“Çocuklar dayatmasız hayaller kurabiliyor”
Aslı Der’in yarattığı Küçük Cadı Şeroks dizisinin üçüncü kitabı çıktı: Barış Odaları. “Tüm yaşadıklarımı şekillendirdi” dediği felsefe eğitimi de almış olan Der, biz yetişkinlerin bile içinden çıkamadığımız çok zor konuları eğlenceli bir dille anlatmayı başarıyor.
Ondan önce Günışığı Kitaplığı’ndan Barış Odaları’ndan önce kahramanı Şeroks’u anlatmasını istedim… Şunları söyledi: “Küçük Cadı Şeroks, hayatımın tamamen değişmesini hayal ettiğim bir anda çıktı ortaya. Okuduğum cadılı kitaplardaki o çirkin burunlu, kambur, siyah giysili, kötü cadı dayatmasına bir tür karşı çıkıştı. Cadılar da güzel olabilir. Cadılar da çocuk olabilir. Her şeyden önemlisi cadılar da iyi kalpli olabilir. Bize sunulan her bilgiye, masallarda bile olsa, şüpheyle yaklaşmalıyız.”
Küçük Cadı Şeroks: Barış Odaları
Küçük Cadı Şeroks 3: Barış Odaları
Bildiğim kadarıyla sadece çocuklar için yazıyorsun? Bundan bahseder misin, çocuklar için yazmanın güzel yanları neler?
Çocuklar daha az ‘bozulmuş’. Önyargılar ve toplumsal dayatmalar yüzünden hayret duygularını ve meraklarını henüz kaybetmemiş haldeler. Açık sözlüler. Beğenilerini de eleştirilerini de aynı saflıkla dile getiriyorlar. Umut dolular. Hayalleri kocaman; her şeyi başarabileceklerini, her istedikleri kişi olabileceklerini düşünüyorlar ki bence bu çok doğru. Bir de kitaplarla kuracakları ilişkinin henüz başındalar. Tüm zor zamanlarında yanlarında olacak, kaprissiz dostlarıyla tanışma aşamasındalar. Bence kitaplarla ilişkimiz tüm kişisel geleceğimizi etkiliyor, buna yürekten inanıyorum ve saydığım tüm bu nedenler yüzünden çocuklar için yazıyorum.
Peki Barış Odaları nasıl doğdu?
Şeroks benim için özel bir kahraman. Kafamı kurcalayan, beni rahatsız eden, üzerine düşünüp paylaşmak istediğim ne varsa Şeroks onların sesi oluyor. Barış Odaları’nı kişinin kendi kararlarından yavaş yavaş vazgeçişini, başkalarının onun için karar vermesine boyun eğişini düşünürken kurguladım. Güçlünün iyi niyetli bile olsa yaptıklarıyla zarar yaratabileceğini, vicdanının sesine kulak tıkayanların sonunun ne olacağını, sorgulamayı sonlandıran bireyin başına gelebilecekleri düşünüyordum o sıralar. Aslında tümü, yaşadığımız coğrafyadaki bitmek bilmeyen sancılı zamanların birinde, kızımla yaptığım bir konuşmadan çıktı: Kendi kararlarını vermesi konusunda aklımca yüreklendiriyordum onu. Annesiyim diye benim söylediklerimi kabul etmek zorunda olmadığını, bunun ilerde onu kişiliksiz ve tembel, beni de ‘diktatör’ yapacağını konuşuyorduk. İstemediği durumlarda her öneriye, karara karşı çıkmanın hakkı olduğunu anlatıyordum ona. Kendini ifade edecek doğru sözcükleri bulmalı ve karşısındakini dinleyecek nezaketi hep taşımalıydı içinde. Konuşmamız bitti ve ben sonra Şeroks’la devam ettim düşünmeye.
Felsefe eğitimi almış olmanın katkısı oldu mu bu romanı yaratırken?
Felsefe eğitimime gelecek olursak, tüm içtenliğimle söyleyebilirim ki felsefe yalnızca yazdıklarımı değil tüm yaşamımı şekillendirdi. Oldum olası meraklı ve sorgulayan bir çocuktum, felsefe aynı çocuğun bozulmadan devamını garantiledi diyebilirim.
Romanda kralın icat ettiği Barış Odaları fikri şahane, zira barışın ancak birbirimizle iletişim sayesinde elde edilebileceği fikrinden yola çıkmışsın. Ne oluyor da yürümüyor o tasarı? Barışın önündeki engeller neler?
Kral Hortim Barış Odaları’nı kurarken insanların konuşarak anlaşabileceğine yürekten inanıyor ve buna güveniyor. Başlangıçta gerçekten işe de yarıyor bu odalar, ancak sonra Hortim tüm iyi niyetiyle birkaç konuda son kararı veren, anlaşmazlıkları çözen insan oluyor. Bunu gören Masallar Ülkesi halkı kolaya kaçıp Barış Odaları yerine Hortim’e danışmaya, anlaşmazlıklarına çözümü onun iki dudağı arasında bulmaya başlıyor. Barış Odaları işlevini yitiriyor, çünkü otoriteye boyun eğmek kolayına gidiyor halkın. Sorgulamaktan, tartışmaktan, karşısındakini dinlemekten, çözümün parçası olmaktan kaçtıkça kendilerinden de uzaklaşıyorlar aslında.
Kötü olanları bir yana bırakırsam; cadılar, tabiatla, evrenle ilişkisi kuvvetli kişiler hep. Şeroks da ormanın, bitkilerin, hayvanların dilini iyi biliyor ve normalde biz sıradan insanların pek kulak vermediği o varlıkların yardımıyla zor meseleleri çözebiliyor… Senin tabiatla, bitkiler ve hayvanlarla ilişkin nasıl?
Ben sokakta oynayan, sokakta büyüyen çocuklardanım. Mahallenin ağaçlarına tırmanan, kendini sokak kedilerine tırmalatan nesildenim. Hâlâ tespih böceği avlıyorum kızımla, toprağı eşeleyip solucanlara rastlamaya çalışıyoruz birlikte ve oğlumla şehrin içinde sayıları hızla azalan ağaçlara sarılıyoruz. Gezegende bir canlının diğerine karşı yaşam üstünlüğü olmadığını, her birinin hayatta kalma hakkını konuşuyoruz. Ama doğrusu şehir hayatı geri dönülmez birşekilde değişiyor, betonlaşıyor. Ruhumuzun bir yanı da çoraklaşıp betonlaşıyor aynı hızla. İnsanların çoğunun kendilerini diğer canlılardan üstün gördüğü, steril olmadığını düşündüğü için çocuklarını doğadan uzak tuttuğu, topraktan, hayvanlardan, bitkilerden çekindiği tuhaf bir zamandayız. İç zenginliğimizin, hoşgörü ve nezaket duygumuzun da bu durumda betonlaştığını düşünüyorum.
“Çocuklar dayatmasız hayaller kurabiliyor”
Çocukların fantastik dünyalara biz yetişkinlerden daha kolay adapte olabilmelerini nasıl açıklıyorsun?
Biz büyükler tüm o kabul edişlerimiz, yıllar boyu biriktirdiğimiz önyargılarımız, baskısı altında kaldığımız toplumsal değerlerimizle kendimizi şu ya da bu kalıba sokup hapsediyoruz. Eğilip bükülmeye, hayal edip kurmaya ve kurduklarımızı tekrar yıkıp yeniden kurmaya cesaretimiz kalmıyor. Oysa çocuklar öyle değil. Önyargısız ve dayatmasız hayaller kurabiliyorlar.
Çocuklarla ilişkinden bahseder misin?
Çocukları zevkle, hayretle, sevinçle, umutla izliyorum. Çocuklarla aklınıza gelen her konunun konuşulabileceğine inanıyorum ve onların yaşına uygun sözcüklerle bunu yapıyorum da. Yaşadığı toplumdan, zamandan soyutlanarak büyütülen, aşırı korumacı davranışlar sonucu kendi küçük dünyasından dışarı çıkartılmayan çocuklara haksızlık edildiğini düşünüyorum. Çocuğu birey olarak görmeyen her tür davranış ve uygulamaya toptan karşıyım doğrusu.
Çocukların kitaplarla daha çok ilgilenmesi için ne yapılabilir?
Büyüklerin ortam ve imkan yaratması, samimi davranması, ısrarcı olmaması gerek. Kitap okumayan anne ya da babanın çocuğunu buna zorlaması tuhaf geliyor bana. ‘Kitap okumak madem çok yararlı sen niye okumuyorsun?’, diye sorar çocuk ve eminim her zaman dillendiremese de çoğu aklından geçiriyordur bunu. Hiçbir ilişkinin zorla, dayatmayla kurulabileceğine inanmıyorum. Zorla yaptırılan işlerden kaçmak daha akla yakın geliyor bana. Kitap okumak zevkle yapılması gereken bir eylem. Kitap okurken geçirdiğimiz zamanın dakikalarla değil ne kadar eşsiz olduğuyla anılması gerek. ‘Her gün yarım saat kitap okunacak!’ diye zorlanan bir çocuğun ya da yetişkinin daha başlamadan o yarım saatten nefret etmesi çok doğal değil mi? Oysa kitap okunan bir ortamda büyüyen, yaş grubuna uygun olabilecek kitaplar arasında kendi seçimini yaparak okuma olanağı bulan çocuğun kitaplara yaklaşımının başka olacağını düşünüyorum. Yalnız başına yapılan bu özel eyleme ne kadar karışılırsa sanki büyüsü o kadar bozuluyor. Ortam yaratalım, imkan sunalım, örnek olalım ve zorlamayalım.
Senin en sevdiğin çocuk kitapları hangileri?
Farklı yaş gruplarından onlarca farklı kitap aklıma geliyor ama bir beş dakika daha düşünsem bayıldığım onlarca daha kitap hatırlarım. Hiçbirine haksızlık etmek istemem, ama benim için özel bir yazar var onu anmadan geçmek istemem: Christine Nöstlinger. Yazım tarzına, konuları ele alışına, üretkenliğine hayranım.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest