Picasso, Sait Faik ve Barselona’nın fötr şapkalı serçesi
İçiniz içinize sığmıyorsa, bunun sebebi ne olabilir? Barselona’nın canlılığı, 1820’den beri ayakta duran meşhur çikolatacısı Escriba’nın kışkırtıcı atmosferi ya da siz yoğun kıvamlı çikolatalı kekinizi yerken masanıza gelen davetsiz misafirin anlattıkları mı? Fötr şapkalı bir serçe omzunuza konup sevgilinizle sizi Picasso Müzesi’ne davet ederse, onunla gider misiniz? Hele Feridüddin-i ve Sait Faik’i biliyor, hayallerinden bahsediyorsa, şaşırır mısınız? Ve günün sonunda hangi keşif duygusuyla dönersiniz İstanbul’a? Caner Fidaner’in yazısında hepsi var.
Barselona’nın fötr şapkalı serçesi bir sırrını veriyor
O gün, epeydir yapmak istediğimiz bir şeyi yapmıştık seninle: Barselona’ya gelmiş, La Rambla’ya ulaşmış, boydan boya yürümeye başladığımız bu caddeyi epey bir katetmiş ve şehrin en eski çikolatacısı olduğu söylenen Escriba’yı bulup önündeki masalarından birisine kurulmuştuk. Dükkanın dış duvarındaki 1820 tarihi, yalnızca bizim için değil, önünden geçen bütün yabancılar için önemli bir işaret gibiydi.
La Rambla’ya, Barselona’nın bu en kalabalık yaya yoluna “cadde” demek yeterli değil aslında. Burayı tanımlamak için İstanbul’u bilenlere “La Rambla, Barselona’daki Beyoğlu gibi bir yer” denebilir. Katalonya Meydanı’ndan başlayan bu kara delik, her gün binlerce kişiyi içine çekiyor. Yolun sağında solunda yer tutmuş satıcılar, minik dükkanların sahipleri, göstericiler, kalabalığın içinden birilerini kendi önlerinde duraklatmak için çabalıyor adeta. Çoğu yabancı olan yayalar da bu çabaları boşa çıkarmıyor doğrusu.
Biz o gün başka yerlerde oyalanmadık, çünkü hedefimiz belliydi: 83 numaralı dükkanı bulduk, önünde yakaladığımız boş masaya keyifle kurulduk. Az önce vitrinde, her biri birer sanat eseri gibi görünen pastaların arasında durmakta olan iki dilim, şimdi masamızdaydı, önümüzdeki tabaklardan bize bakıyorlar, onları yememizi bekliyorlardı. Pastalarımızı yeme anımızı anlatmayıp kendimize saklayacağım ama o sırada senin yüzüne bakan, içinde bulunduğun durumdan ne kadar hoşnut olduğunu anlardı. Nereden mi? Hem gülümsemenden hem de o gülümsemeye eşlik eden, dudaklarındaki kahverengi izlerden.
“Şapkam mı sizi şaşırtan? Ama bana yakışıyor”
Keyifli bir an yaşarken, o dakikanın tadını tam çıkaramam hiç, çünkü hemen aklıma daha sonra ne yapacağım gelir, plan yapmaya çalışırım hep. Orada da öyle oldu, sana “Müze?” dedim, “Ne zaman gideceğiz?” Daha önce konuşmuştuk, dünyanın en iyi Picasso müzelerinden birisi bu şehirdeydi ve biz orayı da görmek istiyorduk. Elindeki haritada müzeyi aramaya başladın. İşte fötr şapkalı serçe tam o sırada omuzuna kondu, biraz oyalandı, çevreye bir göz gezdirdi, hatta tabaklarımızdaki kırıntılara bile kaçamak bir şekilde göz attı, sonra sanki tesadüfen oradaymış gibi kanadının altını gagalamaya başladı. Sen serçeyi fark ettin, onu avucuna almak istedin, onun üzerine daha tanışmadığımızı bile unutup sana, “Galiba Picasso müzesine gitmek istiyorsunuz?” dedi, “Ben orayı biliyorum, sizi götürebilirim.” İkimiz de biraz şaşırmıştık. O sırada omuzundan inip avucuna konan serçenin de şaşkınlığımızı fark ettiği anlaşılıyordu; “Ne o?” dedi, “Şapkam mı sizi şaşırtan? Evet, kabul ediyorum, bir serçenin şapka giymesi çok alışıldık bir şey değil, ama ben bu fötr şapkayı seviyorum, bana yakışıyor.” Biraz durakladı, sonra yüzünü hafifçe başka tarafa çevirip devam etti, “Hem hatırası var…” Sen dayanamayıp sordun: “Hatırası mı?” Serçe cevap verdi: “Evet ama, size anlatamam.” Bu kez ben atladım,“Tamam canım” dedim, “Biz zaten senin şapkana değil, Picasso müzesinin yerini biliyor olmana şaşırmıştık.” Bu kez gülümsedi, “Ama ben sanatı, sanatçıları çok severim… Ben de bir sanatçıyım, hatta sanatın bir parçasıyım…” Bu kez şaşırmadık ama, galiba bizi ikna etmek istiyordu, “Simurg’u bilir misiniz?” deyip cevabımızı bekledi. Ben sana dönüp hatırlattım, “Hani Feridüddin-i Attar’dan bir hikâye, yaşamın gerçeğini ya da Tanrı’yı arayan 30 kuşun yolculuğu, bu yolculukta başlarından geçenler…” Serçe onayladığını göstererek başını salladı, “İşte ben, oradaki kuyruksallayan kuşuyum.” Biraz duraklayıp devam etti, “Ama bu isim insanlara zor geliyor, bu yüzden sizin gibi bana serçe diyenlere ses çıkarmıyorum.”
Pasta tabaklarımız boşalmıştı, yeni arkadaşımızla müze yolculuğuna hazırdık. “Haydi o zaman” dedim, “Gidelim müzeye…”
“Ben aslında neyi isterdim biliyor musunuz?”
Ben senin koluna girmiştim, fötr şapkalı serçe önümüzden uçuyordu. Kalabalığın arasından geçtik, bilmediğimiz tenha sokaklara geldik. Tabelalara bakılırsa serçe gerçekten yolu biliyordu. Serçeye bilet almamız gerekmedi, onu senin omuzunda geçirdik kapıdan. Picasso müzesi gerçekten çok güzeldi, ressamın yalnızca Barselona günlerinde yaptığı tablolar değildi izlediklerimiz, bunlara ek büyük tablolar, ilginç eskizler, son dönem seramik işleri de vardı. Ama müzenin en ilginç yeri, Las Meninas salonlarıydı: Picasso, İspanyol resim sanatının bir başka ustası olan Velasquez’in ünlü tablosu olan Las Meninas üzerine aylarca çalışmış, tablodaki bütün figürleri için kendi usulünde çeşitlemeler yapmış, ortadaki minik prenses, önündeki köpek, tabloyu yapan ressam, yandaki nedimeler, hatta kapıdan çıkmakta olan kral gölgesi… Hepsi, Picasso ile birlikte yeniden hayat bulmuş, tabii başka biçimlerle. Yani Picasso bu çalışmalarıyla hem Velasquez’e selam göndermiş hem de kendi farkını ortaya koymuş… İşte bunları konuştuk üçümüz: Sen, ben, bir de fötr şapkalı serçe.
Müzeden çıktık, akşam olmuş, ayrılma zamanımız gelmişti ama, yeni arkadaşımız oyalanıyordu, ayak sürüdüğü belliydi, “Belki tekrar görüşürüz?” dedi. Sen cevap verdin: “Ama biz çok uzaklarda yaşıyoruz”, ben de başımı sallayarak seni onayladım. Serçe gülümsedi: “Ben ne vadiler aştım” dedi, “Simurg’u unutmayın!” Sonra şapkasını sallayarak bize veda etti, uçtu, fakat fazla uzaklaşmadı, az ötedeki ağacın dalına kondu. Sonra bir şey unutmuş gibi geri geldi, karşımızda durdu, bir yandan havada kanat çırparken bir yandan “Ben aslında Sait Faik’in öykülerinden birinin de kahramanı olmak isterdim ama, ne yazık ki onunla tanışamadık” dedi. “Olsaydın, yakışırdın” dedim. Gülümsedi, bu kez arkasına bakmadan, uçtu gitti.
Caner Fidaner
Subscribe
0 Comments
oldest