Egoist okur

Nobel ödüllü Svetlana Aleksiyeviç: “Şefkat taraf tutmaz…”

Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç’in 2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanması ayrıca ele alınmayı hak ediyor. Zira çoğumuz onun adını Nobel’le birlikte ilk kez duymuş ve şaşırmıştık, dolayısıyla gönül rahatlığıyla “Putin mutlu olmuş mudur acaba?” diye merak edebilirdik. (Vladimir Putin, Rus edebiyatının “dünyadaki saygınlık ve etkisini arttırmak için” elinden geleni yapacakmış ya, o bakımdan.) Ama yok, Aleksiyeviç’in rejim muhalifi tavrını göz önünde bulundurursak, Putin mutlu olmamıştır bence. Neden mi?

Unutmadan, kafama takılan bir şey var: Facebook’taki Tolstoy sayfasının hayranları 1 milyonu, Dostoyevski, Çehov, Nabokov sayfaları 600 bini aşmışken, Nobelli Svetlana Aleksiyeviç’in Facebook’taki hayranlarının sayısı -tüm dünyada- sadece 2400. Nasıl yani? Bu bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? Geçen yıl Nobel Edebiyat Ödülü kazanan Patrick Modiano’nun kitaplarının Türkiye’de neredeyse hiç satmadığını bizzat yayıncısı Twitter’da yazmıştı. Aşağıda linkini verdiğim Nobel meselesi: “Edebiyatın geleceğinden endişeliyim” başlıklı yazıya bu açıdan da bir göz atın. Ve lütfen fikrinizi yazın…

Rus edebiyatı öldü mü?

Nobel meselesi: “Edebiyatın geleceğinden endişeliyim”

Nobel ödüllü trajedi paratoneri

Putin tabii mutlu olmamıştır. Zaten ödülü kazandığını haber vermek için gecenin bir vakti aradıklarında evinde ütü yaptığını açıklayan alçakgönüllü yazarın neticede “Şefkatli ve hümaniteryen olduğunda Rus dünyasını seviyorum ama Lavrenti Beria’nın, Stalin’in, Sergey Shoygu’nun, Putin’in dünyasını hiç sevmiyorum” gibi açıklamaları var. (Bilmeyenler için: Shoygu Rusya’nın halihazırdaki savunma bakanı. Beria ise Stalin döneminin önemli politik şahsiyetlerinden.)

Aleksiyeviç’in Nobel’inde esas şaşırtıcı olan bence yazarın Rus olması da değil, kadın olması da. Şaşırtıcı olan onun öykü veya roman yazmaması, “kolaj” adını verdiği bir teknikle “gazeteci kitapları” kaleme alması, yani okuru büyük resimle buluşturabilmek adına sözü, II. Dünya Savaşı, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ve Çernobil gibi hadiselerin şahitlerine vermesiydi.

Eserlerini “kolektif roman” diye tarif eden ve çeşitli vesilelerle “hafıza etiği” kavramından bahseden Aleksiyeviç geçmişin dehşet verici olaylarını zihnimizin bir kenarında tutarsak, eski hatalarımızı tekrar etmeyeceğimize inanıyor. Ve çok etkilendiği Dostoyevski gibi, o da işitilmeyenleri dinliyor, fark edilmeyenleri görüyor, umursanmayanları umursuyor… Yine Dostoyevski gibi insanlık için yegâne umudun birbirimize göstereceğimiz şefkatte yattığına inanıyor ayrıca ve intikamı reddediyor.

II. Dünya Savaşı’nda cephede savaşan kadınlarla röportajlardan oluşan “Nazi İşgalinde Sovyet Kadınları” adlı kitapta “Yüksek binalarda ve derme çatma kulübelerde… Sokaklarda ve trenlerde… Dinliyorum… Ve kesintisiz bir şekilde başkalarının seslerini, sözlerini algılamaya çalışan koskoca bir kulak haline geliyorum” diye yazıyor. Bir ara acıdan uzak durmayı, başka tarz kitaplar yazmayı istemiş. Zira kendini artık “trajedi paratoneri” gibi hissediyormuş. Tek bir acı bile infilak etmesine yetecek gibiymiş. Burnu kanayan bir çocuk görmek yahut tezgahta ölü bir balığın gözlerine bakmak bile onu çileden çıkarmaya yetiyormuş. Böylece artık savaşa dair yazmama kararı almış ama kararını uygulayamamış.

Peri masalı taciri değil!

Svetlana Aleksiyeviç’e göre, hepsi de erkek olan ve 1979-89 arasındaki Afgan Savaşı’nı bir dizi sırla ve yalanla perdeleyerek anlatan gazeteci yazarlar aslında birer “peri masalı taciri”. Kendisi bu gruptaki tek kadın… “Savaş denen şey, erkek doğasının ürünü” diyor. “Çinko Çocuklar: Afgan Savaşı’ndan Sovyet Sesleri” diye bir kitabı var. Çinkodan tabutlar içinde evlerine gönderilen genç askerleri ve savaşta sakat kalan, deliren, artık çalışamayacakları için hayatlarını dilenerek kazanmak zorunda kalan, kısaca hayatları dağılanları anlatıyor.

Kitabında Sovyetler döneminin sıkı bir eleştirisini de yapan yazar, sosyalizm ya da başka herhangi bir yüksek ideal uğruna öldürmenin kabul edilir olmadığını vurgularken “İnsan hayatı dahil hiçbir şey kendimize dair ürettiğimiz mitlerden değerli değildi. Adeta içimize mıhlanmış bir mesaja inanmaya devam ediyor, en iyi, en adil, en dürüst, kısaca her bakımdan en kusursuz olduğumuzu düşünüyorduk” diyor.

“Bu acı sadece insanların değil, yeryüzünün de acısı. Kuşların, ağaçların…”

Aleksiyeviç de tıpkı Dostoyevski gibi “Şefkat tarafı tutmaz ” diye düşünenlerden. “Çocukça Olmayan Hikayeler” kitabında Leningrad Kuşatması’ndan sağ çıkmış bir kadının Alman esirlere her gün yiyecek götürmesini yazmıştı. Aynı kadın yıllar sonra yazara televizyonda aç Filistinli mültecileri gördüğü zaman bile nefesinin kesildiğini, boğulacak gibi olduğunu söylemiş.

Aleksiyeviç’te kadın meselesi önemli. Kitaplarında zulüm karşısında şefkat dağıtan insanlar, çoğunlukla kadınlar. II. Dünya Savaşı’nda yetim çocukları savaşın içinden çıkarıp alan, Afgan savaş malullerine bakan, Çernobil faciasında radyoaktiviteye maruz kaldığı için kanser olan kocalarını tedavi eden kadınlar… “Savaşa karşı çıkmak kadınların tabiatında var, çünkü kadınlar doğurgan. Ölüm değil hayat veriyorlar” diyen yazara göre, kadınların savaşı anlatma biçimi de erkeklerden epey farklı. Onların hikayelerinde kahramanlar yahut inanılmaz başarılar değil sadece acı ve onun karşısında dimdik duran şefkat var. “O acı hepimizin acısı” diyor Aleksiyeviç. “Sadece insanların değil, yeryüzünün de acısı. Kuşların, ağaçların… Yazar olarak ben hem sıklıkla unutulan insanlara söz veriyorum hem de kelimeleri olmayan tabiata…

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

1 Comment
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Ercan Berberoğlu
9 years ago

İyi ki Nobel ödülünü almış!
İnsanlara “peri masalları” okumak belki de daha kolay geliyor. Karanlık yüzümüzü görmek pek hoşumuza gitmez. Belki de bu yüzden bu kadar popüler değil.