Egoist okur

Natalie Portman ve J. Safran Foer soruyor: Bu tecavüz kaçınılmaz mı gerçekten?

Bir romancı niçin roman yazmaya ara verip “yediklerimizle” ilgili bir kitap yazmaya karar verir? Her sofraya oturuşumuzda çocuklarımıza bir hikaye anlattığımızı düşünen Amerikalı Jonathan Safran Foer, vejetaryen olmaya ve Hayvan Yemek adlı kitabı yazmaya, oğlu dünyaya geldiğinde karar vermiş. Ona temiz, düzgün, iyi kalpli, vicdan azapsız ve hormonsuz hikayeler bırakmayı istediği için…

Foer’ın en büyük destekçilerinden biri ünlü aktris Natalie Portman. Şimdilerde Hayvan Yemek adlı bir kitaptan bir belgesel film yapmaya çalışıyor. Et yemek konusundaki fikirlerini tam olarak anlayabilmemiz için verdiği örnekse şahane: “Hayvanlara eziyet etmeye karşısınız ama toplumsal hayat öyle gerektirdiği için yemeseniz bile yiyenlere ses çıkarmıyorsunuz. Dilerseniz, özü değil biçimi, yani verilen örneği değiştirerek yeniden kuralım zihninizden geçen cümleyi: Tecavüze karşıyım ama eğer yemeğe davet ettiğim konukları hoşnut etmek için gerekliyse, n’apalım, başka çare yok, katlanacağız!”

Anlayacağınız Portman açık ve net: Ne kadar janti olursanız olun, tecavüz tecavüzdür!

Natalie Portman ve J. Safran Foer soruyor: Bu tecavüz kaçınılmaz mı gerçekten?

Tutkulu bir hayvan sever olarak Jonathan Safran Foer’ın, tabağımızdaki yemeklerin öyküsünü anlattığı Hayvan Yemek adlı kitabını (Siren Yayınları) müthiş bir ıstırap ve şaşkınlıkla okudum. Yazar, yemek yerken ve diğer zamanlarda aklımıza getirmediğimiz, getirmemeyi tercih ettiğimiz bazı sert gerçeklerden bahsediyordu çünkü. Ama inat ettim, kitabı elimden bırakmadım.

Pişman mıyım? Hayır. Bunun yerine bazı hayati tercihlerimi gözden geçiriyorum. Kolay değil, ama yapılabiliyor. Başını kuma gömerek gerçekleri görmezden gelmeyi seçenlerden değilseniz, siz de böyle yapın. Filanca ülkede en sevdiğiniz evcil hayvanın etinden yaptıkları bir yemeğin tarifine bakarken de, popüler fast food restoranlarında önünüze gelen etlerin hangi süreçlerden geçerek masanıza ulaştığını öğrenirken de…

Hem iştahla yediğiniz bazı etlerin başka ülkelerde yaşayanların en sevdiği hatta kutsal saydığı hayvanlardan elde edildiğini düşünürseniz, yanlışlığın nerede olduğunu daha net görürsünüz.

Mesela kitabın arka kapağındaki şu cümlelere göz atın:

Neden kahvaltıda makarna yemiyoruz? Yemek yerken aldığımız kararları, neye dayanarak alıyoruz? Niçin kuzu eti yiyoruz ama köpek eti yemiyoruz? Oysa köpeklerini seven Fransızlar, bazen atlarını yer. Atlarını seven İspanyollar, bazen ineklerini yer. İneklerini seven Hintliler, bazen köpeklerini yer. Peki ya siz hangi hayvanları seviyor, hangilerini yiyorsunuz?

İrkildiyseniz, çok iyi. İrkilmediyseniz, kitapta doğrudan sizi ilgilendiren türden gerçeklerle devam edelim. En hafifinden şu mesela: Kapalı hayvan çiftliklerinde yalnızca hayvanlara eziyet edilmiyor, bu çiftlikler bizim sağlığımızı da tehdit ediyor. Son 10 yılda akciğer hastalıkları ve astımın hızlı bir şekilde artmasının, kökeni belli olmayan garip bakteri ve virüslerin üremesinin temel sebebi, bu tip çiftliklerde hayvanlar için kullanılan ve sonra atmosfere pervasızca püskürtülen kimyasal ilaçlar. Bütün bunları ve geri kalanları öğrendiğinizde, eminim, tabağınıza ne konduğunu artık daha çok önemseyeceksiniz. KFC ve benzeri fast food zincirlerinin ürettiklerine ise kesinlikle şüpheyle bakacaksınız.

Son olarak… Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Her Şey Aydınlandı gibi romanların yaratıcısı Foer’la ben sizi ikna edemediysek, şimdilerde bu kitabın belgeselini yapmakla meşgul olan ünlü aktris Natalie Portman’ın kısaltarak aldığım şu yazısını da okuyabilirsiniz…

Jonathan Safran Foer’in Hayvan Yemek adlı kitabı, 20 yıllık vejetaryen olan beni vegan aktivist olmaya ikna etti. Başkalarının yaşamsal tercihlerini eleştirirken her zaman bir parça çekingen durmuştum, çünkü aynısının bana yapılmasından hoşlanmıyordum. Halbuki birçok kişi niçin vejetaryen olduğum konusunda beni sorguya çekip duruyordu. Mesela “Ya bir gün havuçların da canlarının acıdığını öğrenirsen ne olacak, o zaman ne yiyeceksin?” diyorlardı.

Başkalarından daha çok şey bildiğimi sanmaktan her zaman çok korkarım. Tarihsel bakımdan tehlikeli bir duruştur bu. Durmadan Hitler’in vejetaryen olduğunu hatırlatanlara benzemek istemem. Fakat Foer’ın kitabı Hayvan Yemek, bana bazı şeylerin hakikaten yanlış olduğunu hatırlattı. Hayvanların da şahsiyetleri olduğunu söylediğimde bazılarınız belki bana karşı çıkacaktır, öte yandan hayvanlara yapılan ve çeşitli vesilelerle belgelenmiş olan sayısız eziyetin kabul edilemez olduğuna kimse itiraz etmeyecektir. Kendi adıma, Foer’ın kitabını okuyana kadar, hayvanlara yapılan bütün bu eziyetlerin biz insanlara da çok ağır bedeller ödettiğinin farkında değildim.

Kapalı fabrikalarda seri hayvan üretiminden bahsediyorum. Oradaki koşullar hem çalışanların sağlığını tehlikeye atıyor, hem de çevresel olarak hepimiz için çok zararlı etkileri var. Foer kitabında bunların hepsini ayrıntılı şekilde belgeliyor. Çevreye ve havaya yayılan yoğun domuz pisliğinin solunum yollarına verdiği hasarı, seri üretim fabrikalarında yetiştirilen hayvanlara verilen düzenli ağır antibiyotiklerin ürettiği yüzlerce yeni bakteri türünü, domuz gribi gibi yeni nesil hastalıkların nasıl ve hangi sebeplerle ortaya çıktığını… O fabrikalarda yetiştirilen hayvanlara yapılan eziyetlerin bizim evlerimizin bahçelerine kadar erişebildiğini, bu kitabı okuyana kadar bugüne kadar hiç böyle net bir şekilde idrak etmemiştim.

Fakat Foer’ın büyük bir cesaretle dile getirdiği esas gerçek şu: Hayvan yemek, sadece evlerimizin arka bahçelerini değil, inançlarımızı da kirletiyor. Foer bize, yediklerimizin inançlarımızı simgelediğini, yemek yemenin inançlarımızı kendimize ve başkalarına göstermenin bir yolu olduğunu hatırlatıyor. Katolikler’in komünyon töreninde ekmekle şarap bedeni ve kanı temsil eder. Yahudiler hamursuz bayramlarında kölelerin gözyaşlarını hiçbir zaman unutmamak için tuzlu su kullanırlar. Ve Şükran Günü’nde Amerikalılar şahsi yaratılış efsanelerini, Avrupa’dan Amerika’ya göç edenlerin Kızılderililerden hasat yapmayı nasıl öğrendiklerini anlatmak için fasulye pişirirler. Yani inançlarımızı çocuklarımıza aktarmak için yiyeceklerden de yararlanırız aslında. Foer’ın sorusu şu: Sofranızdaki yiyecekler aracılığıyla sizin, çocuklarınıza anlattığınız hikaye neye dair?

