Egoist okur

Nostaljik bir üçlü aşk hikayesi: “Ben, pikabım ve plaklarım”

Alberto Modiano’yu siz fotoğrafçı olarak tanırsınız. Bazılarınız için o Türkiye’nin en önemli fotoğraf tarihçilerinden biridir, bazılarınız içinse tutkulu bir koleksiyoncu… Kaybettiğimiz şeylerin ruhunu korumaya adamıştır kendini, bunun için hikayeler yazar, fotoğraf ve dergiler toplar, yazılar kaleme alır… Benim içinse bütün bunların yanı sıra Alberto çok sevilen, kıymetli bir arkadaş, güvenilir bir dosttur. Epeydir istiyordum, nihayet o da Egoist Okur için bir yazı yazdı. Sitenin bitmek bilmeyen yenilenme çalışmaları yüzünden biraz gecikmiş de olsa bu yazı yayında… Konu gene bir dönemin kültürü ve yaşam tarzıyla alakalı, epeyce nostaljik, fazlasıyla oyuncaklı, anlayacağınız tam Alberto’luk… Üstelik yazının bir bölümünde Rose, Okşan ve Georg gibi başka sevgili arkadaşlarım da yer alıyor. Soğuk bir Viyana akşamında, mükellef bir yemek sofrasının çevresinde…

Nostaljik bir üçlü aşk hikayesi: “Ben, pikabım ve plaklarım”

Pikapla ilk kez ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Hafızamın o kısmı pek silik. Ama ilkokul yıllarında okul ödevlerimde yardımcı olan kuzinimin ders sonlarında bana dinlettiği plakları dün gibi hatırlarım. Pikap küçüktü, bir de plaklarını koyduğu bir çantası vardı. Bahçesinde beslediği kedisi de arasıra bize arkadaşlık ederdi. Kuzinimin müzik tutkusu kediye de bulaşmıştı sanki. Ajda Pekkan’ın kadife sesini ilk kez o kutudan tanıdım.

Bizim evimizde pikap yoktu. Sadece babamın bir şekilde satın aldığı büyük bantlı Grundig marka teyp vardı. Yaklaşık 10-12 kg. ağırlığındaydı. Onu kaldırmak o yaşta bana o kadar güç gelirdi ki kullanamazdım. Zaten ağabeyim de buna pek izin vermezdi, çünkü çoktan teybin ikinci sahibi olmuştu.

Bir gün ağabeyim, onun dinlediği müzikleri yaşamına katmak için Grundig teyp ve kayıt mikrofonuyla kuzinime gitti. Teyple pikap arasında kayıt yapacak ara kablo olmadığından sessiz bir odada teybin mikrofonunu pikabın kolonuna dayayarak acemice bir kayıt yaptı. Bant daha sonra bizim evde uzun bir dönem dinlendi durdu.

1970’li yıllara geldiğimizde ağabeyimin yakın ve samimi arkadaşı Victor’un evine pek girip çıkar olmuştuk. Onda dönemin en iyilerinden olan DUAL marka bir pikap ve bir dolap dolusu plak vardı. Sırf müzik dinlemek için onun evinde emrivaki partiler yapılırdı. Victor plaklarını büyük bir dikkatle korurdu. Plakların ömrünü kısaltan şeyin üzerlerinin çizilmesi olduğunu, bu yüzden plakların dikkatle tutulması gerektiğini ondan öğrenmiştim.

Babamıza uyguladığımız aşırı baskı sonucu 70’li yılların ortasında plak ve pikap tutkumuzun önüne geçemeyeceğimizi anlayan babam nihayet, eve bu şenlik aracının girmesine karar verdi. İthalat komisyonculuğu yaptığı için, bu işi bir ithalatçı müşterisiyle çözümledi. Döviz dar boğazının yaşandığı yıllardı.

Bir gün eve kocaman bir koli geldi. Üstünde büyük harflerle DUAL HS53 ve bir sürü Almanca yazı vardı. Açılıp kurulması için Victor’u bekledik. İki gün sonra geldi. Abimle pür dikkat pikabın kurulmasını izledik. Oysa bugün düşündündüğümde; bir bilgisayarı kurmaktan bile daha kolay, çocuk oyuncağı gibi bir işti. Onu koyacak, koruyacak, belki de sergileyecek, ama asıl önemlisi yaşantımızın bir parçası olmasını sağlayacak bir yer arandı. Başta televizyon sehpasının alt rafı düşünüldü. Ama tekerlekli sehpa onun baş düşmanı idi. Sonunda onun ayrı bir yeri oldu, yanında plaklarla birlikte. Çok güzel sürgülü bir kapağı vardı. Tozlanmaması için üstünü dantelsiz bir masa örtüsüyle kapatmayı da ihmal etmedik.

O gün elimizde iki plak vardı. Atatürk Kültür Merkezi’nin açılış hatırası için alınmış ‘Damdaki Kemancı’ ve beşinci sınıfta abimin anneme aldığı “Une mamam” 45’liği, oldukça hüzünlü, insanı ağlatan bir müzik… Bundan sonra abim ve ben, harçlıklarımızı plaklara yatırmağa başladık. Hürriyet’in Kelebek Plak Kulübü, Tünel’deki Papa Georg (Corc), Osmanbey’deki Odeon ve Unkapanında İMC 6. Blok bizim ara sıra keyifle ziyaret ettiğimiz mekanlar oldu. Yabancı plaklar diğerlerinden daha pahalı idi.

Yıllardır evimizin eğlence aleti olan Dual HS53’ü evlenirken kendi evime götürdüm, tabii plaklarla birlikte. Artık onu dinlemiyorum, doğrusunu söylemek gerekirse. Hatta bir ara elden çıkartmayı bile düşünmüştüm. Eşim engelledi. Ne de olsa geçmiş dönem hep benim yaşantımın bir parçası olmuştu. Onu elden çıkarmak, sadece bu nesneye değil kendime de büyük bir haksızlık olurdu.

Pikaplar kullanım amaçlarına göre türlü türlüydü. En çekici ve pahalı olanları evlerin mobilyalarından sayılırdı. Möbleli ahşap dolapların içinde radyoyla birlikte yer alırdı, büyük kalonları olurdu, bir de plakların dizileceği rafları… Küçük pikaplar okul çantalarına benzerdi. Kapaklarının içinde hoparlörler bulunurdu. Daha sonra pikniklerde kullanılmak üzere küçük pikaplar da üretildi. Bir de plakların saklanması ve taşınması için yapılmış çantalar vardı.

Çocukluk yıllarımda Büyükada’nın Lunapark eğlence mekanında bir müzik kutusu vardı. İçine atılan metal 25 kuruşlukla çalışırdı. Camlı dolabın içindeki birçok popüler şarkıdan birini seçerdik.

Geçen yıl Viyana’ya gittiğimde arkadaşım Okşan’ın evine konuk olmuştuk. Orada Okşan’ın eşi Georg’la tanıştım. Ressam albümleri ve plakları olan tutkulu bir koleksiyoncuydu. İlk aldığı plağı Elvis Presley’ninmiş. 10-11 yaşlarındayken plağın obje olarak çok büyük olmasından ve içinde müziği taşımasından çok etkilendiğini anlattı.

Georg için kapak tasarımı, güzel müzik kadar önemli. Kasetler ve CD’leri plastik oldukları için sevmiyor. Doğanın yalancısı gibiler, samimi duyguları pek beslemiyorlar… Plağın en güzel yönü ambalajının kağıttan olması.

Tutkusunu hırs haline getirmeyen Georg hoşlandığı müzikleri topladıkça plakları da artıyor. Caz, rock, pop, klasik ve hatta tiyatro müziklerinin plaklarını topluyor. Eski plak dükkanları ve bit pazarları her plak tutkunu gibi onun da gözde mekanları. Buralarda bazı insanlar çok çok iyi korudukları plakları yeni sahiplerine teslim eder, bu arada da arkalarında görünmez bir iz bırakırlar. Buna ben ‘Albeni izi’ diyorum.

Alberto Modiano

Subscribe
Notify of

3 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Dilek V. T.
13 years ago

Albertcim, hoşgeldin… ve de eline sağlık :)

Taaa uzak geçmişlere götürdün bizi, ben de saklıyorum bazı eski plaklarımı biliyor musun? Pikabım yok artık, onları çalamıyorum ama atamıyorum da… Bazen çıkarıp hayranlıkla bakıyorum, sonra yine özenle kaldırıyorum.

Ne yapmayı düşündüm biliyor musun? Bir arkadaşım en sevdiği plakları bri panoya yerleştirip, çerçeveletti ve duvarına astı, bazen ben de öyle yapayım diyorum.. Çalamasam da seyrederim.. Ne dersin?

Tekrar eline sağlık, ve sevgiler :)

ALBERTO
13 years ago
Reply to  Dilek V. T.

Teşekkür ederim sevgili Dilek.
Bence plakların her bir parçası birer değer. En aşağı bir iki tanesini asmak bile önemlidir. Yazım için ilgine teşekkür ederim.

Rose MODİANO
13 years ago

Albert’cim ellerine sağlık. Dilek’in dediği gibi PLAKLARI KUTULARINDAN ÇIKARIP DUALİ AÇMANIN zamanı geldi gibi. Fotoğraflarını ve
yazılarını bekliyoruz.

Gülenay’cım giriş yazın çok güzel olmuş.Tüm EGOİST OKUR yazarlarına ve takipçilerine sevgilerrrrr