Egoist okur

Ya eşya bir gün delirse?

Klan ve Zamanın Unutulan Koynunda adlı ilk fırsatta okuyacağım iki kitabın yazarı Cem Kalender, Oğuz Atay’ın roman ve öykülerini Lacancı bir bakışla okumayı deniyor bu yazıda. “İnsan, biyolojik bir canlıdan kültürel bir özneye dil sayesinde geçer” diyen ama Dil’in de insana doğru bir kimlik sağlamadığını vurgulayan Jacques Lacan, Oğuz Atay’ın yarattığı karakterleri anlamamıza yardım edecek bir şey daha söylüyor çünkü: “Dili sonradan kazanır insan ve sonradan kazanılan hiçbir şey tam olarak insana ait değildir.” Bu yüzden Atay’ın kurmaca dünyasındaki figürler ne yapsa olmuyor. Konuşuyor olmuyor, susuyor olmuyor, deli taklidi yapıyor olmuyor, eve kapanıyor olmuyor, Dil’i pazarlıyor olmuyor. Bir türlü Dil’in düzeninden kurtulamıyorlar. Son bir ümitle nesnelerin dünyasına sığınıyorlar: “Ya eşya bir gün delirse…” Cem diyor ki, “Eşyanın delirdiği yok, deliren Dil’in düzeninde kurtulamayan Oğuz Atay öznesi.”

oguz atay egoistokur cem kalender

Oğuz Atay’da Lacancı dil

“Yalnızlık/ yabancılaşma/ korku/ güvensizlik/ acemilik/ beceriksizlik/ uyumsuzluk/ tutunamama/ bireycilik/ alaycılık/ umarsızlık/ umutsuzluk/ anlamsızlık/ iletişimsizlik/ suç/ ceza.’’ Oğuz Atay metinlerini okuduğumuzda aklımızda kalanlar, bunlar.

Oğuz Atay türü yazarların metinleri anlamlı bir düzen içinde tutarlı yekpare bütünlük göstermese de çoklu ve komplekstir; metinler ve karakterler birçok yerde birbirlerini keser ya da birbirlerine bağlanır. Selim Işık, Hikmet Benol, Turgut Özben, Beyaz Mantolu Adam, Coşkun Ermiş… Bunlar benzerlikten daha öteye, aynılık, birbiri olma durumuna geçerler. Bu karakterler, dilin dünyasında amansız bir var olma mücadelesine girerler ve metinselcidirler, hiçbir zaman dilin dışına çıkamazlar.

Dilin kıstırılmış düzeninde kırılgan, acemi, beceriksiz, ötelenmiş hayatlarını daha ilk ifadeleriyle ele verirler.

“Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu.”

“Duymak istemiyorum homurtularınızı işte! Bir kelimeni bile duymak istemiyorum Naciye Teyze!”

“… daha o zamanlar Turgut’un kafası bu kadar karışık değildi.”

Karakterler kendilerini saklamaz hiç, memnuniyetsizliklerini, mutsuzluklarını, korkularını, yalnızlıklarını açık ederler hemen. Ve hep bir ajitasyon, şekva, sızlanma, hoşnutsuzluk, işe yaramama, yakınma halindedirler.

“Yarabbim! Her şeyi birden hiç akıl edemeyecek miyim?”

“Sıra bana gelince işler neden hep böyle uzuyordu?”

“Bütün hayatım ayıklamakla geçti, gene de bitiremedim süprüntüleri atmayı.”

“İnsanlığın ve insansızlığın yüz karasıyım.”

“Ne var ki ben onlar gibi düzgün ve zarif hareketlerle konuşmasını, içki içmesini ve kadınlarla konuşmasını beceremiyorum.”

“Kendimi sizin yerinize koyarak baktım zavallılığıma.”

“Hayır, ben adam olamazdım.”

Tipik Oğuz Atay karakterlerinin mızmızlanmaları bunlar. Yaşamak yerine yakınmayı, şekvayı tercih etmiş, kötü yaşarım diye yaşamamış, kötü resim yaparım diye resim yapmamış ve Dil’in düzeninde sıkışıp kalmış…

Öyleyse Atay’ın bütün karakterlerini aynılaştıran, tekleştiren, mutsuz eden, çaresiz bırakan, korkutan ne olabilir? Hep yakınan, mızmızlanan, ajitasyon yapan karakterlerin sorunu kaba bir varoluş sorunu mu, ya da küçük burjuva bunalımı mı? Kolay bir cevap olmasa da sorunun cevabının tek başına bunlar olduğu kanaatinde değilim. Atay’ın metinlerini küçük burjuva ideolojisinin varoluşsal sıkıntılarını anlatan metinlere indirgersek doğanın diyalektiğine haksızlık etmiş oluruz.

Atay metinlerindeki kaotik dili, gülünç kurmacayı, farklı, çoklu, açık uçlu, kompleks anlatıyı Lacancı paradigmaya yaklaştırdığımız zaman yazarın gerçek meramını anlayabiliriz. Yine Atay metinlerinde, bilinçdışının nasıl bir dil gibi yapılanmış olduğunu, İmgesel, Simgesel ve Gerçek’in Dil’in kayıp düzeninde nasıl yer değiştirdiğini Lacan’a başvurmadan anlamamız imkânsızlaşır.

“Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor.’’ Sentaksı “Morde ratesden’’ diye başlayan, hiçbir dilde yazılmayan Korkuyu Beklerken’in öykü kişisine gelen mektup, konuşmayarak Dil’in düzeninin dışına çıkacağını sanan Beyaz Mantolu Adam, ‘Dil paranteze alınmaz’ ilkesini yanlış anlayan Akın Korkmaz… Hepsi, Dil’in düzenindeki yabancılığı, şaşkınlığı, ürkekliği, çaresizliği yaşarlar.

“İnsan, biyolojik bir canlıdan kültürel bir özneye dil sayesinde geçer,” der Lacan. Ama Dil’in insana doğru bir kimlik sağlamadığının da altını çizer. “Çünkü,” der “dili sonradan kazanır insan ve sonradan kazanılan hiçbir şey tam olarak insana ait değildir.”

“Bir şey anlamıyorum ki kelimelerden, cümlelerden. Karışık düşünmeyi bıraktım; basit bir iki söz üzerinde yoğunlaşmayı denedim.”

“… insanlarla aramda ortak bir konuşma dili yaratılmasına engel oluyordu.”

“İnsanlarla ortak bir konuşma dili…?” Bu ne Lacan’a göre mümkün ne de Atay’ın karakterlerine göre. Bunun sebebi özne değil, özneyi tutsak eden Dil’in ta kendisi. Lacan’a göre Dil soyut bir yapıdır. Böyle olduğu için de, bir özneyi gerektirmez. Dil’de insani hiçbir şey yoktur. Sorun da budur. Dil soyut bir yapı ise, onun için ne tür bir özne düşünülebilir? İnsanoğlu, doğası itibariyle kendisine yabancı bir yapıda nasıl bir yer bulabilir? Bunun için Atay karakterleri hep Dil’in düzeni dışında bir yaşam kurmaya çalışırlar.

“… iyi kullanamadığım bir dilin zorlukları içindeyim; beni bağışlayın.”

“Yeni bir dil öğrenebilmek için, hiç dil bilmemek gerekiyordu.”

“Ah ne olurdu bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım.”

“Bütün mesele kelimelerse kelimelerle istediğim gibi oynayacağım. Kelimelerle yeni bir akıl kuracağım.”

Oğuz Atay’ın karakterleri âdeta kendi dillerinde, kendi anlatımlarında boğulurlar. Ağızlarına büyük gelen dilleri fazla ve gereksiz sözcük israfından sonra hiçbir şey anlatamadan ‘anlam yetersizliğine’ kurban giderler. Ya da hiç konuşmadan, Dil’i hiç kullanmadan Dil’in düzeninden kurtulmaya çalışırlar ama yine başarısız olurlar. Çünkü Dil her yerdedir; bir defa onun düzenine girdiysen konuşmak ya da konuşmamak hiçbir şey ifade etmez.

Atay’ın karakterleri Dil’in düzeninden kurtulmak için her yolu denerler; insan taklidi yaparlar, ”Ben bir şeyin taklidiydim; fakat, aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim.” Bazen nesnelilerin dünyasına sığınırlar. Kendi çıldırmamalarının kabahatini eşyalarda simgeleştirirler. “Ya eşya bir gün delirirse.” “Ömrümü eşya ile geçiriyordum.” “Eşya henüz özelliklerini koruyor.” “Artık hafızam zayıflıyordu, eşyanın diline dikkat etmiyordum.”

Atay’ın kurmaca dünyasındaki figürler ne yapsa olmuyor. Konuşuyor olmuyor, susuyor olmuyor, deli taklidi yapıyor olmuyor, eve kapanıyor olmuyor, Dil’i pazarlıyor olmuyor. Bir türlü Dil’in düzeninden kurtulamıyorlar. Son bir ümitle nesnelerin dünyasına sığınıyorlar. “Ya eşya bir gün delirse.” Eşyanın delirdiği yok, deliren Dil’in düzeninde kurtulamayan Oğuz Atay öznesi.

Cem Kalender, Sol Gazetesi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments