmek gerektiği vurgulanıyor. Çevirmenin Ivan Krilov’un fabllarını, Lord Byron’un eserlerini, 18. yüzyıl Fransız şairlerini, Jean Jacques Rousseau’s Yeni Héloïse’ını, Puşkin’in hayatını, bankacılığı, Rus ilahilerini, Rus ordusunun Avrupa va Amerika’daki ordulardan farklı olan temel yapısını, dağ kızılcığıyla bildiğimiz kızılcık arasındaki farkları, İngiliz düello kurallarının Rusya’da nasıl uygulandığını ve kuşkusuz Rus dilini bilmesi de şart.

Altıncı bölümün en önemli özelliği, Nabokov’un karşımıza aynı anda hem eleştirmen hem de çevirmen kimliğiyle çıkması. Şiir çevirisi konusundaki saptamalarını ve son derece karmaşık bir biçemsel yapıya sahip olan bu manzum romanı çevirirken uyguladığı stratejiyi, seçtiği Onegin alıntıları çerçevesinde okuyoruz.

Başta da belirttiği gibi, makaleden anladığım kadarıyla Nabokov, “açımlayıcı çeviriye” (paraphrase) karşı. Açımlama yöntemini seçen çevirmenlerin, özgün metnin biçime dair ihtiyaçlarını sırf bilgisizlerinden dolayı yer verdikleri eksiltme ya da eklemelere, dahası tüketicinin varsayılan okuma alışkanlıklarına feda ettiklerini düşünen Nabokov, kendi çevirisinde Puşkin’in başyapıtını “kelimesi kelimesine” aktaracağını ama bunu yaparken de okura kendi yorumlarını ve “gökdelenler gibi uzayıp giden” notlarını sunacağını, her dizeyi tek tek elinden geldiğince açıklayacağını söylüyor. (Söylemeye gerek var mı, Nabokov bu açıklama işini metnin içinde değil, dışında yapacağınız söylemeye çalışıyor.)

Makalenin son cümlesiyse, onca yılın emeğini gerekirse gözünü kırpmadan çöpe atabileceğinin bir itirafı: “Benim Onegin’im hazır olduğunda, ya hayallerime uygun bir metin olacak ya da hiç ortaya çıkmayacak.”

Yergiler, methiyeler ve araya giren bir itiraf

Nabokov’un bahsettiğim makalesi için makaleyi yayınlayan Lawrence Venuti’nin yorumunu da aktarmak gerekir düşüncesindeyim. Venuti, Nabokov’un “tüketici” adını verdiği belirli bir insan topluluğunun beğeni ve önyargılarına uygun şekilde açımlama yöntemini, “çevirinin en şeytani şekli” saydığını hatırlatıyor ama Onegin’le kendisinin de belirli bir insan topluluğunun; tarih ve edebiyat konusunda uzmanlaşmış seçkin bir azınlığın beklentilerine uygun bir çeviri metin ürettiğini belirtiyor. [s.65]

Bazı eleştirmenlere göre, Nabokov’un Onegin’i, gelmiş geçmiş en iyi şiir çevirisi. Bizzat Nabokov’un doğrudan akademisyenlere ve araştırmacılara yönelik olduğunu belirttiği yorumlarsa ve açıklamalarsa, içerik yoğunluğu bakımından aşılabilmiş değil.

Olumsuz eleştirilere gelince; bu çeviriyi “okunması imkânsız” sözleriyle eleştiren Edmund Wilson, Nabokov’u “cüretkâr ve acayip bir dil kullanmakla”, “sado-mazoşistlikle”, “hem okuyucuya, hem kendisine işkence etmekle”, “gereksiz yere sakar bir biçem kurmakla”, “sağduyu eksikliğiyle” ve “ciddi yorum hataları yapmakla” suçlamıştı [Wilson, 1965]. Eserin daha sonraki çevirmenlerinden bilişselbilimci ve yazar Douglas Hofstadter ise, Nabokov’un çevirisinin bir kargaşadan ibaret olduğunu ve bu keşmekeşte insanın Puşkin’i arasa da bulamayacağını yazmıştı [Hofstadter, 1997].

Adam Thirlwell’in The Delighted States: A Book of Novels, Romances, & Their Unknown Translators, Containing Ten Languages, Set on Four Continents, & Accompanied by Illustrations & a Variety of Helpful Indexes adlı kitabında aktardığına göre, Nabokov daha sonraları niyetinin, okura “bir çocuk karyolası, bir midilli” sunmak olduğunu söylemişti. Erek metnin, Puşkin’in özgün eserinin bir minyatürü niteliğinde olduğunun itirafıydı bu: “Bu yer değişiminin aslına uygun olması için ben her şeyi feda ettim; zarafeti, ses uyumunu, netliği, ince zevki hatta dilbilgisini…” [akt. Thirlwell, 2010].

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments

[…] Nabokov’un çevirmen olarak portresi […]

[…] Nabokov’un çevirmen olarak portresi […]