Egoist okur

Marcel Proust’tan KÖTÜ MÜZİĞE methiye

Proust yaşasaydı Serdar Ortaç dinlerdi diye bir çıkış yapmıştım günün birinde. Abartmış ya da yalnızca dikkat çekmeye çalışmış olabilirim, kabul ediyorum. Ama yaşasaydı en azından Yıldız Tilbe’yi KESİN dinlerdi… Nedense böyle hissetmiş ama sebebini açıklayamamıştım. Ta ki, Hazlar ve Günler’de Proust’un bizzat bu konu üzerine yazdığını görene kadar. İşte “Kötü Müziğe Övgü” başlıklı o kısacık açıklayıcı metin…

Kötü müziğe övgü

Kötü müzikten nefret edin ama onu küçümsemeyin. Kötü müzik iyi müzikten çok daha fazla ve çok daha tutkulu biçimde çalınıp söylendikçe, gitgide iyi müzikten çok daha fazla düş ve gözyaşıyla dolmuştur. Ona bu yüzden saygı duyun. Sanat tarihinde yeri olmadığı halde toplumların duygusal tarihinde muazzam bir yer kaplar. Kötü müzik aşkı demiyorum, ama saygısı, yalnızca zevk sahibi olmanın hayırseverliği ya da şüpheciliği diyebileceğimiz şeyin bir şekli olmakla kalmaz, aynı zamanda müziğin önemli toplumsal rolünün de bilincidir. Bir sanatçının gözünde hiçbir değeri olmayan kim bilir kaç ezgi, romantik gençler ve sevdalı genç kızlar güruhunun seçme sırdaşları arasında yer alır. Nice “altın yüzük”lerin, “ah, uykuda kal böyle”lerin notaları her akşam hakkıyla ünlü, titreyen parmaklar tarafından sayfa sayfa çevrilir, hüzünlü ve coşkulu hayranlığına en kusursuz maestroların gıpta edeceği, dünyanın en güzel gözlerinden dökülen yaşlarla ıslanır; o maharetli, yaratıcı sırdaşlar ki kedere asalet katar, düşü yüceltir, kendilerine verilen ateşli sırrın karşılığında baş döndürücü güzellik yanılsamasını sunarlar. Halk, burjuvazi, ordu ve soyluların postacıları, onları yıkan matemin, göklere çıkaran mutluluğun habercileri aynı olduğundan, görünmez aşk ulakları, aziz günah çıkaranları da aynıdır. Kötü bestecilerdir bunlar. Her soylu ve eğitimli kulağın dinlemeyi anında reddeceği sinir bozucu bir nakarat, binlerce ruhtan oluşan bir hazineye sahiptir, binlerce hayatın sırrını saklar; onların canlı ilhamı, piyanonun üzerinde hep açık duran, her an emre amade tesellisi, hayalperest lütfu ve idealidir. Birkaç arpej, bir tekrar, nice sevdalının, hayalperestin ruhunda cennetin armonilerini ya da bizzat sevgilinin sesini çınlatmıştır. Kullanılmaktan aşınmış bir kötü romanslar kitabı bizi bir mezarlık ya da köy gibi etkilemelidir. Evlerin bir üslubu yokmuş, mezarlar zevksiz yazılarla süslerin arasında kaybolmuş, ne gam! Estetik küçümsemelerini bir an susturabilecek duygudaşlığa ve saygıya sahip bir imgelemin karşısında, bu tozların arasından, gagalarında öbür dünyanın önsezisini kendilerine yaşatmış, bu dünyada güldürmüş ya da ağlatmış, hâlâ körpe bir hayal dalıyla bir ruhlar sürüsü havalanabilir.

Metnin sona erdiği noktada hızlıca ve çaresizce etrafınıza ve hafızanızın içine göz gezdirip bu yazıda tarifi yapılan müziğin çağdaş ve yerel örneklerine ulaşmak istediniz değil mi? (Kesin!) Merak etmeyin, konforunuz için her ayrıntı düşünüldü.

İşte size senelerdir toplumumuzun duygusal tarihinde rol oynadığı herkesçe bilinen ve daha ilk anda aklıma gelmiş iki uygunsuz şarkı. İçeriğindeki “düş ve gözyaşının” teminatını ben verebilirim. Size yalnızca bu yazının düşündürdükleri eşliğinde arkanıza yaslanıp dinlemek kalıyor. “Bir Alo De”, söz ve müziği Yıldız Tilbe’ye ait olan bir başyapıt. “Nasip Değilmiş” ise, bir Niran Ünsal bestesi. Allahaısmarladık…

Neslihan Elagöz

Bir Alo De, Yaşar İpek

Nasip Değilmiş, Özcan Deniz

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments