Okumasam deli olacaktım!
“Yazmasaydım deli olacaktım, diyor ya Sait Faik. Ben, bilmiyorum, diyorum kendi kendime, bilmiyorum, yazmasam deli olur muydum? Ancak ‘Okumasaydım deli divane olacaktım’ diyorum yüksek sesle. Çünkü biliyorum, okumasam değişmeyecekti derim, değişmeyecekti fikrim ve okumasaydım, dünyaya giden yollar tıkanacak, tanıdığım tanıyacağım binlerce değil, sadece birkaç bahçe olacaktı, biliyorum okumasaydım, ruhum bir mengenede sıkışacak, kafamın kafa olması son bulacaktı, yemin ediyorum deli olacaktım, yemin ediyorum zırdeli…”
Okumasam deli olacaktım!
Haritada Bir Nokta adlı öyküsünü “Yazmasam deli olacaktım,” diyerek bitirir Sait Faik. Hemen tüm yazı işçilerinin yazmak istediği türden bir cümledir bu. Bu, yazıya aşkın ilanı, evvel bir çaresizliğin ama bir yandan da belli bir kuvvetin dile getirilişidir. Kısacık cümledir, ama derinlere boy verir. Yan yana dizilmiş üç sözcüktür, ama sanki içinde bütün yazımızın sırrı gizlidir.
Öyle midir sahi, yani yazmasak gerçekten deli olur muyuz? Bilmem, belki de. Belki de yazmasak gerçekten deli oluruz ama olmayabiliriz de… Belki de yazmazsa deli olacak olan, sadece Sait Faik gibi büyük yazarlardır, belki onların bile hepsi değildir. Ayrıca yazmasına rağmen delilikten kaçamayanlar olmuştur, demek ki bazısını yazmak dahi kurtarmaz. Bunların hepsi olasıdır, olanak dâhilindedir. Ancak mühim olan, Sait Faik’in bu cümlesinde bizi büyüleyen, etkileyen, yazmanın sadece delilikle olan bağı değildir de, hemen her yazı sevdalısının, hayatının kısacık bir anında da olsa bu duyguyu iyi kötü deneyimlemiş olmasıdır, yazmasa delireceği duygusunu yani… Ama yazmasa gerçekten delirir mi insan?
Mesela ben, yazmasam deli olur muydum? Olmazdım sanıyorum. Eğer mutsuzluk delilikten sayılmazsa “olmazdım sanıyorum,” diyelim. Sanıyorum dedim ama emin de değilim. Tam bunun üzerine düşünüp dururken, zihnim yazma ve delirme meselesini bir yana bırakıp okumaya, okuma eyleminin kendisine sıçrıyor. Zihnimde, sanki benden ayrı bir kişi peyda oluyor ve diyor ki: “Ya okumasaydın, ya okumasaydın deli olur muydun?”
Evet, bu daha kolay bir soru benim için, onun yanıtı var bende. Hiç gevelemiyor, kendi kendime yapıştırıyorum lafı ve “Okumasaydım deli olacaktım,” diyorum. İşte o zaman bu yazının esas konusu oluşmuş oluyor, “yazmasam deli olacaktım,” üzerine yazmayı, düşünmeyi bir yana bırakıyor, okumak üzerine yazmaya ve düşünmeye karar veriyorum. İşi azıtıyor, meseleyi kendimden uzatıp dünyaya sarıyor, “Okumasa deli olur insan!” diyorum bir cüretle.
Delirmemek için okumak gerek.
Ama nasıl okumak? İyi okumak.
O nasıl mümkün? İyi bir okur olmakla.
Peki, insan nasıl iyi bir okur olur?
Okumasam neden deli olurum, sorusunu öteliyor, bu soruyu yanıtlamayı yazının sonuna bırakıyor, insan nasıl okumalı, onun peşine düşüyorum. Hemen sıralanıveriyor birkaç başlık zihnimde.
Her kitap yazarının bahçesine açılır, konuksun unutma bunu
Kitapların kapakları yazarların kapılarıdır. Satın alıp rafına koyduğunda bile senin değildir kitaplar, raflara dizdiklerin başka başka bahçelere açılan kapılardır, onlar yazarların bahçeleridir. Hepsinden dünyaya giriş vardır, bütün bu bahçelerden, hepsinden. Ancak birbirinden farklı bahçelerdir bunlar. Aynı yazarın iki ayrı kitabı bile komşu iki bahçe gibidir. Tanıdık ama yine de farklı.
