Egoist okur

“Bir yazar en fazla kaç roman yazmalı?”

Soracağım soru başlangıçta tekti: “Bir romancı en fazla kaç roman yazmalı?” Fakat sonra, sorudaki abes tınıyı seyreltmek için alt sorular ekledim ve her yazar dilediği kadarına yanıt verir, diye düşündüm.

Leyla Erbil, “gerçek romancı ya da yazar, zarfa değil mazrufa önem verir, kaç tane yazarsa yazsın” diye yanıtladı.

Tahsin Yücel, “çok yazmak her zaman nitelikte bir düşüşe yol açmadığı gibi az yazmak, dolayısıyla yapıtları üzerinde fazla çalışmak da bir başarı güvencesi olamaz” dedi.

“Yazar unutulmamak için yazıyorsa unutulur” diye düşünen Hakan Şenocak cevabını “Heyecan biterse aşk biter” diye özetledi.

Eleştirmen Semih Gümüş ise soruya başka bir yerden yaklaşarak “yazılanların ille de gün ışığına çıkarılması, yayımlanması gibi bir eğilim, dünden daha çok. Sanki yazılan hiçbir şeye kıyılamıyor” dedi.

İşte Erbil, Yücel, Şenocak ve Gümüş’ün yanıtları…

Tolga Meriç

Leyla Erbil

“gerçek romancı ya da yazar, ‘zarfa değil mazrufa’ önem verir, kaç tane yazarsa yazsın”

önceleri üç-dört yıllık süreler yeni bir romanın ortaya çıkması için makul sayılırken, şimdilerde yazarların neredeyse unutulmasına yol açıyor. bu ve benzeri kaygılarla ya da doğrudan doğruya geçim derdiyle her fırsatta yeni bir roman yayımlamanın peşine düşen yazarı bekleyen edebi son, nasıl bir sondur?

unutulmamak ya da geçim derdi yüzünden yazmak bana acıklı bir durum olarak göründü. insani ama zavallı. yazarlar arasında da kendini yaşadığı ülke koşullarının bir ürünü olmaktan kurtaramamış olanları vardır. bu düzende, “kendini yapmak” öyle sıradan, kolay bir iş değildir.

olma-tamamlanma süresini belirleyen roman mıdır, yazar mı? hangisinin belirleyici olması doğrudur?

olma tamamlama sürecinde belirleyici olan, sadece yazarla yazdığı arasında kalan diyalektik süreç midir? bilmiyorum.

bu sorularla birlikte bile düşünülse, yine de sorulabilir mi o soru: “bir romancı en fazla kaç roman yazmalı?”

gerçek romancı ya da yazar, “zarfa değil mazrufa” önem verir. kaç tane yazarsa yazsın.

Tahsin Yücel

“Romancıları romanlarının sayısına göre değerlendiremeyeceğimiz gibi her romancı için geçerli bir yaklaşık sayı da belirleyemeyiz”

Romancıları romanlarının sayısına göre değerlendiremeyeceğimiz gibi her romancı için geçerli bir yaklaşık sayı da belirleyemeyiz bence. Yazarına göre değişir durum. Bir yazarın her romanı aynı ölçüde başarılı olmayabilir. Ama bu durumun sayıdan kaynaklandığını söyleyemeyiz. Bilindiği gibi, Balzac sekseni aşkın romanla benzersiz bir bütün oluşturmuştur, André Gide yalnızca bir anlatısını: Kalpazanlar’ı roman olarak niteler. Ne olursa olsun, çok yazmak her zaman nitelikte bir düşüşe yol açmadığı gibi az yazmak (dolayısıyla yapıtları üzerinde fazla çalışmak) da bir başarı güvencesi olamaz. Yazarın yeteneğine, yaratıcılığına bağlıdır her şey. Yazma süresi, yapıt sayısı emeğin ve ürününün değer ölçütü olamaz bence. Stendhal, Flaubert, Kafka gibi yazarlara baktığımız zaman az yazma olumlu bir tutum gibi görünüyor bize, ama bir Faulkner’ın yapıtlarını göz önüne aldığımız zaman da yanılmış olabileceğimizi düşünüyoruz.

Semih Gümüş

“Hiçbir şey söyleyemem. Yazardan yazara değişir”

Önceleri üç-dört yıllık süreler yeni bir romanın ortaya çıkması için makul sayılırken, şimdilerde yazarların neredeyse unutulmasına yol açıyor. Bu ve benzeri kaygılarla ya da doğrudan doğruya geçim derdiyle her fırsatta yeni bir roman yayımlamanın peşine düşen yazarı bekleyen edebi son, nasıl bir sondur?

Doğru, son zamanlarda öyle görülüyor ki, kimi romancılar –ya da öykücüler– neredeyse her yıl bir kitap yazıyor ve yayımlıyor. Bu verimlilik biraz fazla sanırım. Yazarın yalnızca yazarak yaşayabileceği koşullara sahip olması durumunda bile bunu pek olanaklı görmüyorum. Hele her yıl bir roman, olanaksız bence. Yapılıyorsa, ya hep kendini yinelemektedir yazar, ya da yazdığı romanların niteliği düşüktür. Benim böyle düşünmeme gerek yok, muhakkak böyle olur. Böylece popüler bir çizgiye çekilir yazar. Kendi seçimidir…

Romancının dünyası aşağı yukarı kaç kitapta belirir ve sonrasında kendini çoğaltmaya-yinelemeye başlar? Romanlar arasındaki süreleri uzatmak yinelemeye çare olur mu?

Birkaç, diyelim ki üç dört romanda romancının dünyası ortaya çıkar. Bu arada romancının roman anlayışı, sözgelimi Orhan Pamuk’ta olduğu gibi, önemli bir değişim geçirmişse, daha çok romanını okumamız da gerekebilir. Yoksa, sözgelimi Ayhan Geçgin’de olduğu gibi, üç romanıyla romancının dünyası belirginleşir. Bunlar böyle kurallarla olmaz elbette, ama ben de bir tür akıl yürütme içinde söylüyorum.

Çok iyi ilk üç romanı, aynı yazarın kaleminden çıkmış sonraki ve ortalama düzeydeki üç roman ne hale getirir okurun zihninde?

O yazar okurun zihninde ikisi arasında bir yere, daha da çok ikincisine yakın bir yere oturur. Sonradan yazılanlar, okurun zihninde daha sıcaktır çünkü. Gene de belli olmaz. Bazen sonraki verimi ortalamaya yakın, ama ilk yazdıkları çok iyi olan yazarlar, hep o ilk yazdıklarıyla da hatırlanır. Demek ki buna tam karar vermek zor. Çünkü bir yazar, aynı zamanda o edebiyat ortamı içinde yaşamaktadır ve o ortama bakarak da değerlendirilir.

Bazı kıdemli ya da ölüp gitmiş yazarların, olmamış metinleri bir tür utanç gibi yaşadığı ve bu yüzden de beklettiği söylenebilir mi? Günümüzde bu yazınsal utanç ne hale geldi sizce?

O olmamış metinlerin bekletilip bekletilmediğini söyleyemem. Ama yazılanların ille de gün ışığına çıkarılması, yayımlanması gibi bir eğilim, dünden daha çok. Sanki yazılan hiçbir şeye kıyılamıyor. Oysa sonuçları daha olumsuz oluyor. Daha da tehlikelisi, yazarların yayımlamak istemedikleri metinleri, kendilerinden sonra mirasçılarının yayımlaması ki, mirasçıların görgüsüzlüğü birçok yazarın ve şairin saygılığına zarar verebiliyor.

Bu sorularla birlikte bile düşünülse, yine de sorulabilir mi o soru: “Bir romancı en fazla kaç roman yazmalı?”

Hiçbir şey söyleyemem. Yazardan yazara değişir. Yaşar Kemal yirmi iki roman yazmış, tümünü de iyi ki yazmış. Vüs’at O. Bener iki roman yazmış, daha çoğunu yazmasına gerek kalmamış. İkisi de benim gözümde aynı yerde, çok değerli.

Hakan Şenocak

“Sayıyla değerlendirmek doğru olmaz gibi geliyor bana. Fakat şu kesin: Heyecan biterse aşk biter”

Önceleri üç-dört yıllık süreler yeni bir romanın ortaya çıkması için makul sayılırken, şimdilerde yazarların neredeyse unutulmasına yol açıyor. Bu ve benzeri kaygılarla ya da doğrudan doğruya geçim derdiyle her fırsatta yeni bir roman yayımlamanın peşine düşen yazarı bekleyen edebi son, nasıl bir sondur?

Yazar unutulmamak için yazıyorsa unutulur. Yaratıcılığın unutulmamayı düşünmeye ne zamanı ne de tahammülü vardır. Unutulmamak dışarıda gelişen bir sonuç olmalıdır, hedef değil. Para kazanmak ya da unutulmamak için yazan kişilerin ne önlerinde ne sonlarında yeni heyecan vardır. Bu insanlar yazarlar, kazanırlar, ünlü de olurlar, refah içinde yaşayıp kesin bir yokoluşa doğru giderler. Zaten onların istedikleri silik bir gölge gibi geçip gitmeme arzusu değil, yoksul bir zenginliğin içinde yaşamaktır. Ama bence aşk yok, heyecan yok, neye yarar.

Romancının dünyası aşağı yukarı kaç kitapta belirir ve sonrasında kendini çoğaltmaya-yinelemeye başlar? Romanlar arasındaki süreleri uzatmak yinelemeye çare olur mu?

Bence az yazmalı. Olabildiğince az. Dayanabildiğince az.

Olma-tamamlanma süresini belirleyen roman mıdır, yazar mı? Hangisinin belirleyici olması doğrudur?

İkisi birden. Yazar yazıyı, yazı yazarı sürükler. Doğru, iyi ve güzel olan da budur zaten. Her şey yazarın hesapladığı gibi gitse yazarın matematiği, yazı kendini yazsa yazının matematiği olur ki, sanki olmaz. Dersimiz Heyecan çünkü. Bir gün böyle bir ders konsa ne güzel olur. Bak bunu düşününce heyecanlandım.

Çok iyi ilk üç romanı, aynı yazarın kaleminden çıkmış sonraki ve ortalama düzeydeki üç roman ne hale getirir okurun zihninde?

Bu dördüncü soru tuhaf kalmış ötekilerin yanında. Ama gelmişken lakırdı etmeden geçmemeli: “Dostun bir fiskesi yareler beni” dememişler boşa. Üç kitabını okuyup dost olmuşsun, sonrası kötü gelmiş, yaralanır okur. Dost kazığı dedikleri de az yaralamaz.

Bazı kıdemli ya da ölüp gitmiş yazarların, olmamış metinleri bir tür utanç gibi yaşadığı ve bu yüzden de beklettiği söylenebilir mi? Günümüzde bu yazınsal utanç ne hale geldi sizce?

Yazar yayınlanmaya uygun bulmadığı metni yayınlamaz. Ölümünden sonra yayınlamak da hoş olmaz. Kafka hayata dönse önce Max’le arkadaşlığını bitirirdi.

Bu sorularla birlikte bile düşünülse, yine de sorulabilir mi o soru: “Bir romancı en fazla kaç roman yazmalı?”

İşin tuhafı, üniversitedeyken “yazarlar üç kitap yazıyor, kalıyorlar” diye bir eleştiri yazıp hocamdan sıkı bir tebrik almıştım. O da aynı şeyi düşünüyormuş meğer. Ama aradan çok zaman geçti ve ben bugün, ne o günkü kendim gibi ne de hoca gibi düşünüyorum. Sizin de aklınızdan aynı soruların geçiyor olması hoş rastlantı. 

Bence sorun sayılar sorunu değil. Üretkenlik, çalışkanlık hikâyesine de inanmam: Böyle diye diye tatsız tuzsuz meyveleri yediriyorlar bize. Çok üretiliyorlar ama tatları yok. Tek kriterim var: Heyecan. Yazar kişi pek çok kitap yazmıştır ama yeni bir heyecan yaratamıyorsa bırakalım gitsin. Kimisi tek kitapta başarır bunu, kimi on kitapta. Sayıyla değerlendirmek doğru olmaz gibi geliyor bana. Fakat şu kesin: Heyecan biterse aşk biter.

Tolga Meriç

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments