Pessoa: Günbatımını ve polisiyeyi seven tuhaf yazar
Posted by gülenay börekçi on April 21, 2013 · 1 Comment
Fernando Pessoa dendiği vakit ben ilkin Şeytanın Saati‘ni hatırlarım. Metis Yayınları’ndan çıkan o kara kapaklı küçük kitap epey bir süre elimde gezinmişti. Bir de sayısı konusunda rivayetler muhtelif olan 80 küsur alter ego’sunu… Aşağıda okuyacağınız gibi, yalnızca şiir yazmakla kalmayıp o şiirlerin şairlerini de yoktan yaratmış birisi Pessoa. Şaşırabilirsiniz ama gerçek bu.
O konuyu ayrıca ele alırız. Şimdi 22 yaşındaki Bilgi Üniversitesi öğrencisi Neslihan Elagöz’ün Pessoa’nın Bulmaca Meraklısı Quaresma adlı kitabıyla ilgili yazısını okuyun.
Tanımayanlar için bir not: Neslihan üç büyük aşkın peşinden gidiyor ve tesadüfe bakın ki bu aşkların hepsi P harfiyle başlıyor. Pessoa onlardan biri. Diğer aşklarını da biliyorum aslında ve ileride onlara dair birer yazı da isteyeceğim kendisinden. Şimdilik Üç P’nin Pessoa’sıyla yetineceksiniz.
“Hiçbir şeye tanık olmadım, ama her şeyi biliyorum!”
Uykuya olan merakıyla tanınan, hayata katılmayı her fırsatta küçümseyen, iddiaları olmayan, üstüne sinecek hiçbir sıfatı arzulamayan, herhangi bir sistem inşa etmeyi aklına hiç getirmeyen, tüm gayretsizliğiyle hayatı yalnızca seyretmeyi, geride kalanları ise reddetmeyi benimseyen ama olmuş ya işte: çelişkisiz, akla yatkın, bütün bütün bir dünya açıklamasını kendince ve tabii ki bizce bize sunmayı başaran (izninizle) bir düşünür: Yalnızca şiir yazan değil, o şiirleri yazan şairleri yoktan yaratan; yarattıklarının sadece bildiğimiz kadarının sayısı bile 82’ye ulaşan, karşılaştığımız bu manzarayla bize şizofreniyi hatırlatan, yazdıklarını okuduğumuzda ise aklı başındalığıyla bizi herkesten fazla şaşırtan Fernando Pessoa.
Dünya onun için umutların, hırsların, taleplerin, arzuların yöneltileceği bir yer değildi. O, yaşama dair kapsayıcı bir kabullenmişliğe arkasını yasladı ve devamında tüm kişileri, şeyleri ve olayları parmağına alarak oyununa başladı. Bizler bu oyuna şahit olduğumuz zamanlarda, karanlığa sürüklenmektense gülümsedik daha çok. Öyle bir reddedişti ki Pessoa’nınki ve bunu öyle bir tarif ediş; insanı, hiçbir şeyin başaramayacağı ölçüde harekete geçirdiği bile oluyordu. Bu tüm yüzleşmeleri ve kabullenişleri en başta aradan çıkarmış ve öyle devam eden yazarın, tam olarak bu sebeple, pek az zevki vardı. İlki pastoral zevklerdi; “Batan güneşi ve gündoğumunu sev, çünkü bunları sevmenin sana bile faydası yoktur.” Ve beyaz bulutlar, mersinler, uzak dalgalar, yıldızlar.. Diğeri ise polisiye türü romanlar.
Fernando Pessoa, mutlu anları arasındaki en iyileri olarak polisiye roman okuduğu dönemleri anıyordu. Bu tarz metinler, okurken ya da yaşarken onu en eğlendiren şeyler olduğu kadar, polisiye türü de yazmaya en önem verdiği ve yazarı olarak anılmayı kendine en uygun gördüğü türlerden biriydi. Şiirlerinin ve şair kimliğinin yanında elbette. Fakat onlarca yıl boyunca üzerinde çalıştığı polisiye öykülerden yalnızca birini, Vargas Olayı adlı öyküyü yayınlanmaya hazır hale getirebilmişti. Geri kalan öyküler ise çeşitli versiyonları çeşitli yerlere dağılacak şekilde, Vargas Olayı’yla birlikte, okurlarla buluşmak üzere işte bugünün gelmesini beklemeye başladılar. Türkçede yayınlanansa şimdilik üç öykü oldu. Pessoa’nın şiirleri ve düzyazı örnekleriyle tanışmış okurlar için yazarı dedektiflik öyküleriyle bağdaştırmak ne kadar ilginçse, bu metinleri dedektiflik öyküsü sınıflandırması altında düşünmek de o kadar ilginç ve keyifli.
İçlerinden Vargas Olayı baskın ve ön planda olmak üzere bu üç öykü, Pessoa’nın, nasıl bir ana karakter yaratırsa yaratsın, bu karakter neyle meşgul olursa olsun, ona da oyunlar oynatacağını kanıtlıyor. Herkes bulmaca çözüyor diye bulmaca çözmeyi bırakıp kriminal vakaların çözümüne keyif için bulaşan Doktor Quaresma… Rahatlıkla şunu diyebiliyor: “Hiçbir şeye tanık olmadım, ama her şeyi biliyorum.” Ve ardından, sorulara yanıt bulmak için kullandığı tek yöntem olan ‘akıl yürütme’ye dair bir sistem kurup şablonlarla bunu sunarak bizi zihinsel düzlemde bir soruşturma dünyasının içine çekiyor. Son cümledeki kelimelerden birini, öylece yazıp geçmemek gerekir belki; Quaresma’nın sorgusu, insan zihnine ve psikolojisine görülmemiş bir ısrar ve yoğunlukla göz diken, kendisi de zihinsel olan bir süreç.
Sıradan dedektifler olgularla ilgilenir, kanıtlar üstüne düşünür ama Doktor Quaresma bir kenarda yalnızca “insanı” düşünür. Bu türden öykü yahut romanlarda, yazarın (o ki her şeyi bilendir) elindeki koz sebebiyle, dedektifi bir dahi olarak düşünmemiz kolaydır; metni takip edebiliyor olduğumuzdan dolayı gözlerimizin parıldaması da (İyi hissettiren metinler olarak polisiye romanlar). Pessoa’nın öykülerinde ise, okura epey iş düşüyor. Dedektifimiz, bildiğini okurla paylaşıp okuru da kolay yoldan dedektif gibi hissettirmeyi pek matah bir şey saymıyor anlaşılan: başımıza dikilip, birbirine değen her bir nöronu için bizim de kafamızın saniye saniye çalışmasında ısrar ediyor. İlki neredeyse son haline ulaşmış, diğer ikisi ise öyküdense öykü taslağına daha yakın olan bu üç metni geride bıraktığınızda, takip ederken belki biraz zorlanmış da olsanız, Quaresma’nın üstünüzdeki emeğini hissedip, “doğrusu ne de iyi etmiş” diyeceksiniz: Matematiksel değil psikolojik bir zihin egzersiziydi.
Fernando Pessoa’nın kitapta Quaresma için söylettiği, fakat öyle sanıyorum ki gelecekteki okurlarının kendi için içlerinden geçirmelerini isteyeceği bir şey vardı: “Onun gibi bir insanın tek bir gün bile ünlenmemiş olması içimi acıyla doldururdu. Onun asla ün peşinde koşmadığını biliyordum. O hep hülyalı biriydi. İflah olmaz alkolikliğinin ve neredeyse otomatikleşmiş düşünce gücünün içine kapanmıştı. Ama adalet bana, bu ünü ona borçlu olduğumuzu duyuruyordu.” Ben de onun coşkulu bir okuru olarak, bu satırları okurken yazarla ilgili tam da böyle düşünüp hissettim, ardından da bir payım ve bağım olsun diye okumuş olduğunuz yazıyı yazdım. Hayret ve hayranlık eşliğinde okumak nasıl histi unutanlara, yazarın diğer kitaplarıyla birlikte, tavsiyem olsun.
Neslihan Elagöz
Bunlar da ilginizi çekebilir :
yazıyı, kitabı okuduktan sonra okuduysam da, öncesinde okumanın çok fark ettirmeyeceği güzel bir tanıtım yazısı olmuş, teşekkürler. kitabın beni biraz hayal kırıklığına uğrattığını söylemek yanlış olmaz zira -her ne kadar başlangıçta belirtilse de- yarım bir eser ve böyle bir eserin yayınlanması arkasında ticari bir niyet hissettirmiyor değil. gene de büyük hayranı olduğum pessoa’nın yazdığı her cümleyi okumak isterim ve beklentilerimin yüksekliğinden ötürü hissettiğim hayal kırıklığı, pessoa’nın quaresma karakteri üzerinden yansıttığı zekasını takdir etmeme mani değil. gönül isterdi ki pessoa’nın yazdıklarını yazıldıkları dil üzerinden okuyabilecek konumda olalım ancak bu eserlerin ne şekilde olursa olsun dilimize de çevriliyor olduklarını görmek ayrı bir… Read more »