Tuğçe Isıyel’e sordum: Psikanaliz, dünyayla aramızdaki fırtınayı sakinleştir mi?
Psikanalizin kurucu babası Sigmund Freud’un hayatı boyunca tek bir ödül aldığını, onun da Goethe Ödülü olduğunu ben Tuğçe Isıyel’den öğrendim.
“Psikanalitik Edebiyat Okumaları” atölyeleri de düzenleyen Isıyel, psikanalizin edebiyatla kuvvetli bağlarını, ikisinin de dönüştürücü etkileri olduğunu hatta ‘bibliyotrapi’ yani kitaplarla tedavi gibi bir disiplinin de doğduğunu anlattı. Okuyalım.
“Acıdan uzak durarak değil, hazza yaklaşarak mutlu ol”
“Psikanaliz bilinçdışının olduğu her yere burnunu rahatlıkla sokabilir, burnunu soktuğu yerde iyi koku almakta üstüne yoktur”
“Psikanaliz, divanın dışında kalan zamanını edebiyatta, kitap sayfalarının arasında geçirmeyi hep çok sevdi” diyorsunuz. Psikanaliz ne buldu kitaplarda?
Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’a “Sizin ustalarınız kimlerdir?” diye sorulduğunda, Freud kütüphanesini dolduran edebiyat eserlerini gösterir. 70. doğum günü kutlamalarında da “Bilinçdışının Kaşifi” unvanıyla takdim edilince, bu unvanı reddederek şöyle der: “Ozanlarla filozoflar bilinçdışını benden çok daha önce açığa çıkarmışlardır. Benim açığa çıkarmış olduğum şey ise, bilinçdışının incelenmesine yardımcı olacak bilimsel yöntemdir.” Freud, hayatı boyunca tek bir ödül almış; 1930 yılında verilen Goethe Ödülü… Tüm bunlar Freud’un ve haliyle psikanalizin edebiyatla nasıl iç içe olduğunu gösteriyor. Freud’a göre bilinçdışı, sanatçıların yaratma ediminde ihtiyacı olan ilhamın da çok önemli bir kaynağı. Yani bilinçdışı; edebiyat ve psikanalizi buluşturan kavramların başında geliyor.
Nasıl bir ilişki var psikanalizle edebiyat arasında?
Edebiyat da psikoterapi de içsel çatışmaların çözümlenmesiyle ilgilenir. Her iki durumda da sembolleştirme ve yer değiştirme mekanizmaları kullanılır. Ve her iki durumda da metaforların zengin katkısını görebiliriz. Freud, psikanalizi antik tragedyalarla, Shakespeare’in, Dostoyevski’nin kahramanlarıyla desteklemiş. Örneğin Sofokles’in kahramanı Kral Oidipus, psikanaliz kuramının önemli kavramlarından biri olan Oidipus Kompleksi’ne isim babalığı yapmış. Flaubert’in histerik karakterlerinin, Freud’un 1895’de yayımladığı “Histeri Üzerine Çalışmalar” başlıklı eserini epey beslediği de söylenebilir.
Edebiyat da bir terapi biçimi sayılabilir mi; iyileştirir mi?
Her sanat dalı gibi edebiyatın da sağaltıcı bir tarafı var. Sabit Fikir Dergisi’ne “Edebiyatın İyileştirici Gücü” başlıklı bir yazısı yazmış, ‘bibliyoterapi’ kavramından bahsetmiştim. Doğru zamanda doğru bireyle doğru kitabı buluşturarak kişinin duygusal sorunlarının anlaşılabilmesinde, yaşama uyum sorunlarının ele alınmasında kullanılan bir tedavi yöntemidir bibliyoterapi. Kişilerin iç dünyasını teknik verilerin ötesine taşımak, bunu sembollerle, metaforlarla estetize ederek bir sanat haline getirmek edebiyatın işi. Yazmak, böylelikle zihinsel karmaşayı ya da duygusal çatışmayı düzenlemek sayılabilir. Ve buna eşlik eden okuyucu da yazarla, karakterlerle özdeşleşerek kendi zihinsel ve duygusal süreçlerini düzenlemeyi ve anlamlandırmayı sürdürebilir.
Hangi yazarları daha çok seviyor psikanaliz?
Psikanalizin, kendisini kendisine ve dolaylı olarak da okuyucusuna içtenlikle açan; hayatla, kendisiyle, var oluşuyla derdi olan ve bu derde kalemini iliştiren tüm yazarları sevdiğini düşünüyorum.
Shakespeare, Dostoyevski tamam ama kötü bir edebiyat örneği de “anlamaya” yarar mı?
“Kötü” derken neyi kastettiğiniz önemli. Ben kişisel olarak, eğer çok ciddi teknik sıkıntılar yoksa, edebiyat eserlerini iyi-kötü şeklinde ayırmıyorum. Yazar, okuyucusunu bir yolculuğa davet eder. O yolculuğa çıkıp çıkmamak bize kalmış. Diyelim ki o yolculuğa çıktık, yolculuk beklediğimiz gibi geçmeyebilir. Bunun yazardan ya da kendimizden kaynaklanan türlü sebepleri olabilir. Veya o anda böyle bir yolculuğa ihtiyacımız yoktur, önceliğimiz başka bir şeydir. Başka biri içinse bu belki de hayatının en muhteşem yolculuğu olacaktır. Bir edebiyat metnini sevmemiş olabiliriz, yazara ya da yarattığı karakterlere yakın hissetmemiş, onlardan nefret etmiş veya onları anlamamış olabiliriz… Elbette bunun tam tersi de mümkün; kendimizi bir karaktere yakın hissetmiş, ona acımış ya da aşık olmuş hissedebiliriz. Yahut kitabı okuduğumuz an unutabilir, bir türlü bitiremeyebiliriz… Psikanalitik okuma önce kendi içimizde başlar. Ve okuduğumuz çoğu şey yazarın ruhsal süreçlerinden bağımsız olmadığı gibi, okuyucu olarak bizim kendi ruhsal süreçlerimizden de bağımsız değildir.
Psikanaliz edebiyatı resimle veya müzikle aldatır mı? Demek istediğim, diğer sanat dallarıyla da ilişkisi var mıdır?
Bir yerde insan varsa, orada bilinçdışı da vardır. Ve bilinçdışı psikanalizin ana malzemesidir. Resim, müzik, mimari, politika, moda… Bu alanların hiçbiri insandan yani bilinçdışından ayrı düşünülemez. Bu yüzden psikanaliz bilinçdışının olduğu her yere burnunu rahatlıkla sokabilir. Burnunu soktuğu yerde ise iyi koku almakta üstüne yoktur.
Diyelim ki atölyenize katıldım. Oradan nasıl bir değişiklikle çıkarım?
Bir edebiyat metnini okurken artık hiç bir şey eskisi gibi olmayabilir… Tercihen biraz kafanız karışmış ya da basitçe farklı bir görüş açısı kazanmış olarak çıkabilirsiniz.
Hangi metinleri inceliyorsunuz?
Türk edebiyatından eserler seçiyor, bir öykü, bir mektup, bir roman inceliyoruz. Romanda birkaç alternatif belirleyip o alternatifler içerisinden çoğunluğun tercihine uyuyorum. Bazı gruplar bireysel ya da kolektif olarak bir eseri inceleyip ortaya bir ürün koymak istiyorlar. Onlara elimden geldiğince destek oluyorum. Atölye bittiğinde de katılımcılarla bağlantımız sürüyor. Yazdıkları incelemeleri edebiyat dergilerine, edebiyat sitelerine gönderiyoruz. Örneğin atölyeye katılan bir grup Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş”unu inceledi ve o yazı Varlık Dergisi’nde yayımlandı.
Aynı zamanda çift terapistiniz. Bu, bir edebiyat metnini yorumlarken bakış açınızı nasıl etkiliyor?
Seanslarımda çoklu gerçeklikle çalışıyorum. Gerçekliğin lineer bir düzeni yok, mutlaka geçmiş, şimdi ve gelecekle bağlantılı. Kişiler ilişkilerine, geçmiş deneyimlerinin tortularını da taşıyorlar. Böylece iki taraflı bu gerçeklikler birbiriyle çatışıp duruyor. Kişilerin olayları algılayış tarzları da farklı oluyor. O yüzden anın gerçekliği ve çiftlerin ilişkideki duygusal pozisyon alışları terapist olarak benim için son derece önemli. Terapide odaklandığım şeylerin başında bu geliyor. Edebiyattaki karakterleri, kurguyu anlamaya çalışırken de önemli bir araç oluyor bu bakış açısı. İşin aslı, terapide karşılaştığınız andan itibaren danışanla olmak ve birlikte edindiğimiz yeni deneyimler yoluyla onun gelişmesini, dönüşmesini sağlamak çok kıymetli. Benzer bir süreç bir kitabı okuma serüveninde de olabiliyor. Başarılı bir psikoterapi sürecinde olduğu gibi, bir kitabı bitirdiğimizde de kendimize dair bir şeylerle karşılaşıyorsak, ne mutlu bize.
Peki sonuçta psikanaliz nedir, ne işe yarar?
Psikanaliz, ruh çözümlemesidir. Ruhsal işleyiş süreçlerimizi inceleyen bir bilim dalı ve aynı zamanda ruhsal sorunlarımız, arayışlarımız konusunda etkili bir tedavi tekniğidir. Bir bakıma insanın kendisini kendisinden yeniden yaratması da denebilir. Ana malzemesi de işte ‘bilinçdışı’dır.
Bilinçdışı nasıl oluşur?
Bastırma yoluyla… Yüzleşmek istemediğimiz anılarımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı, travmalarımızı, arzularımızı bastırıyoruz. İşte psikanaliz dediğimiz pratiğin merkezinde de bilinçdışına itilmiş olanın bilince çıkarılması var. Psikanaliz sayesinde iç dünyamızda olup bitenler arasındaki bağlantıları ve bunların yaşamımızdaki olaylara, ilişkilere, tekrar eden sorunlara ve içinden çıkamadığı durumlara nasıl sebep olduğunu görmeye başlıyor; içgörü kazanıyoruz.
Peki dünyayla aramızdaki fırtınayı sakinleştirir mi?
Bu süreç başlangıçta kendimizle ve dünyayla aramızdaki fırtınayı arttırsa da, fırtına bir süre sonra diniyor. Daha güzeli, fırtınanın ne zaman geleceğini anlamamızı sağlayacak bir öngörü yaratıyor.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest