“Kelimeler merhemdir ruh kesiklerine…”
Posted by gülenay börekçi on December 1, 2013 · 2 Comments
“Bir yaranın peşine düştük. Öyle koyulduk bu yolculuğa. Okuduk ve biraz olsun bir şeyler öğrendik, hadi yalancı tevazuyu bırakalım bir yana, birazdan da fazlasını öğrendik. Öğrendik ve bilgilendik, kelimelerimiz arttı, arttı, çoğaldı. Öyle bir noktaya geldik ki sonunda, birçok konuda birçok şey söyleyebilir olduk. Güzel söz söyleyebilir olduk, iyi kalem tutabilir olduk. İyi. Güzel. Tamam ama abartacak ne var bunda… Sonsuzluğun tüm bilgisi karşısında yahut hayatın huzurunda diyelim, ne önemi var bütün bunların…
‘Kimse ne gerçek mutsuzluk üzerine yazı yazabilir, ne de kimi mutluluklar üzerine,’ demişti Albert Camus. Hâl buysa, kendimizle ve bilgimizle gururlanmak boşuna. Böyle düşünüyorum ben de, böyle düşünüyorum nice zamandır. Bunun için “kaldır kelimelerden yapılmış o surları,” diyorum kendi kendime, “çünkü temas edilecek ruhlar var ve lütfen, ne olur kelimelerden kurma iktidar.”
Gittikçe daha akıllı bir adam olmak için, bazı nasihatler ediyorum kendime sevgili dostum. Gel birlikte okuyalım onları, kendime ettiğimi o nasihatları.” Onur Orhan yazdı…
Fotoğrafları Umay Umay çekmiş.
“Kelimeler merhemdir ruh kesiklerine…”
Önümde bir sigara, henüz yakılmamış. Hemen yanında çakmak ve biraz uzağında küllük, damağımda demli çayımın tadı. Ellerimle yüzümü birkaç kez sıvazladıktan sonra, meramıma uygun söyleyişi bulmuş olmanın umuduyla yazıyorum sana bu satırları. Sevgili dostum, asla unutma yola çıkış amacını.
Bir yarayı sağaltmak, böylece kendimizi iyi etmek için tutunduk kelimelere; içimizdeki ağır kanamayı durdurmak için tutunduk onlara, ruh kesiklerine çare olacaklar diye…
Ruh kesiklerine çaredir kelimeler, merhemdir. Unutma bunu. İki ruhun arasına köprüdür kelimeler, kesildiğimiz yerlere dikiştirler ayrıca, birbirimize bağlandığımız yerdir kelimeler. Evet, asla unutma bunu. Çünkü biliyor musun, hepimiz bir başka ruhtan koptuk, deri gibi sıyrıldık, yaprak gibi ağaçtan düştük. İçinde sızlayan yer var ya, işte o ruh kesiğidir, yani cennet lekesi…
Kapama onu, açık kalsın çünkü sevgili dostum ancak bir ruha kanadıkça ferahlayacaksın.
Bazısı sapar yolundan, ne olur sen sapma. Okudukça, öğrendikçe sapar üstelik, diyorum ya, ne olur sen sapma! Ben öylelerini gördükçe dertlenirim, inancım sarsılır, umudumda çukurlar açılır. Yine de el uzatırım yüreğime, o çukurlara düşmemek için ve tam böbürleneceğim zaman ihanet ederim kendime. Sen de ihanet et kendine, unutma bu sözümü.
Kelimelerden zırhlar yapma sevgili dostum. Bilginden surlar örme, aramıza duvarlar çekme ve öğrendiklerinle zincire vurma kendini, ne olur, etme, eyleme.
Çünkü kelimeler ruhun şifalı parmak uçlarıdır, ruh kesiğine biraz olsun çaredir, dermandır, bir yaradan doğmuştur kelimeler. Kelimelerin yaraya çaredir, biliyorsun bunu, senin iktidarının tuğlası değildir, olmamalıdır. Kelimelerden surlar örme kendine, etme, eyleme.
Ne zaman böbürlenmeye başladın kendinle, bilginle, kelimelerinle, lütfen ilk önce sen ihanet et kendine…
Kelimelerin kelm’den gelir, yara’dan yani…
Sevgili dostum ne olur, unutma yola çıkış amacını.
Kaldırın kelimelerden yapılmış o surları…
Bir yaranın peşine düştük. Öyle koyulduk bu yolculuğa. Okuduk ve biraz olsun bir şeyler öğrendik, hadi yalancı tevazuyu bırakalım bir yana, birazdan da fazlasını öğrendik. Öğrendik ve bilgilendik, kelimelerimiz arttı, arttı, çoğaldı. Öyle bir noktaya geldik ki sonunda, birçok konuda birçok şey söyleyebilir olduk. Güzel söz söyleyebilir olduk, iyi kalem tutabilir olduk. İyi. Güzel. Tamam ama abartacak ne var bunda… Sonsuzluğun tüm bilgisi karşısında yahut hayatın huzurunda diyelim, ne önemi var bütün bunların…
“Kimse ne gerçek mutsuzluk üzerine yazı yazabilir, ne de kimi mutluluklar üzerine,” demişti Albert Camus. Hâl buysa, kendimizle ve bilgimizle gururlanmak boşuna. Böyle düşünüyorum ben de, böyle düşünüyorum nice zamandır. Bunun için “kaldır kelimelerden yapılmış o surları,” diyorum kendi kendime, “çünkü temas edilecek ruhlar var ve lütfen, ne olur kelimelerden kurma iktidar.”
Gittikçe daha akıllı bir adam olmak için, bazı nasihatler ediyorum kendime sevgili dostum. Gel birlikte okuyalım onları, kendime ettiğimi o nasihatları.
1. Tereddüt etmekten korkma, inançlarına demir atma
Tüm yanıtları bilmek için koyulmadın bu yolculuğa, unutma! Tüm yanıtları bilebilecek değilsin zaten. Muhtemelen hiçbir fani bilemeyecek tüm yanıtları. Hayatın gizidir bu, belki de en güzel yanı.
Ayrıca gündelik hayatın içinde pek az felsefi sorunla uğraşırız, biliyorsun bunu. Daha ziyade hayat koşturmacası, okuduğumuz birkaç köşe yazarı, izlenen bir film üzerine sohbetlerimiz. Elbette derinleştiğimiz oluyor, yazarlar üzerine konuşuyoruz seninle, insanlığın evrensel sorunlarına değiniyoruz dilimiz döndüğünce. Ama yine de ne bileyim, tüm bu sohbetler sırasında bazen insanların insanlarla aslında gerçek bir temas istemedikleri zannına kapılıyorum. Mesela herkes öğretmek istiyor ama öğrenmek isteyen yok, tuhaf değil mi?
Sen de görüyorsundur, birçoğumuz daha söze başlamadan eminiz kendimizden ve yine daha sözüne başlamadan karşımızdaki, birçoğumuz kuşku duyuyoruz ondan. Senin de dikkatini çekmiştir yoksa çekmedi mi?
İşte bu yüzden dinlemeden etmeden itiraz ediyoruz birbirimize. Ne kadar çok seviyoruz itiraz etmeyi, zeki görünmeyi, şaşılası şey. Birbirimize bu kadar çok itiraz ederken, nasıl açık olabiliriz bilgiye, desene bana ve hatta benim için daha da önemlisi insanlar arasındaki o manalı bağı nasıl kavrayabiliriz, söylesene nasıl? Benim aklım almıyor bunu, senin alıyor mu?
O yüzden iyi bir dinleyici olmaya önem vermek gerek bana kalırsa. Aceleye gelmiş tüm itirazlarla ilişkiyi kesmek gerek. Anlamaya çalışmak lazım insanları. İnsan tüm yargılarını askıya almayı bilmeli ve son sözü söylemek için telaş etmemeli.
Hiç tahmin edemeyeceğin insanlardan, bazısının burun kıvırdığından öyle şeyler öğrendim ki, anlatsam inanmazsın belki. İşte hiç değilse bu yüzden ne dediklerini anlamaya çalış sevgili dostum tüm insanların. Hak vermiyor olabilirsin onlara. Lütfen düşün, tüm bilgin nedir ki bilgisizliğin karşısında, denizde tuz mu, o kadar mı?
Tereddüt etmekten korkma, inançlarına demir atma. Ben öyle insanlar gördüm pek çirkindiler, sen onlardan olma.
Bilgiyi silah, kelimeyi mermi, dilini tetik yapma
Vurma kimseyi. Sokma kimseyi. Bilgi güç değildir, yalan! Bırak şu iktidar ağzını. Bilgin sorumlu kılar seni. Bilgin diğerlerine bağındır, bilgin derinliktir. Bilgin sorumluluğundur. Sen şanslı olansan, insandan yana kullan bunu, insana karşı değil.
Ezerken mi seviyorsun insanları? Nefret ederken sevebilmek mümkün mü? Sokarken dilinle insanları, yaralarını sardığını mı sanıyorsun sahi? Yoksa herkes daha fazla yaralansın mı istiyorsun?
Kelimeler niye verildi sana? Kelm, yaralamaktan gelmez, yara’dan gelir, yara’dan doğar. Unutma bunu!
Hak edeni yücelt, rekabet etme
Herkes kendi ruhuna yalnız koşar, unutma bunu.
Hak edeni yücelt, ne var bunda? Hatta bazen, mesela bir çocuksa karşındaki, hak etmeden yücelt ki hak etsin sonra bunu, hak etmeye heveslensin, böyle böyle hak etmeyi öğrensin.
Yazı yazar gibi, bir eser ortaya koyar gibi yaşa. Yazı yazarken, bir eser ortaya koyarken yalnızsındır. Kendinlesindir ve kimseyle rekabet etmezsin. Belki de bu sayede en iyi işini koyarsın ortaya. Kendinle kalabildiğin için. Sır budur. Topluluk arasında da böyle ol sen yine. Kendinle ol, rekabet etme, inan bana o zaman insanlarla daha çok olacaksın, hatta neredeyse insanlarla “bir” olacaksın.
Rekabet kulvarlar yaratır, sınırlar koyar, duvarlar çeker. Oysa biliyorsun artık, rekabet etmeyince ne güzel oluyor insanlar. Gördün bunu, çok yakın bir zaman önce gördün üstelik. O parkta, o meydanda, herkes birbirini yüceltiyordu, herkes kendini bir sanat eserine adamış gibi çalışıyordu. O sanat eseri sadece park değildi, orada hepimiz hayata adamıştık kendimizi ve bir de açıklayamadığımız bir imana, belki derin bir manaya.
Etme, eyleme, eskiye dönme, rekabet etme!
Unutma, herkes kendi ruhuna yalnız koşar. Yani geçilebilecek biri yok. Çoklukla kaynaş ama kalabalıklaştırma ruhunu, kabalaşma öyle.
Sevgili dostum, işte bunlar kendime dediklerim. Kendime dediklerimi senden saklayacak değilim. Bir yaraya çare olsun diye sarıldım ben kelimelere, yeni yaralar açmak için değil. Her şeyi unutsam, bunu unutmam, unutamam. Unutmamak lazım, bilirim.
Kelimelerim ruh kesiğime merhemim benim, yarama çare, kendime derman. Biliyorsun, hepimiz bir başka ruhtan koptuk, içimizde sızlayan yer, işte o cennet lekesidir, ruh izidir. Kelimelerim o kaynaktan fışkırır, kelimeler bir ruhun bir başka ruha kanamasıdır.
Kelimelerden surlar örme kendine. Başkalarının başına iktidar kurulma. Baktın böbürleniyorsun kendinle, o zaman anla, ihanet zamanı gelmiştir kendine.
Ne yap, ne et, kelimelere sırt döneceğine, ihanet et kendine.
Kelimeler bir ruhtan diğerine atılan dikiştir, bizi tutan o dikişlerdir büyük sessizlik gününe kadar. Konuşmadan anlaşacağımız vakte kadar.
Ne yap et, ihanet et kendine, iktidarlardan devşirme şu ruh hâline.
Çünkü kelm yara’dan gelir. Asla unutma yola çıkış amacını.
Ve unutma sevgili dostum, bir yazar kendini başka ruhlardan yapmalı, sadece esrik bir ruh hâliyle yazmamalı, esrik de yaşamalı.
Onur Orhan
Bunlar da ilginizi çekebilir :
çok güzeldi
Gerçekten öyle :)