Okan Bayülgen’den güzel yalanlar
“Yalanlar söylüyorum, geçmişle ve gelecekle ilgili. Bi’ şey elde etmek için değil, yalanlara inandığımdan! Bundan bir hikaye çıkmaz mı? Yalan söyleyenden değil; yalanlardan…”
Bu sözler Okan Bayülgen’e ait. Ben geç kalmışım meğer, ama aslında Bayülgen bir süredir minik bir edebiyat blogu açmış, orada bazı kitaplara sesiyle hayat veriyormuş. Kendi yazdığı İnsansız Uzay Aracı adlı hikayeyle başlamış. Onu sekiz bölüm halinde seslendirdikten sonra sıra iki küçük ama büyük kitaba, Franz Kafka’nın Dönüşüm’üne ve Stefan Zweig’ın Satranç’ına gelmiş. Bu sesli kitaplar daha sonra herkesin, her yerde rahat rahat dinleyebilmesi için radyodan yayınlanacakmış.
Okan Bayülgen’den güzel yalanlar dinliyoruz
Okan Bayülgen kitap seslendirmeye başlamasının sebebini şöyle anlatıyor blogunda: “Çok koşuşturmalı hayatımızda gören gözler de, göremeyen gözler kadar ihtiyaç duyuyor sesli kitaplara. Nasıl Paris’te masal plağı ararken Küçük Prens’i buluyorsam Gerard-Philipe’den… Ve Elmer’i Jacques Brel’den… Nasıl okuduysam bir vesileyle Winnie The Pooh’yu Doğan Kitap için… Bugün de evde herkesin uyuduğu saatlerde, birkaç kitap seslendirebilirim, gecenin karanlığından çalarak. O zaman İstanbul dinler beni gözleri kapalı… Siz de belki İstanbul’u dinlersiniz büyüyünce o, gözlerinizi kapatarak! Kim bilir?”
Güzel değil mi? Bir babanın kızına verebileceği en şahane armağanlardan biri…
Şaşırdım mı, hayır. Zira Okan Bayülgen’in kitaplarla ilişkisinin sağlam olduğunu biliyordum. Yıllar önce Picus dergisinde yayınlanan röportajımızda da bahsetmişti bundan. Okumamış olanlara birazını hatırlatmak istiyorum…
Okumak insana ne yapar?
“Kitap okumadan uyuyamamak, tatilde durmadan kitap okumaktan dolayı bir türlü yeterince dinlenememek, bir kitabı okurken başka bir kitaba geçebilmek, o kitabı mutlaka bitirmeliyim diye oraya buraya taşımak, zaman zaman evde unutmak, hatta o kitabı özlemek, bir kitabı ısrarla tekrar tekrar, bir kez daha okumak… Hatta şimdi DVD’lerin çıkmasından sonra sevdiğimiz filmlerin sevdiğimiz bölümlerini öteki sahneleri atlayarak seyretmek gibi bir kitabın da diğer pasajlarını atlayıp sadece sevdiğimiz bölümlerini okumak gibi çok hoş maceralarım var. Kitaplarla ilgili olarak, ‘bütün yayınlanmış kitapları okuyup bitirmeliyim, yoksa kendimi adam yerine koymayacağım’ gibi bir tavrım hiç olmadı.”
Kafka ve Bayülgen’in arkadaşı olan öteki yazarlar
“Okuduğumuz kitapların yazarları bizim arkadaşlarımız olur ya… Onlara hayallerimizi ne derece besledikleri, bize hikayeleri, insanları, hayal kuracağımız şeyleri nasıl anlattıkları, bizi ne kadar şaşırttıkları ve bir sayfadan öteki sayfaya giden yolda bizi ne derece heyecanlandırdıklarıyla ilgili notlar veririz. Onlar bizim adamlarımız, bizim yazarlarımız olur. Bazen tek bir kitaplarıyla dost oluruz. Okuduğumuz bir hikayeyi çok iyi anlamamışızdır, ama bir gün evde çorba içerken, ‘Evet!’ deriz ve birden bire o hikayeyi anlamaya başladığımızı fark ederiz. Bir kitapla ilişkimiz o kadar kişisel bir şeydir ki, bir başkasına anlatırken canımız sıkılır, o kişinin o kitabı bizim kadar anlayamayacağını düşünürüz. Böyle düşününce yazarlar başka, yapıtları başka… Tiyatroya girmeye niyetli bir adam olarak konservatuarda okurken Kafka’yı çok iyi anladığımı düşünürdüm. Örneğin Duruşma için bir sahne düzeni yapmıştım ve romandan belli bölümleri alıp oyunlaştırmıştım. Ben bununla okulu bitirdim. O kırk beş dakikalık iş bence romanı çok güzel anlatıyordu. Bazı yazarlar var mesela, annemden dolayı çok iyi arkadaşım olan. Bunlardan biri Heinrich Böll. Kitaplar, insana okurken yaşadıklarını da hatırlatıyor. Annemle o sıralar ilişkimiz çok güzeldi, sabahlara kadar telefonda konuşuyorduk ve konu dönüp dolaşıp okuduğumuz kitaplara geliyordu. Sabahın dördünde insan annesiyle son okuduğu kitabı konuşur mu? Biz konuşuyorduk.”
Kitap okumak mı, yoksa onlarla arkadaşlık etmek mi?
“Kitaplar senin ya arkadaşındır ya değil. Çok kolay kurulan bir ilişki değil bu. Özellikle de hayatın iyice hızlandığı şu günlerde. Arkadaşlık benim tercih ettiğim bir tarif. Başka türlü tarifler yapanlar da var tabii, ama onlar uygunmuş gibi gelmiyor bana. Kitap okumak entelektüel bir eylem midir? Devam edebilir bu soru: Bir tiyatro piyesi izlemek entelektüel bir eylem midir? Sanmıyorum, çünkü tiyatronun neredeyse medya öneminde olduğu, yani herkesin tiyatroda ya da operada buluştuğu bir dönemde tiyatroya gitmek entelektüel eylem değildi, sevdiğin herhangi bir rock grubunun konserine gitmekten farksızdı. Tiyatro izlemek bence tamamen bir eğlenme yoludur. Bale izlemek entelektüel bir eylem midir? Film seyretmek entelektüel bir eylem midir? Festival günlerinde öyledir belki, ama sonradan sıradan gişe filmlerine de gidebilir, seyrettiğin filme kahkahalarla gülebilir ve çok eğlenirsin. Ne yani, kahkahalarla gülmek entelektüel bir eylem midir? Peki resim sergisinde resimlere bakmak, galeride dolaşmak? Böyle şeyler yüzyıl önce entelektüel uğraşlar olmak zorunda değildi. Zaten o sıralarda başka eğlence de yoktu. Kitap okurken de geçerli bu, ben okurken entelektüel bir iş yaptığıma inanmıyorum. Diyorum ki kendi kendime, ‘Onlar benim arkadaşım, evin orasında burasında duruyorlar. Masanın üzerinde bekliyorlar mesela ve ben bu arkadaşlarla konuşup sohbet ediyorum.’ Eğer bunu entelektüel bir iş olarak görmezsen o zaman her yerde ve her zaman rahatlıkla yapabilirsin. İşte benim son birkaç yıldır durumum bu. Gün gelir yorulursun ve artık kitap okumayabilirsin. Sonra tekrar istersin bir kitabın kapağını açıp sayfalara göz gezdirmeyi ve zaman geçmemiş gibi olur.”
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest