“Herkesin içinde maceracı bir Sinbad ve keşfedilmeyi bekleyen ıssız bir ada vardır”
Yıllarca Atlas Dergisi’nin yayın yönetmenliğini yapan ve halihazırda Magma Dergisi’ni çıkaran Özcan Yüksek, Kayıp Deniz, Cinistan, Hakikatçi gibi kitaplara da imza attı. Son kitabı Şehrazad’ın Sırları’nda masalların bize aktardığı hakikatleri deşifre ediyor, arketiplerin, sembollerin gerçek anlamlarını analiz ediyor. Mesela masallarda okuduğumuz hazineler ve mücevherler aslında insanın erdem arayışını temsil ediyor, üstüne atlayıp bilinmeyen diyarlara uçtuğumuz sihirli halı ise aslında bizi bambaşka yollara sürükleyen aşkı anlatıyor.
Size en iyisi, Balıkçı Abdullah masalını örnek vereyim. Abdullah’ın ağına çok iri bir balık takılır. Sevinçle ağı çektiğinde bir de ne görsün; yarısı erkek yarısı balık bir mahluk yakalamış meğer. Yakından baktığında da hayret içinde o erkeğin kendisi olduğunu görür. Ağdan çektiği kendi bilinçaltının derinlikleri, daha doğrusu kendi gölgesinden başka bir şey değildir.
Yüksek’le masalları ve sembollerin bize gönderdiği sırları konuştuk.
“Herkesin içinde maceracı bir Sinbad ve keşfedilmeyi bekleyen ıssız bir ada vardır”
Bir gezginsiniz, o yüzden seyahatle masalın bağlantısını soracağım size ilkin…
Gezginlik gerektiren bir iş yaptığım için, masalların ilham verdiği coğrafyalara gitme fırsatım çok oldu. Böylece masalları anlamak için gerekli olan dördüncü boyut mantığına sokulmam da daha kolay oluyordu. ‘Açıl susam açıl’, ‘Bir varmış bir yokmuş’ gibi güçlü masal sözleri, bize dördüncü boyutun kapısını aralar. Bunun için sözcükler, kavramlar, manalar, sırlar, tuhaf vurgulamalar dünyasında yani dördüncü boyutta bir yolculuğa çıkmak gerekir. Gemi denilen benliğinin batması ve senin can havliyle ıssız bir adaya çıkman gerekir. İşte bu yolculuklar bana bunu sağladı, özellikle de 1001 Gece Masalları’nın coğrafyasına yaptığım yolculuklar. Çin, Hindistan, İpek Yolu, nehir yolu, orman yolu, limanlar, kıyılar, Serendip, başka adalar; 1001 Gece Masalları içinde geçen yerler… Bunlar sırlar yolculuğumun hasadının bol olmasını sağladı. Bugünün insanı aslında tek boyutu eksik bir dünyada yaşıyor ve masallar onu dört boyutlu dünyada dolaştırıyor, güzel olan da bu.
Masal nedir aslında ve kimin içindir? Bize nasıl ayna olur?
Masallar, geçmiş insanların bize anlattığı yaşam öyküleridir aslında. Nasıl doğmuştur masallar sorusu, insan toplumunun ilk nasıl doğduğu sorusu kadar gizemli, tahminlere açıktır. Bu yüzden, yolculuklarım sırasında, hiç bozulmamış toplumların obalarını da ziyaret ettim. Bu insanlar, bugün artık ya yürümenin çok zor olduğu derin yağmur ormanlarının içlerinde, çölün ortasında yahut uzak adalarda yaşıyor. Eşitlikçi, şefsiz, öfkesiz, kralsız bu toplumların öyküleri bizim masallara pek benzemiyor. Çünkü, insanın içindeki ifrit, hükümdar, katil, hırsız, açgözlü, efendi ya da köle yok bu toplumlarda. Hayatın başlaması, kaplumbağanın doğuşu, ilk yemek, güneşin, ayın veya başka göz cisimlerin ortaya çıkmasına ait efsaneler. Masal, işte bu ideal, eşitlikçi, adil, saf, vicdanlı, şiddetsiz, ortak toplumun bir hayali bana kalırsa. Üstelik kendi öykülerinin kahramanlarını kralların, cellatların, hırsızların, ifritlerin aleminden alarak yapıyor bunu. Masal Sözlüğü örneğin vezirin akıl, kralın beden, celladınsa insanın kendi duyguları ya da öfkesi olduğunu bize söylüyor. Masallardaki tüm kahramanlar sensin aslında; katil de sensin maktul de.
‘Bir varmış bir yokmuş’un sırrı nedir ki bütün masallar onunla başlar?
