Neslihan Acu: “Severek okuduğum her kitabı ciddiye aldım”
Gazetecilik, köşe yazarlığı, televizyonculuk falan tamam da, Neslihan Acu esas olarak romancı. Hem de yanına başka bir sıfat istemeyecek kadar iyi romancı. Hatırlatmak için, “Meltem K’yı Kim Öldürdü”, “Kadından Donkişot Olmaz”, “Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk”, “Kuzgunun Şarkısı”, “Artık Ayrılsak Diyorum” ve “İyi Tanrının Çocukları”nı sayabilirim. (Yakında müthiş bir sürprizle geliyor, onu da söyleyeyim.)
Neslihan’ın başka özellikleri de var. Tanıdığım en tutkulu, en iştahlı insan bir kere. Sanata ve hayata duyulan bir iştahtan söz ediyorum. Filmlere, müziklere, çizgi romanlara… Çok cesur ve kararlı sonra; kafaya koyup da elde edemediği bir şeye şahit olmadım bugüne dek. Onunla konuştuğum zamanlarda, isteyip de ertelediğim pek çok şeyi ucundan tutsam ben de kolayca yapabilecekmişim gibi hissediyorum. Demek istediğim, bulaşıcı bir enerjisi var. Ayrıca kimi zaman fırtınalı dönemlerimiz olsa da şahane bir arkadaş.
Ama biliyor musunuz, Neslihan Acu denince benim gözümün önüne iflah olmaz bir kitap âşığı geliyor. Kitaplardan söz ederken kendimi kaybedebileceğim bir benzerim, hatta olmak istediğim türden biri. Uzatmayayım… Niçin bu kadar geç kaldım, bilmiyorum ama işte huzurlarınızda sevgili arkadaşım Neslihan ve kütüphanesi, yangında ilk kurtaracakları…
Neslihan Acu
“Okuma pisboğazlığım bence iyiydi. Zamanla beni ‘gurme’liğe götürdü”
Çocukken neler okuyordun? En sevdiğin kitaplar hangileriydi? Ne bileyim, o zamanlar senden kaçırılan kitaplar var mıydı, gizli gizli neler okurdun?
Çocukken -kelimenin tam anlamıyla- ne bulursam okuyordum. Mahallede çizgi roman çılgınlığı vardı. TomMiks, Teksas, Zagor. Ayrıca Tina, Mickey Mouse, Blondie (yani Fatoş ile Basri) ciltleri ve elbette her hafta Doğan Kardeş… İple çekerdim Doğan Kardeş’in çıktığı günü. O yıllarda en sevdiğim kitaplar Mark Twain’in Tom Sawyer’ı ve Huckleberry Finn’i. Bir de Alice Harikalar Diyarında. Annem Cep Fotoroman okurdu. İtalyanlardan çeviri. Onları da okurdum. Ses ve Hayat mecmualarını da. Evde kimse ne okuduğuma karışmazdı. Sadece çok okuduğum için azar işitirdim. Jules Verne’in romanlarını yutar gibi okurdum, o derece severdim. Bizden en çok Kemalettin Tuğcu okudum ama fazla acıklı bulur, pek sevmezdim. Tercihim her zaman macera romanlarından ve çizgi romanlardan yanaydı.
Kitapla ilgili kötü alışkanlıkların oldu mu? Mesela hiç kitap çaldın mı veya ödünç aldığın bir kitaba el koydun mu?
Evet, itiraf ediyorum, ödünç aldığım kitapları geri vermeye hiçbir zaman gönlüm razı olmadı. Hele çok sevmişsem. Böyle böyle iç ettiğim çok kitap var. Ama direkt bir çalma olayım olmadı hiç. Kesin yakalanırım diyerek denemedim bile.
Neslihan’ın çocukluğu, gençliği… Sondaki kare, efsane dergi Doğan Kardeş’i misafir olduğu zamana ait.