Sofralarımızda et ve diğer hayvansal ürünler tüketmeye karşı duran Hayvan Yemek, son derece cesur bir yapıt. Çünkü Foer onu hem popüler olmamayı hem de erkeksilikten uzak, düşüncesiz ve olgunlaşmamış sayılmayı göze alarak yazmış. Öte yandan kitabı okurken, erkek ve insan olmanın “Bu yediğim şey, ne kadar da leziz!” demekten daha fazlasını gerektirdiğini anlıyorsunuz. Michael Pollan’ın The Omnivore’s Dilemma (Etobur-Otobur İkilemi, Pegasus Yayınları) adlı kitabında yaptığı gibi Foer da size bir seçim önerisinde bulunuyor: Ya sofranızda oturanların zevkini düşüneceksiniz, ya da ideallerinize sahip çıkacaksınız… Hayvanlara eziyet etmeye karşısınız ama toplumsal hayat öyle gerektirdiği için siz et yemeseniz bile yiyenlere ses çıkarmıyorsunuz. Dilerseniz, özü değil biçimi, yani verilen örneği değiştirerek yeniden kuralım zihninizden geçen cümleyi: “Tecavüze karşıyım ama eğer yemeğe davet ettiğim konukları hoşnut etmek için gerekliyse, n’apalım, başka çare yok, katlanacağız!”

Natalie Portman

Subscribe
Notify of

6 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
deniz
12 years ago

Balıklama atlıyorum… Her ne kadar bir hayvan adıyla hitap ediliyor olsa bile… Bu hayvansal tabirlerin midemizde sindirilen atıklar yerine; literatürde kullanılabilen kelimelerin olması çok ta can yakıcı bir durum barındırmıyor. Aklıma takılan bir sorun var. Annemin anlattığına göre elli yıl öncesinde yüzlerce koyunları varmış tüm köy halkının. Ama şimdiye baktığımızda neredeyse köy halkının tamamı şehirlere yerleşmiş durumda ve koyun sayısı da fazlasıyla azalmakta. Yani şöyle sırf yemek ve ticaretini yapmak için yetiştirdiğimiz koyunlar elli yıl sonra kim bu ticareti yapmayacağı için yok olabilme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Doğal ortamın dengesini iyice bozan insanoğlu önü alınamayacak sorunlarla karşılaşacak ilerde. Konudan fazla… Read more »

Dilek V.T.
12 years ago

Gerçeklerden kaçmak, hatta düşünmemeye çalışmak, alışkanlıkları değiştirmekten daha kolay ya, onu yapıyoruz çoğumuz… Tecavüz benzetmesi fazlasıyla çarpıcı olmuş, hımmmm…

Ay
11 years ago
Reply to  Dilek V.T.

oyle bir masada tum kadinlar once kendilerine olan tecavuzleri konusmalilar ineklerden once..

Ay
11 years ago

dislerimiz yapisi et yemege basladigimizda kuculmeye baslamis yani sindirim mideye kaymis. ben et yenmeli veya yenmemeli uzerinde durmuyorum. hangi insan o kadar akillidir ki baskasinin secimlerini tecavuz olarak olarak algilar. ornek benim sigara icme hakkimi elimden aliyorsun ki bu tutundur ve/veya mariuhanadir. Sen kimsin? Ben bahcemde tavuk kesip pisiriyorum sen kimsin buna mudahale eden? Bu egilimler “Amerikanvari”insanlari kontrol etme bicimleridir. Ilgincdir. mcdonalds.kfc almis basini giderken bir de hic bunlari yemeyenler gundeme gelir ve al sana kafa karisikligi. foyer gunah cikartmis ama portman sapkinlik icinde tabii. konu yemek veya yememek olmamali. bu isin endustrisi kapitalizmin carklarinda igrenc bir hale geldi. konu… Read more »