‘Bir varmış bir yokmuş’ cümlesi, yaşam ve ölümün aynı olduğu anlamına gelir. Törensel ve büyüleyici bir söz. Her şey hem vardır hem de yoktur, üstelik önce var, sonra yok değil, aynı anda hem var hem yok… Ölümden korkan, ölümü yaşamın bir parçası görmekten uzak günümüz insanına, ölümün öykünün sonunda olmadığını, yaşamın ölümle birlikte var olduğunu anlatır. Yani artarda gelen süreçleri tarif etmek yerine bize, aynı anda var olan süreçleri tarif eder. Ölüm de canlıdır. Şehrazad’ın masal anlattığı Şehriyar ölümü temsil eder. Ölüm yaşamı merak ettiği için yaşarız biz. Şehriyar da öyküyü merak ettiği için Şehrazad’ın ölümünü her gecenin sabahında erteler. Balıkçı ve İfrit’in öyküsünde, balıkçı ölüm cinini bilmeden, istemeden denizin dibinden ağıyla kurtarır. Yaşamın başlangıcının denizde olduğunu söyler 1001 Gece Masalları.
Peki masal bizim ruhumuza, hayatımıza nasıl dokunur?
Masal, insanın anlamakta güçlük çektiği, örtük, saklı, kendi başına kaldığı hallerini ona hissettirir, bildirir, anlamasını sağlar. Toplumsal, yasal, siyasi, ideolojik, teolojik her türlü baskının altında bunalan insana soluk aldırır. Çünkü bilgiyi dikte etmeden sunar, yani otoritenin yaptığı şeyin tam tersini yapar. Hem ayrıca masallardaki hükümdar sensin zaten. Böyle düşününce, masal özgürlüktür! Kendi kendiyle baş edemeyen, yolunu yitirmiş insanı bunaldığı kalabalıklar arasından ferah bir yere çıkarır, yitirdiği yolu buldurur. Masal sana ‘Şuraya git, bu taraftan gel’ demez, bunu sen kendin bulursun.
Masallarla yolculuğunuz size nasıl kapılar açtı?
Her şeyden önce, gerçeğin yalnızca masallar tarafından bilindiğine ikna oldum. İkinci olarak, geçmişin bilgeliğinin bugün küçümsendiğini, ‘Bana masal anlatma’ lafıyla masalların aşağılandığını, üstelik bunun aydın çevrelerde, edebiyatta bile itirazlara neden olmadığını fark ettim. Masallar, çocukları uyutmak için anlatılıyor, özgün öyküler bozularak çocuklar için yeniden yazılıyor, kitapçıların çocuk kitapları bölümünde sergileniyordu. Kimsenin elinden çıkmayan öyküler olan masallar, yaşadığımız çağda iğdiş ediliyor; sahipsiz, anonim, halkın belleğinde saklı öğretilerin değeri küçümseniyordu. Masallar içeriği kadar biçimiyle de eşsizken birey, yalnızca kendi yaratıcılığını ve bilgisini kutsuyordu.
Çok güzel…
Masallarla ilgilenmeye başladıktan sonra, insanlara bildiklerimi, görüşlerimi anlatırken, dikte etmeden anlatmanın yollarını aramaya koyuldum, tabii bu alanda büyük başarılar elde edemedim. Yolun bu olduğu konusunda ısrarcı oldum yine de. Hatta ‘Dünyayı masallar kurtaracak’ diye yazdım, masal romanım Kayıp Deniz’in arka kapağına. Ayrıca, yaşamı, olan biteni, öyküler, küçük anlatılar içinde anlama alışkanlığını edinmeye başladım. En azından, pek çok şeyi siyasi kavramlardan önce, masal kavramlarıyla anlamaya, anlatmaya başladım. Faşist, despot, diktatör, zalim, şu, bu gibi tanımlamalar yerine, örneğin masallardaki ifrit tanımını daha çok benimsedim. Çünkü hepimizin içindeki ifriti bize tarif eden ve uyaran masallardaki şahıslar pek çok yerde, en çok da büyüklü küçüklü iktidar koltuklarında karşımıza çıkıyordu. İfritle mücadelenin kendi içimde başlaması gerektiğini de fark etmiştim.
Kendinizi hangi masal kahramanına benzetiyorsunuz?
Kendimi en çok Sinbad’a benzetiyorum ama ondan farklı olarak acemi, ürkek ve birazcık da olsa heyecanlı bir maceracı. Onun gibi içimde saklı ıssız adayı keşfetmek için yolculuklara çıkıyorum. Yalnızca deniz yolculuklarına değil, içimdeki yolculuklara da çıkıyorum. Dev bir kuşun pençelerinde bir uçurumdan diğerine uçtuğumu hissediyorum. Yaşamı bir macera olarak hissetmeyi seviyorum. Zaten başka bir yolu beceremiyorum.
Gelelim Şehrazad’ın Sırları’na; bu kitap hangi ihtiyaçtan doğdu?
Şehrazad’ın öykülerini okurken, özellikle kıskançlık duygusunun masalların temel kaynağı olduğunu fark ettim. Bu duygunun kendisi üzerine okumalarım vardı zaten, 1001 Gece Masalları’nı yeniden okurken, öyküler zihnimde açılmaya başladı birer birer. Bu noktaya nasıl geldim? Gezegenin büyük bir yıkıma gitmesine ve bunu herkesin bilmesine rağmen dünyayı yönetenlerin bu konuda bir şey yapmaması beni dehşete düşürüyordu. Bunca bilgiye rağmen, gezegendeki yaşamın bitmesine ‘Dur’ denmemesinin sırrı bilmek istiyordum. Neydi bizi geçmiş toplumlardan ayıran? Geçmişte olup bugün olmayan bilgi neydi? Eski öğretileri okumaya karar verdiğimde, bunlardan biri de masallardı. Masalların sırları vardı ama bizler bugün bundan habersizdik, anlamıyorduk bile bu sırları. Sırları geçtim, masalları bile okumuyorduk. İlk kitabım Hakikatçi’yi yazarken, savaştan birkaç yıl önce Suriye’nin başkenti Şam’daki eski bir kahvehaneye gitmiştim. Halka masal anlatan bir anlatıcı vardı, tanıştım. Kitabımın adı da onu dinlerken çıktı, çünkü benim için hakikati en doğru anlatma biçiminin masal olduğunu fark ettim. Sonra Cinistan, sonra Kayıp Deniz, en sonra da Şehrazad’ın Sırları…
1001 Gece Masalları; Doğu ve Batı edebiyatı, felsefesi, psikolojisi için ne ifade ediyor?
1001 Gece Masalları, Fransız eski eser meraklısı Antoine Galland tarafından Osmanlı topraklarında, Halep’te bulundu. 1704 yılında Paris’te yayınlandığında tüm Avrupa’yı sarstı. Batı edebiyatını, resmini, müziğini, sonrasında sinemasını derinden etkiledi, hem tarzı, hem konuları itibarıyla ilham verici ve etkiliydi. Sinbad, Alaaddin, Cin, Şehrazad hep baş döndürücü karakterlerdi. Öykünün kıskançlık duygusunun gerilimine dayalı olması Avrupalıları çok şaşırttı, hatta oryantalist önyargılarını güçlendirdi. Ortadoğu’nun işgal edilme seferlerinde bu masallar motivasyon kaynağı oldu. “Doğunun güzel ve aşktan yoksun kadınlarını kıskanç, katil çirkin erkeklerinden kurtarmak” adına yolculuğa, sefere çıktılar. Oysa 1001 Gece Masalları, diğer tüm masallar gibi insanların ortak psikolojisini anlatır. Batı, 1001 Gece Masalları’nın 2000 yılı bulan, beki de aşan bilgeliğini fark etmedi. Freud bu masalları okusaydı eğer, insanın ikinci bilincini anlatan öyküleri şaşkınla fark edecekti. Balıkçı Abdullah’ın ağına takılan yarısı balık yarısı adam mahluku anlatan öyküde olduğu gibi. Bilinçaltının bastırılmasını anlatan küplerdeki cinler, ifritler gibi. Kastrasyon teorisini anlatan Sudanlı üç haremağasının başından geçenler gibi. Tüm bunlar bugün dahi yeterince bilinmemektedir. Masalların diyalektik düşünce biçimi filozoflar tarafından da fark edilmemiştir bana sorarsan.
Az önce söylediklerinizden yola çıkarak sorarsam; Şehrazad kim, Şehriyar kim, İfrit kim, Vezir kim, Sinbad ve tacir bize neyi anlatıyor?