“Kitap okuma konusunda temel özelliğim, başıma buyrukluğum”
Bir insan okumayı ne kadar severse sevsin, nihai seçimini en baştan yapmaz, farklı ve değişik şeyler okur, arada “yaramaz” seçimler yapar. Senin de bu tür ara dönemlerin oldu mu? O ara dönemler şimdi de sürüyor mu?
Ben kitap konusunda çocukluğumda ve gençliğimde “pisboğaz”dım. Ne bulursam okurdum. Çizgi romanların arasında gidip dayımın kitaplığından Karamazof Kardeşler’i alır, rastgele bir sayfayı açar, ne yazmış bu adam diye anlamaya çalışırdım. Benim çocukluğumda çizgi roman okumak “kötü alışkanlık” sayılırdı. Okulda falan baya azarlandırdık bu yüzden. Gençlik yıllarımda cep kitapları vardı. Aşk romanları ve macera romanları, mesela SAS. Aşk romanlarından pek hazzetmezdim ama SAS’lara bayılırdım. Sonra Agatha Christie’yi keşfettim ve polisiye roman çılgınlığım başladı. Polisiyeyi eski yıllarda kimse edebiyattan saymazdı. Simenon’un kitapları falan, hafif kitaplar arasında geçerdi. Neyse ki ilerleyen yıllarda bu yazarın büyüklüğü ve derinliği ülkemizde de anlaşılabildi. Okuma pisboğazlığım bence iyiydi. Zamanla beni “gurme”liğe götürdü. Ama kitap okuma konusunda temel özelliğim, başıma buyrukluğum. Bana kötü gelen hiçbir kitabı, iyi dediler diye zorla okumadım. Sevdiğim kitapları da, başkaları nasıl sınıflandırırsa sınıflandırsın, sevmekten hiç vazgeçmedim. Lafın kısası bende “Aman şu önemli kitapları okumalıyım” baskısı ve bu baskıdan bunalıp “yaramaz kitaplara” kaçış olayı hiç olmadı. Severek okuduğum her kitabı ciddiye aldım. Sevmediklerime ise ilerleyen yıllarda yeni şanslar verdim. Kimisini ikinci okuyuşumda çok sevdim, kimisini yıllar sonra. Her kitabın bir zamanı var!
Okumak için tercih ettiğin özel bir saat ve yer var mı? Bizimle ideal okuma deneyimini paylaşır mısın?
Her koşulda ve her saatte okuyabilen biriyim. Okumak benim için bir boş zaman aktivitesi değil, yaşamsal bir konu. İyi bir kitabı, roman, araştırma, denemeyse sessiz bir ortamda, tercihen koltuğa yayılmış olarak okumayı severim. Okurken genelde müzik dinlemem. Yemek yerken çizgi romanlarımı okurum. Sabah uyandığımda başucumda duran sevdiğim bir kitaptan bir iki sayfa okuyarak güne başlarım. Gece uyumadan önce okumayı çok severim. Yolculuklarda okumak da çok keyif verir. Kitaplıkta bir şey ararken bir kitaba dalıp ayakta bir saat okuduğumu bilirim. Okumakla ilgili önemli bir avantajım var. Çok hızlı okuyabiliyorum. Bu sayede çok fazla okuyabiliyorum. Bir kitabı sadece 1 kere okumakla yetinmem. İlgimi çeken bir şeyse, düzenli aralıklarla şurasını burasını tekrar tekrar okurum. Bazı kitapları sürekli okurum.
Ne tür kitapları sever, okursun?
Romanlar, sinemayla ilgili kitaplar, biyografiler, polisiyeler ve popüler bilim kitaplarını çok okuyorum. Son yıllarda gençlik romanlarına merak saldım. Yeme içme kültürüyle ilgili kitapları çok seviyorum. Araştırma kitaplarını seviyorum. Sosyoloji ve psikoloji konularında bir şeyler okumayı seviyorum. İyi bir şiir ya da öykü kitabı elime geçtiğinde, çok mutlu olurum. Bunların iyisi gerçekten az bulunur. Çizgi romanlar hayatımın parçası zaten. Çizgi roman koleksiyonu yapıyorum. Çocukluğumdaki çizgi roman aşkı beni hiç terk etmedi. Okuduklarım değişti sadece. Artık yetişkinler için olanları okuyorum.
“Mahzen gibi yerlerde asla çalışamam, başımı kaldırdığımda ağaç, bulut bir şeyler görmem lazım”
Kütüphanenin bir haritasını çiz desem ne anlatırsın? Okumayı en az senin kadar seven biri kütüphaneni görse ne hazinelerle karşılaşır? Bir de orada bizi şaşırtacak, senden beklemeyeceğimiz ne bulurduk?
Küçük bir çalışma odam ve büyük bir masam var. Çünkü yayıntım çoktur. Duvarlar boydan boya kitap. Odamın penceresinde ağaçlar görünüyor, çok aydınlık ve havadar. Bir çalışma odasında en mühim bulduğum konu bu. Mahzen gibi yerlerde asla çalışamam, başımı kaldırdığımda ağaç, bulut bir şeyler görmem lazım. Odamı göreni en çok şaşırtan şey, dağınıklığı olur herhalde. Kaos içinde bir düzen tutturmuş gidiyorum. Bir de her tarafı sarmış Dylan Dog, Julia, Ken Parker ve Tex ciltleri odaya ilk kez giren biri için şaşırtıcı olabilir.
Sehpanın, masanın üstünde hangi kitaplar duruyor şu an?
Hemen bakıyorum. Oscar Wao’nun Tuhaf Kısa Yaşamı, Fang Ailesi, Unutulmuş Bir Suikastın Anatomisi, Gece Uçuşları ve bir Dylan Dog albümü var sehpanın üstünde. Masanın üstünde ise Ülkesi Olmayan Adam, Einstein’ın Düşleri, Kavgam, Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, Dünyanın Tüm Dertleri var.
Rafta gördüğün zaman seni hangi kitaplar heyecanlandırıyor?
Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Kavgam, Mango Sokağındaki Ev, Katilin Gözyaşları, Ağaçtaki, Galeano’nun Biz Hayır Diyoruz’u, dünyanın en tuhaf ama güzel polisiyesi Süper İyi Günler, Bay Tanrı, Kamçatka, Her Gün, Büyük Defter/Kanıt/Üçüncü Yalan üçlemesi, Hintli yazar Vikas Swarup’un Altı Şüpheli’si, Yasımı Tutacaksın, Yıldız Ecevit’in Oğuz Atay’ı anlattığı kitabı Ben Burdayım, Sevgili Arsız Ölüm, Stefan Zweig’ın tüm kitapları, Kurosawa’nın hayatını anlattığı kitabı Kurbağa Yağı Satıcısı. Galiba raflara koyduğum tüm kitaplar heyecanlandırıyor beni. Heyecanlandırmayanları arkalara diziyorum zaten.
Asla almam dediğin kitaplar var mı? Ne tarz kitapları ya da yazarları hiç okumazsın?
Uyduruk kitaplara hiç tahammülüm yok. Türkiye’de bunlardan acayip çok var. Sırf satılmak üzere yazılmış, okura hap gibi bilgiler, oradan buradan çalma çırpma aforizmalar sunan yamalı bohça türü “deneme” kitapları… Benzer şekilde yazılmış çakma romanlar… Bunlara cidden fitil oluyorum. En gıcık olduğum yazar türü de, hiçbir şey okumadan yazar olandır. Bu gibiler, sağdan soldan arakladıkları duygular ve bilgi kırıntılarıyla kitap yazıyorlar. Evet, duyguların bile araklanabildiği bir ülkede yaşıyoruz. Uyduruk olmayan ama aşırı kasan ve kibir tonları içeren romanlara da hiç tahammül edemem. Bizde bunlardan da çok var. Lafın kısası sahici, içten olmalı ve farklı bakış açıları sunabilmeli bir kitap. Zeka ve mizah içermeli.
Seni düş kırıklığına uğratan yahut aşırı övüldüğünü düşündüğün kitaplar hangileri? Hoşlanman beklenen ama hoşlanmadığın bir kitap oldu mu?
Oldu tabii. Mesela ilk aklıma gelen “İnternette Balık Avlamak”. Nasreen Akhtar’ın bu kitabı kesin bir hayal kırıklığıydı. Adam Fawer’in Olasılıksız’ı hayal kırıklığıydı. Bilgi kısımları iyiydi ama roman olarak çok kötüydü. Özellikle Türk yazarlardan böyle büyük yaygaralarla sunulan ama kesin hayal kırıklığı olan çok fazla roman var. İsim vermeyeyim.
“Genel olarak tüm iyi kitapların Türkiye’de hakkının yendiğini rahatça söyleyebilirim”
Hakkı yenmiş kitaplar dendiğinde aklına hangileri geliyor?
“Hakkı yenmiş kitaplar” olayını Türkiye bazında düşünürsek, şöyle bir durum var: Tüm dünyada ilgiyle karşılanmış, iyi satmış, gerçekten iyi kitaplar Türkiye’de hak ettikleri ilgiyi görmüyorlar. İlk aklıma gelenler Kamçatka, Yukarıda Ses Yok, Lütfen Anneme İyi bak, Oscar Wao’nun Tuhaf Kısa Yaşamı… Dünyada ve Türkiye’de “çoksatar” olayı çok farklı işliyor. Şöyle ki, iyi romanlar gelişmiş ülkelerde çoksatar olabiliyor. Bizde ise genelde “abur cubur” şeyler çoksatar oluyor. Bu anlamda, genel olarak tüm iyi kitapların Türkiye’de hakkının yendiğini rahatça söyleyebilirim. Tamamen okur kalitesi ile ilgili bir durum bu. Ve çok üzücü.
Son zamanlarda yayımlanan kitapları düşünürsen, bir keşiften söz edebilir misin? Bir gün herkes şu kitaptan ya da şu yazardan söz edecek gibi…
Öncelikle şunu söyleyeyim, kitap piyasasında “bir gün..” diye bir olay kalmadı artık. Dünya bazında düşünürsek, iyi bir kitap zaten hak ettiği ilgiye kavuşuyor genelde. Bizimki gibi ülkelerde ise sistem iyice gelişigüzel ve Allaha emanet işliyor. İyi bir kitap piyasaya çıktığında şansı varsa görünür oluyor. Yoksa, gömülüp gidiyor. Bir daha da gömüldüğü o yerden çıkma şansı yok. Çünkü her şey çok hızlı ve teknolojik kolaylıklar nedeniyle üretim çok fazla. Geçen yüzyıldaki gibi, bir kitabın 20 yıl sonra falan hortlaması söz konusu değil. (En sevdiğim kitaplardan Zeno’nun Bilinci’nin böyle bir hikayesi vardır mesela.)
Neslihan Acu’nun yangında ilk kurtaracakları
“Sevdiğim o kadar çok kitap var ki, 10 kitaplık liste yapmak oldukça zor. Ama belki okumaktan hiç bıkmayacağım kitapların listesini verebilirim.”
Arzunun Botaniği
Ferdinand Von Schirac’ın iki ciltlik Suç’u
Kavgam
Hayvanlardan Tanrılara Sapiens
Hüzünlü Kahvenin Türküsü
Geceyarısı Çocukları
Yasımı Tutacaksın
Suç ve Ceza
Ve işte Onu Böyle Kaybedersin
Kamçatka
Film Anlatıcısı Kız
Oğlak Dönencesi
Eduardo Galeano’lar
muhteşem bir blog yeni keşfettim hergün daha cok kurcualamaya devam edıcem ellerinize sağlık sizde kesinlikle süpersiniz,Teşekkürler
Teşekkür ederim :)