Bahçe sana güzelliklerini sunar. Zengileş diye sunar sana kendini, yağmala diye değil. Bahçe, bahçenin esas sahibinin arzusunca düzenlenmiştir, senin gönlüne göre de değil, bunu da unutma.
Bahçeyi anlamak için önce tanıyacak kadar dolaşmalısın içinde, konukluk etmek nedir bilmeli, yüksek sesle konuşmayacak kadar edepli olmalısın; sen sesini yükseltirsen bahçe sahibinin sesi duyulmaz olur yoksa.
Bazısı ilk sayfada kavga etmeye başlar elindeki kitapla. Böyle bir okuyucu görünce, “Gittiğin her misafirlikte de böyle mi yapıyorsun?” diye sorasım gelir. Bazen de tutamam kendimi “Yahu,” derim “kendinle kavga et, kitapla kavga etme.”
Böyleleri başkalarının bahçelerine elinde makasla dalanlara benzer, bulduğu her dala saldıranlara benzer, kendi tohumlarını sağa sola saçmak isteyenlere benzer.
“Senin işin,” derim kendi kendime, “Senin işin bahçe hakkında karar vermek değil, bahçede sefa sürmek, zevk etmek, bahçeden iki satır güzellik çıkarabilmek.”
Kitabın kağıdı senindir, hadi diyelim belki sözcükleri bile, ruhu ise ancak anlayanındır onun.
Kendi düşlerini görme yazarın düşlerini gör
Gözlerin elindeki kitabın satırlarında dolaşırken, her sözcüğe alelacele bir anlam yükleme. Kendi düşünü görme yani, yazarın düşünü gör. Gözlerin açık, zihnin açık, yazar ne demek istemiş, sen onu anlamaya bak, onun düşüne kapıl, ortak ol.
Unutma, yazarlar bazen sadece kendi dilinde konuşur, sözcükleriniz aynı diye, dünyalarınız aynı olacak değil ya… Konuşabildiğin herkesle anlaşabiliyor musun sen? Ben beceremiyorum, çaba gerekiyor. Birini anlayamadın mı, pes etme, kötüleme hemen onu. Belki hiç bilmediğin, tanımadığın bir dünyayı anlatıyor, ondan anlamamışsındır ne dediğini, belki sen yetersizin o dili konuşmakta, o ise mahir.
Düşüncelerimi olabildiğince askıya alırım bir yazara konuksam ben, böyle öğrettim kendime yıllar, yıllar evvel. Her kitaba çırağım. Böyle başlarım işe. O kitabın, o bahçenin çırağıyım. Yargılarımı kapıya asar, öyle girerim içeri, soyunur fikirlerimden öyle girerim her kitaba…
Çünkü çıraklar az konuşmalı çokça dinlemelidir.
Haklı çıkmak için okuma, hayret etmek için oku
Bildiğin yerlerde gezme. Bilmediğin yerlerde gez.
Ne çok şey biliyormuşum demek için okuma, ne kadar az biliyorum demek için oku! Haklı çıkmak isteği bir hastalıktır, düşme pençesine. Hayret etmek isteği aşktandır, sürüklesin seni yerlerde. Sürüklesin ki yırtılsın derin, yırtılsın ki derin, değiştir onu, yeni deriler edin. Ve de ki Nietzsche gibi: “Kabuk değiştirmeyen yılan ölür, düşüncelerini değiştirmeyen kafalar da öyle. Kafa olmaları son bulur.”
Okumasaydım…
Yazmasaydım deli olacaktım, diyor ya Sait Faik. Ben, bilmiyorum, diyorum kendi kendime, bilmiyorum, yazmasam deli olur muydum?
Ancak “Okumasaydım deli divane olacaktım,” diyorum yüksek sesle. Çünkü biliyorum, okumasam değişmeyecekti derim, değişmeyecekti fikrim ve okumasaydım, dünyaya giden yollar tıkanacak, tanıdığım tanıyacağım binlerce değil, sadece birkaç bahçe olacaktı, biliyorum okumasaydım, ruhum bir mengenede sıkışacak, kafamın kafa olması son bulacaktı, yemin ediyorum deli olacaktım, yemin ediyorum zırdeli…
Onur Orhan
Subscribe
0 Comments
oldest