Öyküleri bize şehrin özgür kadını anlamına gelen Şehrazad anlatır. Masallar, bir anlamda insanlığın ilk ütopya kurgusu ve öyküsüdür. Özgürlük ve adalet öyküsü. Şehrazad yaşamı, Şehriyar ise ölümü temsil eder, bu da ölüm-yaşam felsefesinin benim görüşüme göre en görkemli anlatısıdır, üstelik tek bir kişinin kaleminden çıkmamıştır bu anlatı. İfrit, ikinci kişiliğimizdir, bizi yoldan çıkarmaya çalışır, o korkularımız, hırslarımız, açgözlülüğümüz ve daha pek çok şeydir. Sinbad ise, maceracı ruhumuzdur; kendini ruhsal anlamda tehlikeye atan ve yine ruhsal anlamda başkalaşan… İki Sinbad vardır öykülerde, ama öyküyü kaynağından okumayanlar filmlerin etkisiyle tek Sinbad var zanneder. Öykü bizi içimizdeki ıssız adayı keşfetmeye çalışır, herkesin içinde maceracı bir Sinbad ve keşfedilmeyi bekleyen ıssız bir ada vardır. Yine de masalların baş kahramanı bana kalırsa tacirdir. Tıpkı tacirin malını değiştirip başka bir mal alması gibi, insanı kendini satıp başka bir ‘kendi’ almasını tarif eder. Kendini yık, kendini yeniden bul, kendini sat, başka kendini al. Değiş tokuş. Türkçedeki ifade çok güzel ve anlamlıdır. Kendinle çarpış.
Kadına şiddetin yoğun olduğu bir coğrafyada masal anlatarak öldürülmekten kurtulan Şehrazad bugünün kadınına ne anlatmaya çalışıyor? Yani erkek kadın ilişkileri açısından ve aşk açısından sır ne?
Kıskançlık yüzünden her gece bir bakireyle evlenip sabaha karşı karısını öldüren Şehriyar’la evlenmek isteyen son kadın, Şehrazad’dır, yani vezirin kızı. Zaten daha önce 3000 kız, evlendikten bir gece sonra öldürülmüştür ve geride vezirin kızından başka kimse kalmamıştır. Şehrazad, babasının itirazlarına rağmen kararında ısrarlıdır, çünkü kendine güvenmektedir. Hal böyleyken, Şehrazad’ın vezir babası, ona evlenmeden önce bir masal anlatır. İşte bu masal bizim, dünyaya, insanlara nasıl bakmamız gerektiğini anlatan masaldır, yani erkeğin neden kıskandığını anlatan masal. Benim 1001 Gece Masalları’nı çözümlerken dayandığım doğa psikolojisini anlatır bu masal. Doğa psikolojisi, çok yeni, doksanlı yıllarda büyük ölçüde ABD ve İngiltere’de ortaya çıkmış ve giderek büyümüş yeni bir psikoloji dalıdır. İşte masal bunun o yıllarda zaten bilindiğini bize kanıtlar. İşin ilginç yanı, bu masalları ilk okuyan Batılı entelektüeller, Şehriyar’ın kıskançlığını ve her gece bir bakireyle evlenip ertesi sabah onu öldürmesini zalimlik saymıştır. Öyledir de. Ama bu durum gerçek de değildir aslında. Masal Sözlüğü’nde kanıtlamaya çalışıyorum; öyküde kıskançlık yalnızca erkeğin zihninde belirir. Erkek, karısı ya da sevgilisinden uzağa gittiğinde, kıskançlık ifritinin etkisi altına girer. Sözlükte bunu ayrıntıyla anlatıyorum. 1001 Gece Masalları’nda kadın özgürdür, adı da ‘şehrin özgür kadını’ yani Şehrazad’dır. Hatırlayalım, Şehrazad’ın kardeşinin adı da Dünyazad’tır. Bu arada, sadece 1001 Gece Masalları’nı değil, Kırmızı Başlıklı Kız, Rapunzel, Pamuk Prenses, Sinderalla gibi öyküleri de çözümlüyorum.
Sizce bu kitabının kalbindeki masal hangisi?
Masallar arasında ayırım yapmakta zorlanıyorum. Beni etkileyen ve hayatımın önemli ilkelerini oluşturan masallardan örnek verebilirim. Şehrazad’ın birinci gece anlatmak için seçtiği masal benim için en önemli masaldır. Tacir ve İfrit’in öyküsünü anlattığı masal. Bu öykü dünyaya nasıl bakmak gerektiğini tarif eder bize. İfrit’in oğlunu, hurma çekirdekleri yüzünden bilmeden öldüren tacirin öyküsü, bilmeden ve görmeden yaptığımız her hareketin evrende bir sonuç yarattığını anlatır. Bundan dolayı sorumluyuz, öyküde de tacir, ifritin oğlunu öldürdüğü için sorumludur, itiraz etmez, ‘Ben görmedim’ demez. İşte size fizik yasası kadar net bir ahlak yasası. Başkasına karşı, tanıdığım ya da tanımadığımız kişilere karşı, ondan da önemlisi doğaya karşı, bilmeden ya da bilerek kötü ya da iyi etkide bulunabiliriz. Her eylemimizden sorumluyuz.
Kevser Aycan Aşkım Saroğlu
Subscribe
0 Comments
oldest